|
Bir film ülkesinden bu kadar mı nefret eder!

Sinemanın bütün dünyaya söz söyleyebilme yetisi, evrenselliğinden geldiği kadar yerelliğinden de kaynaklanır. “Yerel olmadan evrensel olamama” meselesinden mülhem, farklı kültürlerdeki insanlarla ortak paylaşım yapabilmenin yolu, bulunduğun toprak ile kurduğun ilişkide yatar. Bu ilişkinin sahihliğini belirleyen en önemli unsur, başka insanlara kendinizi ve toprağınızı anlatırken kullandığınız üslup olsa gerek.

Hayaletler filmini izlerken sürekli bu mesele kafamda dolaşıp durdu. “Bir insan”, dedim. “Bir insan, nasıl olur da” diye devam ettim. Ve “Bir insan nasıl olur da memleketini bu kadar sevmez!”, diye bitiremedim. Neden böyle sorular zihnimde canlandı? Çünkü Hayaletler, ‘başkalarına’ bir şeyler anlatma derdinde olan metinden yola çıkan bir film.

Filmin hikayesi İstanbul’un arka sokaklarından politik iktidara uzanan ince bir hatta ilerliyor. Sadece arka sokaklarda yaşayarak iktidar eleştirisi yapılıyor. Gayet anlaşılır ve mantıklı bir yaklaşım. Ancak bir filmin kötü karakterlerinin tamamının eleştirilen tarafta olması ve neredeyse iyi kimse kalmaması zayıf nokta. Kaba diyaloglar ve kendini tekrar eden göstergelerle propagandist bir manzara ortaya çıkıyor.

Hayaletler, elektriğin saatlerce kesik olduğu bir günde yolları kesişen dört insanın hayatına odaklanıyor. Bu insanların ne yaşadığı, nelerle karşılaştığı pek önem arz etmiyor. Çünkü karşımıza sürekli ‘zamane iktidarı’nı çağrıştıran ve muhalefetin kalın söyleminin yansıması olan nüanslar çıkıyor. Filmin kötü karakterinin yerli yersiz “yeni Türkiye’yi böyle böyle kuruyoruz işte” demesi, Suriyelilerin işletme açınca stopaj vermeden raflarını doldurması (yani Türkiye vatandaşlarına yapılmayan şeyin onlara yapılması), polisin kaba ve şiddete meyyal olması gibi manzaralar filmi nobranlaştırıyor.

Filmin esas unsuru olan gelir adaletsizliği ve kentleşmenin getirdiği sorunlara odaklanamıyoruz. Film dilinin ana unsurlarından olan kameranın serbestlik adına savrulması gibi hikayede de eleştiri adına kaba propagandaya maruz kalarak oradan oraya savruluyoruz.

Evet, doğru kavram ‘propaganda’. Hayaletler, ‘dışarıda’ bir yerlere Türkiye’yi anlatmak için duymak istedikleri şeyleri söyleyen bir propagandaya sahne oluyor. Memlekette iyi bir şey yaşanmıyor. Muhafazakar iktidar ülkeyi öyle bir hale getirmiş ki, başörtüsü kullanarak illegal işinizden sıyrılıyor ya da ‘yeni Türkiye’ söylemiyle insanları kandırabiliyorsunuz.

Avrupa sinemasında da çokça örneğini gördüğümüz ‘özeleştiri’ yaklaşımı söz konusu olsun isterdik. Ancak neresinden bakarsak bakalım, özeleştiri yapacak kadar içeride olamayan, içeride kalamayan, içeriden bakamayan bir film Hayaletler.

Sinematografide bu savrulmanın etkisini görüyoruz. Serbest bırakılan kameranın yerli yersiz savrulması, manipüle edici derecede bazı noktalara odaklanılması, rahat bir dil ortaya koyma avantajını kullanamıyor. Oyunculukların sahici oluşu ve ışık kullanımının doğal olması film dilinin tek olumlu yanları diyebiliriz.

Hayaletler ile ilgili dönüp dolaşıp aynı soruyu soruyorum; bir film memleketinden bu kadar mı nefret eder! ‘Dışarıya’ duymak istediğini söyleme adına bu denli mi kendiliğinden ödün verir! Venedik Film Festivali’nde ödül alması, yurt dışında taltif edilmesi amacına ulaştığını gösteriyor. Fekat “yönetmen kendi toprağıyla ne kadar ilişki kurabiliyor” sorusu kaba cevaplarla nihayete eriyor.

#Sinema
#Festival
#Hayaletler
#Nefret
3 yıl önce
Bir film ülkesinden bu kadar mı nefret eder!
Kara dinlilerle milletin savaşı
Hepimiz aynı mahalledeniz zaten!
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’