|
Görene bilene, köre ne!

Dilimde bir Anadolu türküsü, kendimden bir parçayı geride bırakmış, oradan bir nefesi kalbime almış, ayrılıyorum Buhara’dan, öyle mahzun…

Karşı dağda sıra sıra bademler

Oturup ağlasın yâri gidenler

Ne ben sana doydum ne de sen bana

Kör olsun gurbeti icat edenler

Ayrılmak zor Buhara’dan. Haremeyn’den ve Kudüs’ten ayrılırkenki gibi buruk, masum ama sarhoş edici bir his kaplıyor insanın içini. Ayrılığın acısını hafifletmek için sizi kendinizden geçiriyor sanki şehirde bin yıldır saklanan mana. Ne olduğunu o an anlamıyorsunuz. Taşkent’e geldiğiniz zaman aklınız başınıza gelir gibi oluyor, Türkiye’ye indiğinizde ise ayrılık sızısı hepten sarıyor kalbinizi.

Taşkent’ten Kazakistan’a geçeceğiz, Pir-i Türkistan’a varıp niyaz eyleyeceğiz azizime. Niyetimiz bu ama nasipten ötesi yok. Kazakistan karıştı diyorlar, zamları protesto için halk sokağa indi. Acı bir tebessüm yayılıyor yüzüme, ben bu filmi daha önce seyrettim, şerbetlendim ben bu oyunlara, ömrümün son on yılını Türkiye’de yaşadım ben. Meselenin sadece ‘zam’ olmayacağını bilecek kadar tecrübem var geziden kalma. Dua ediyor, bir umut bekliyoruz ama nafile. Bu sefer varamayacağız huzura. Kazakistan’ın huzuru bâkî olsun da tek, ‘bavırlarımın özü jahsı’ olsun da, biz çağrılırsak geliriz elbet bir daha.

Taşkentli bir akşam vakti dostlarla oturup dertleşiyoruz. Anlatıyorlar, dinliyorum. İnternetten takip ediyoruz hâdisâtı, telefon açıyoruz ulaşabildiğimiz dostlara, neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Henüz Rusya askerleri davet edilmemiş ama Enver kardeşim neticenin ne olacağını tahmin ederek bize haber veriyor. Dediği gibi de oluyor nihayetinde. Derdinden doğan bir tecrübesi, tecrübesinden doğan bir derdi var Enver’lerin. Biliyorlar buralarda ne niçin yapılır ve vakti zamanında neler, nasıl ve niçin yapılmış.

Osmanlı’nın durduruluşuyla beraber Arap coğrafyasında oynanan oyundan farklı değil buraların hikayesi de. Sahte sınırlar, birbirinden ayrıştırılmış bahane devletler, birbirine ötekileştirilip uzak düşürülen halklar, enteresan ama ince hesaplı sözümona haritalar. Düşünün su bir devlette kalmış, doğalgaz diğerinde, tarihi tecrübe bir yere hapsedilmiş, imkan diğerinin ayakları altına serilmiş; iki devletin arasına duvar örer gibi üçüncü bir devlet ihdas edilmiş, zoraki. Daha neler neler… Tanıdık geliyor mu bir yerlerden?

Kimi devletler Sovyet Rusya’nın dağılmasından sonra silkinip kendine gelmek istemesinin ağır bedelini hâlâ ödüyor; kimi bunu yapamadığı için sırtını istemeden tekrar yaslamak zorunda kalmış Rusya’ya. Kiminde halk kendine yabancı; kimin de devlet halkına...

İşin acı tarafı bizi de zihnen ve kalben bir oyuna getirip uzaklaştırmışlar ata yurdunun gerçeklerinden. Hep algı ve manipülasyonların gölgesinde değerlendirmişiz meğer son otuz yıldır bu topraklarda yaşananları. Türkiye’de bir olay olur da, olayın batı medyasındaki yankısına bakıp ‘bu kadar da olmaz yahu!’ deriz ya hani, işte o hesap. Buralarda yönetime gelen bazı insanları, yaptıkları bize ters gelen bir takım icraatları, mesafeli zannettiğimiz duruşları çoğu zaman doğru değerlendirememişiz. Olanı görmemişiz de görmemizi istediklerini seyretmişiz diyeyim, siz anlayın gerisini. Onlara da bizi aynı yerden seyrettirmişler, aynı acı senaryo!

Anlamak ve onaylamak arasındaki farkı ıskalıyoruz çoğu zaman. Ya onaylamayacağımız bir meseleye anlama kapısını da kapatıyoruz yahut anlayamadığımız her meseleyi onaylamadığımızı peşinen ilan ediyoruz. Halbuki insan aynı anda hem anlayıp hem de onaylamayabilir. Osmanlının evlat katli meselesi gibi. Anlamıyorum dediğiniz anda bağlamdan kopuyor rasyonalitenin uzağında, uzaktan maval okuyorsunuz; onaylıyorum dediğiniz zamanda

-şayet varsa- durduk yere bir vebalin ortağı oluyorsunuz. Oysa ne için yaptıklarını anlıyorum ama onaylamıyorum demek mümkün. Ata yurdunda son otuz senedir yaşananlarda da durum aynı. Onaylamadıklarınız olabilir elbet ama anlamak bin yıllık bir borç olarak duruyor omuzlarınızda. Bu farkı idrak edip, sahih bilgiyle, hakiki ilgiyle ve daha müsâmahakâr bir gönülle yaklaşabilirsek karındaşlarımıza, mesafeler hızla yok olacak ve TDT ile başlayan birliktelikten Turan’a yol açılacak.

Kazakistan’da bu gün bir şey deniyorlar, yarın Kırgızistan’da denerler, Tacikistan’a da el atarlar, durmazlar. Oralardaki hesabın tutmaması için Türkiye’nin her şeyiyle büyük, güçlü ve kendinden emin olması şart. Son on beş senede başımıza gelen bunca badirenin niçin olduğunu ümmet coğrafyasının aynasında seyrettik hep, şimdi de Türk coğrafyasında seyrediyoruz. Görene bilene tabi ki, köre ne!

Suriye’yle ortak kabine toplantıları yapıp, başlangıç olarak dört Arap ülkesiyle sınırları kaldırma niyetimiz Arap baharı (!) ile sonuçlanmıştı, Türk Devletleri Teşkilatı’nın Bismillah’ı Kazakistan’ı karıştırıyor. ‘Dıj güjler’ci müptezeller anlar mı? Sanmam.

Bu duygularla döndük memleketten memleketimize. Orhan karşıladı Havaalanında, dilinde bir türkünün dörtlüğü:

Erdi Erenler geldi

Derdi derenler geldi

Ben yâri görmesem de

Yâri görenler geldi

Buhara gözümüzde yaştır şimdi; Kazakistan bağrımızda sızı.

#Buhara
#Haremeyn
#Kudüs
2 years ago
Görene bilene, köre ne!
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi