|
Galoşla girmem abi!

Konya’da Hz. Mevlana’yı ziyaret ettik, içim parçalandı. Kapıdan girerken elimize bir galoş tutuşturdular, mübalağa etmiyorum birkaç dakika elimde galoşlarla kalakaldım. Ne yapmalıyım? Ayakkabımın üzerine o galoşu giyerek içeri girmeye edebim müsaade etmiyor, giymesem ayakkabıları çıkarıp nasıl yapacağım, şaşırdım. Kirletmek istemediğimiz yere girerken galoş giyerek gireriz biz; temizlenmek için girdiğimiz yere ayakkabılarımızı çıkararak! Uydum herkese galoşları giyip girdim içeri, girmez olaydım.

Yüksek sesle konuşanların gürültüsü, kahkahalar, düğün alayları, fotoğraf çekimleri, uygunsuz kıyafetler; sanki bir türbe-i şerifte değil de müzedeyiz. Müzelere de haksızlık etmeyelim gerçi oraları gezmenin de bir usulü erkanı, edebi var ve ekseriyetle müze ziyaretçisi o usule riayet etmesi gerektiğini bilir, ona göre davranır. (Bu arada içinde türbe olan bir müzedeyiz, doğrusu bu!)

Lâ havle’lerle Hz. Pir’in başucu hizasına kadar geldim, anlamsız gürültüyü, haşin kalabalığı yararak kendime bir yer buldum, selam verip, üç İhlas bir Fatiha okuyacak kadar durabildim, içim kan ağlayarak kaçtım. Türbeden kaçılır mı, kaçtım! İki rekat tahiyyat’ül mescid namazı kılayım dedim, erkekler için ayrılan mescid bölümünün sağından solundan sarkan kabloları, huzura mani ahvali gördüm, mescidden de kaçtım.

Balkanlar’da, Orta Asya’da, Arap coğrafyasında iç sızlatan türbeleri görünce bizde olsa böyle mi olurdu ya diye boşa hayıflanmışım ben, haksızlık etmişim gariplere. Oraları görünce onları mazur görmek için bahaneler bulup, insafla yaklaşmaya çalışmıştım, aynısını burada da yapmaya çalıştım. Teselliler buldum kendimce. Bu işi deruhte eden yetkili kimseler de en az benim kadar bu işlerin böyle olmasından huzursuzdur ama ellerinden bir şey gelmemiştir, türlü çareler aramışlardır mutlaka ama bir sebepten olmamıştır, bu kadar ve böyle olabiliyordur yoksa gereken yapılırdı elbette. Ziyaretçilerin yerine koyuyorum kendimi, başka bir yere gidebilecekken buraya gelmişler, varsın usul de bilmeyiversinler, gide gele öğrenirler nasılsa, Hz. Pir onları böyle kabul etmiş ben kimim ki, hadsizlik ediyorum, vesaire vesaire…

Meselenin iki yönü var, birisi türbelerden sorumlu olan kimselere bakıyor diğeri ziyaretçilere. Hz. Mevlana Türbesi özelinde ifade etmek gerekirse:

-Keşke müze ve türbe birbirinden kat’i ve net bir çizgi ile ayrılabilse. Arkadaki hücrelere ve bahçeye bir teşhir yeri yapılıp, dergah sadece aslî vazifesi ile ibadethane ve ziyaretgah olarak kalabilir. Üstelik bu suretle müzeye ziyaretçiler (en azından yabancı turist) ücret ödeyerek girebilir.

-Türbeye girerken ayakkabı çıkarılıp girilse. (Daha evvel denenip başarılı olunamadığını öğrendim ama müze/dergah ayrımı ile birlikte bu da sağlanabilir.)

-Müzeye isteyen istediği gibi girse ama türbe kısmına girişte uygun kıyafet zorunluluğu getirilse, orada tedarik imkanı sağlansa.

-Türbede fotoğraf çekme yasağı olsa.

-Huzurda olmanın gerektirdiği sükunet ortamını sağlayabilmek için tedbirler alınsa.

-Giriş ve çıkıştaki turnikeler -sayaçtan başka bir mantığı yoksa- kaldırılsa.

-Bu minval yerlerin restoresi esnasında dört çevresini betona bezemenin çok da matah bir şey olmadığı fark edilse ve zaruret harici zemini mutlaka toprak, çim, gül, ağaç ne ile yapılabiliyorsa öylece şenlendirilse.

-Bunca temel meseleyi halledememişken çok şey istemiş olmayacaksak şunu da ilave etmeli: Kanuni Sultan Süleyman Han zamanında Hz. Pir için mermer sanduka yapılınca eski sanduka Sultan’ül Ulemâ efendimizin başına konulmuştu, son zamana kadar oradaydı ve çok güzeldi. Şimdi yapılan yeni ve gereğinden çok fazla yüksek sanduka sebebi ile hem o mana kayboldu hem de o muhteşem arka duvar ve o duvardaki Hz. Pir ve Sultan Veled’in isimleri yazılı olan levhalar görünmez oldu. Keşke daha makul yükseklikte, şekli ve sembolleri ile herhangi bir mahalle türbesinden Hz. Pir’in temsil ettiği manayı ayırt edecek estetik ve zarafette bir sanduka ile buna bir çare bulunabilse. Üstelik her iki türbeyi örten eski örtü şimdiki sandukaya giydirilen elbiseden çok daha güzel ve heybetli idi.

Ziyaretçilere bakan kısma gelince:

-Huzur-u Peygamberî’den başlayarak müteselsilen büyük zatların huzurunda edebe riayet etmek gerektiğini bilelim artık. Şehitler ölmezken onlardan evvel zikredilen nebiler ve sıddıkların dünyalarını değiştirseler de ber-hayat olduklarını fark edelim ve sağlıklarında huzurlarında nasıl duracaktıysak, dâr-ı bekâya göçtüklerinde kından çekilmiş kılıç misali olduklarını bilerek, edebe daha bir riayetkâr olalım. Bizim Müslümanlar olarak bu nevi mekanlardaki edep ve hassasiyetimiz diğer ziyaretçileri bilmeseler de bir tazim ve hürmete mecbur edecektir.

-Orada çekeceğimiz fotoğraf ne işe yarar bilmem ama bir köşeciğe büzülüverip okuyacağımız bir sure-i mülk, hiç olmazsa üç İhlas bir Fatiha, kılıvereceğimiz bir tahiyyat’ül mescid, edeceğimiz dua hem usule uygun hareket etmektir hem de menfaatimizedir.

Bu meseleyi sizlerin hassasiyet ve duasına ve bu hususta en az bizim kadar muzdarip olacaklarını yakinen bildiğim Kültür ve Turizm Bakanı’mızın ve kıymetli ekibinin kalplerine emanet ederim.

#Konya
#Mevlana
#galoş
2 yıl önce
Galoşla girmem abi!
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’