|
İsrail'le görüşen Sinirlioğlu, İran'a giden Görmez…
ABD'nin Orta Doğu'daki eski şeytanı ve yeni flörtü İran'ın eski Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad Temmuz 2010'da “ABD üç ay içinde Orta Doğu'ya saldıracak,” derken deli muamelesi görüyordu. Üç buçuk ay sonra Tunus'ta Muhammed Buazizi kendini yakarak Yasemin Devrimi ve dolayısıyla Arap Baharı'nın ilk domino taşı olduğunda, finansal göstergeleri, silah anlaşmalarını ve teknolojik gelişmeleri fark ederek büyük bir fırtına bekleyenler hariç hiç kimse işin birkaç yıl sonra nereye varacağını öngöremiyordu elbette.

Mayıs 2010'da Türkiye, Brezilya ve İran arasında imzalanan Tahran Deklarasyonu'yla Türkiye nükleer silahların yayılmasının önlenmesi amacıyla bölgede tüm iyi niyetiyle arabuluculuk yaparken, ABD İran'ın nükleer programı kadar Türkiye'nin bölgedeki rolünden de rahatsız oluyor; o sırada İran ise geçiniz nükleer silahların yayılmasını önlemek, nükleer programının bir benzerini Lübnan'a öneriyordu. Lübnan Hizbullahı lideri Nasrallah ise ağır bir dille 'İranafobi'yi eleştiriyordu. Saflar belirginleşiyordu ve tek engel yürüttüğü dengeli diplomasi şekliyle Türkiye'ydi, tabi bunu o zaman söyleyene 'savaş çığırtkanı' muamelesi yapılıyordu. Nitekim Ahmedinejad 2011'de “Türkiye, sen de artık safını seç,” çağrısı yaptığında, aklımız 'dengeli diplomasiye devam' dese de, serdeki Amerikan ve İsrail karşıtlığı gönlümüzü çeliyordu elbette. Buna rağmen Arap Baharı'nı destekledik, hemen öncesindeki Wikileaks rüzgarından şüphe etsek de. İnsanlar özgürlük ve hak talep ediyordu çünkü. Sadece biz değil, 'bir cisim yaklaşıyor' diyen ve 'devrim-karşı devrim-asimetrik savaş' değil de askeri bir müdahale beklediği için yanılan ve fakat bir oyun kurulduğunu fark eden Ahmedinejad bile oyuna kendini kaptırıp sessizce destekledi aslında.

Örneğin, dün Suudi Arabistan'da idam edilen 47 kişinin arasında bulunan Şii lider Nimr Bekir el Nimr, 2011-2012'de Suudi Arabistan'a sıçrayan protestoların, Riyad'ın uyguladığı Şii ayrımcılığına karşı bir harekete dönmesinde rol oynamıştı. Ne bizim medyamız ve Orta Doğu analistlerimiz ne de dış politikayı takip etmede yıllardır aynamız olmuş Batı medyası Arap isyanlarının bu tarafına değindiği için, toplum bu açıyı göremedi ama İran bunu biliyordu elbette. Ta ki devrim Suriye'nin kapısını çalana kadar pek çokları gibi 'Arap Baharı Körfez'e sıçrayacak' diye düşünen Tahran, protestolar Şam'a uzanınca ve Beşar Esad kendi halkının üstüne tankları yollayınca 'İç işlerine karışmayız,” pozisyonuna bürünüverdi. Bazıları Arap Baharı'nın İran'a da geleceğini düşünürken bazıları da yaklaşan bir dalganın hesaplarını başından beri yapan İran'ın etkilenmeyeceğini söylüyordu. 2013 seçimlerinde Ahmedinejad gidip 'ılımlı' Hasan Ruhani geldiğinde, İran'ın sokaklarında değil ama siyasi dehlizlerinde gözlerden uzak, bölgede kopacak fırtınaya uygun bir dizaynın yapıldığını fark edecektik. Zaten ardından gelen ABD-Rusya öncülünde başlayan P5+1- İran nükleer müzakereleri de bu pazarlığın Tahran'da siyasi bir dizaynı da barındırdığını bize gösterecekti.

O sırada 2013'te Türkiye'de Gezi'yle başlayan çalkantılı dönemle beraber, Türkiye o zamana kadar Batı'ya karşı yanında durduğu İran'ın, sessiz sedasız, Orta Doğu'nun yeniden dizaynı karşılığında bir 'üst akıl' planına teslim olduğunu görecekti; devamında NATO müttefiki Batılı ülkelerin Ak Parti iktidarını ve Erdoğan'ı devirmek için girdiği psikolojik savaşla karşı karşıya kalacaktı. Batı'nın sadece Suriye ve Arap Baharı politikası değişmiyordu, aynı zamanda model ülke olarak örnek gösterdiği ülke hedef alınıyordu. Arap Baharı'nın İran'ın bölgedeki nüfuzunu artırma projesi olduğunu düşünen Kral Abdullah liderliğindeki Suudi Arabistan gibi bazı Körfez ülkeleri de, Ahmedinejad gibi kurulan bir oyun olduğunun bilincinde olmalarına rağmen, oyuna dahil oluverdi. Müslüman Kardeşler'den ve Ak Parti'den kurtulmak o an için daha cazipti nitekim. Mavi Marmara özrünü aynı yıl dilemiş olan İsrail de 'fırsat bu fırsat' diyerek Türkiye'yle uzlaşmayı askıya aldı. Ankara, dostundan düşmanından, müttefikinden rakibinden, içeriden dışarıdan topyekûn saldırıya uğrayınca, denge politikalarının yerine yürüttüğü insani ve vicdani diplomasisini ön plana çıkarmak zorunda kaldı. Bu bir hayatta kalma refleksiydi aynı zamanda. Türkiye halkına, Suriye'yi ve mültecileri, Mısır'ı ve darbeyi miting alanlarında anlatarak, Türkiye'de yaşananların ne demokrasi talebi ne de yolsuzlukla mücadele gayreti olmadığı göstermek zorundaydı. Gösterdi de.

Yine de Ankara, Türkiye'yi aleni olarak tehdit etmeyen her ülkeyle görüştü. Kapıları ne İsrail'e ne İran'a ne Batı'ya ne de Doğu'ya kapadı. 'Eğil' dendiğinde eğilmediği için dış politikası başarısızlıkla suçlandı ama Türkiye devasa bir dizayn projesinin içinde ne ateşe odun attı ne de onurunu ayaklar altına aldırdı. Bugün bunun için Dış İşleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu İsrail'le müzakere ediyor ve masada Filistin'le Gazze'nin kazanacağı bir formül için çabalıyor, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez Tahran'a giderek Vahdet toplantılarına katılıyor ve orada "kimyasal silahlar ve bombalarla halkını katledenler ve onlara destek olanlar, Ahiret gününde hesap verecek,” diyebiliyor. Sınırımızı ihlal ettiği için uçağını düşürse de, Ankara'nın kapısı hala Rusya'yla da diyaloga açık, sırtından bıçakmış olsa da NATO müttefiklerine de. Çünkü Türkiye, bulunduğu konum gereği, bu dengenin dışına çıktığında daha büyük bir kaosun fitilini ateşleme riskiyle karşı karşıya kalabileceğini biliyor, ya da eski Türkiye'de olduğu gibi diz çöküp eğilmek zorunda kalabileceğini.

O yüzden, ne “Sen İsrail'le görüştün, hainsin” diye suçlamanın ne de “Sen nasıl Tahran'a gidersin, İrancı mısın?” diye çıkışmanın alemi yok. Tıpkı “biz demiştik”lere ve 'her şeyi önceden biliyormuşçuluk' oynamaya gerek olmadığı gibi. Ahmedinejad gibi Abdullah gibi oyunu gören liderler dahi oyunun içine dahil olmuşken, yapılan bazı hatalar üzerinden Ankara'yı eleştirip kahinlik taslamak sığlıktan öteye geçmiyor. Zira Orta Doğu'yu en iyi bilen isimlerden Velid Canbulat'ın da dediği gibi, “Bir oyun kuruldu, ama artık onu kuranlar bile kontrol edemiyor, sonunu öngöremiyor.”
#Orta Doğu
#NATO
#İRAN
#RUSYA
#Arap Baharı politikası
#tahran
8 yıl önce
İsrail'le görüşen Sinirlioğlu, İran'a giden Görmez…
Mehdi gelmiştir, emin olabilirsiniz
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar