|
ABD adına kim konuşuyor?

Trump’ın başkan seçilmesinin üzerinden 13 ay geçti ama Washington’daki yönetim kaosu son bulmadı. “54. Münih Güvenlik Konferansı”nda katılımcıların cevap aradığı sorulardan biri “ABD adına kim konuşuyor, kimin sözüne güvenmeliyiz?” idi. ABD’yi anlamak için nereye bakacağını bilmediğini itiraf eden Alman Dış İşleri Bakanı Sigmar Gabriel, “İşler mi, Sözler midir? Twet’ler mi?” dedi. Konferansda Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı General McMaster Rusya’nın ABD seçimlerine müdahale ettiğine dair kanıtlar bulunduğunu söyledi. Trump ise hemen bir tweet yayımlayarak McMaster’ın bu açıklamasını eleştirdi.



Amerikalılar Münih kulislerinde Trump’ın meşhur tweet’lerinin görmezden gelinmesini istediler ve ABD’nin müttefiklerine olan taahhütlerinin devam ettiğini savundular. Ancak ikna çabaları tatmin edici değil. Çünkü Trump’ı dengelemekle mükellef oldukları söylenen John Kelly, James Mattis ve McMaster gibi generallerin yanı sıra Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın yerleri sağlam değil. Beyaz Saray reddetmiş olsa da medyada bu isimlerin yerine gelebilecek kişilerin listeleri yayınlanıyor. 11 Şubat’taki “Beyaz Saray’da yaprak dökümü devam ediyor” başlıklı yazımda Trump’ın McMaster ile sorun yaşadığını da ima etmiştim. McMaster o sırada Ankara’daydı. Spekülasyona yol açmamak için ayrıntıya girememiştim.

Trump yönetimi içindeki çatışmaya dair daha birçok söylenti var. John Kelly’den önceki Beyaz Saray Genel Sekreteri Reince Priebus çarpıcı bir açıklama yaparak “Duyduğunuz herşeyi 50 ile çarpın” demişti. Bir diğer meseleyse, Beyaz Saray’da çok sayıda ismin kalıcı güvenlik izni olmadan görev yapıyor olması. Listede Trump’ın damadı ve kıdemli danışmanı Jared Kushner de var. Beyaz Saray, Başkana günlük olarak sunulan istihbarat bilgilendirme notları dahil, en mahrem bilgilere erişen Kushner için kalıcı güvenlik iznine gerek olmadığını açıkladı. Oysa “Ulusal İstihbarat” direktörü Dan Coats yaptığı açıklamada kalıcı güvenlik izni bulunmayan kişilerin hassas bilgilere erişimlerinin sınırlı olması gerektiğini söylemişti. Şu sıralar Kelly’nin bu krizin içinden nasıl çıkacağını kara kara düşündüğünü söyleyebiliriz.

2018 sonbaharındaki seçimler Trump ve Cumhuriyetçiler için yüksek kazıklar içeriyor. Bu yüzden Cumhuriyetçiler’i motive etmek için düzenlenen “Muhafazakar Politik Eylem Konferansı” hayli gürültülü geçti. Konferansa, Fransa’dan “Ulusal Cephe” lideri Marine Le Pen’in yeğeni Marion Marechal-Le Pen ile İngiltere’den “Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi” eski lideri Nigel Farage da konuşmacıydı. Konferansta Trump da coştukça coştu. Amerikan gençleriyse bireysel silahlanmaya karşı gerçekleşen protesto dalgasına öncülük ediyorlardı. Liseli gençlerin sürüklediği dalganın hedefinde “NRA(Ulusal Silah Birliği” başta olmak üzere silah lobileri ve “Cumhuriyetçiler” vardı. Hiç kuşkusuz altının kalınca çizilmesi gereken bu gelişmenin Cumhuriyetçiler için çok ciddi siyasi sonuçları olacaktır.

Amerika bu protestolarla sarsılırken Trump’ın ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma işlemini erkene çekmesi tabii ki içerdeki kaosu dışardaki kaosla gidermeye dönük. Taşınma işleminin İsrail’in kuruluş günü olan 14 Mayıs’a denk getirilmesi, içerde köşeye sıkışan Netanyahu için can suyu. Nitekim ABD’deki Netanyahu yanlısı işadamı Sheldon Adelson elçiliğin inşası için elini cebine atmaya hazır olduğunu ilân etti. Adelson, Trump’ın en cömert bağışçısı. Seçimler için paraya ihtiyacı olan Trump, İsrail Lobisi’nin ve Adelson’un desteğini kaybetmek istemez.

Bu arada Cumhuriyetçi ABD Başkanlarının manevi rehberi olarak kabul edilen, dünyaca ünlü Evanjelik Vaiz Bill Graham Çarşamba günü 99 yaşında öldü. Graham’ın ölümü, çürümekte olan Amerikan muhafazakârlığını tartışmaya açtı. Aslında Amerikan Evanjelizmi yaşlandı ve ölmek üzere. Evanjelik gençler arasında Cumhuriyetçiler’e ve İsrail’e destek giderek azalıyor.

#ABD
#Trump
#Batı
#Fransa
6 yıl önce
ABD adına kim konuşuyor?
Seküler cenaze törenlerine “Zengin Ölüsü” üzerinden tanıklık...
Agâh Özgüç ustamız yine yapmış yapacağını... (1)
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’