|
Lümpenleşme üzerine
Târihsel bağlamlarından arındırarak düşünecek olursak siyâseti ve insanın siyâsallaşmasını teşvik edecek çok az şey söyleyebiliriz. Bir defâ siyâset, önünde sonunda bir
iktidâr ilişkileri
manzumesidir. Bu da birilerinin özne (muktedir), diğerlerinin ise onun nesnesi olması mânâsına gelir. İktidâr kurmanın ihtiraslı bir iş olduğunu görmemek için saflığa varan bir iyimserlik sâhibi olmak gerekir. Hoş, muktedirlerin kısm-ı âzamı bunu yumuşatmayı, misyonerlik, diğerkâmcılık gibi değerlerle örtük bir hâle getirmeyi de iyi bilirler. Ama, soğukkanlı ve bir miktâr derinlikli bir bakış bunun böyle olmadığını görebilir.
Kâğıt üzerinde
iktidârsız bir dünyâ
herhâlde daha şık durur. Bâzı çevreler, meselâ anarşistler, bunun hasretini taşırlar. Anarşizm çok defâ tahripkârlığı ile anılır. Doğrudur; lâkin bu tahripkârlığın adandığı gâye, en küçük ölçekliden en büyük ölçekliye kadar toplumlarda varolan iktidâr ilişkilerinden arındırılmış bir dünyâyı hedefler. (Bilindiği üzere krasi eski Grekçe’de iktidar demektir. A eki ise olumsuzluk ifâde eder). Trajik bir târihi vardır anarşizmin. Hem kendisi hem de başkalarına yaşattıkları açısından. Bu ideali ayağa kaldıran ve eş anlı olarak sönümlendiren bizzât anarşistler olmuştur. Anarşist pratik, her defâsında târihin kuvvetli yapılarına çarptığı ve bozguna uğradığı için eyleminde takılı kalmış, bu sebeple de amaçlarından çok eylemleriyle anılmıştır. Olmayacak bir duaya âmin demek gibidir onların durumu. Bu da geniş kitlelerin gözünde, onun uzak durulması gereken, lânetli bir düşünce olarak anılmasına sebeb olmuştur. Ama, anarşist çağrışımlardan arındırılmış olarak iktidârsız bir dünyâ idealine sempati duymamak için insanlıktan nâsibini almamış olmak gerekir.
Çok kısa bir zaman misâfir olduğumuz bu dünyanın derinlikli ve damıtılmış lezzetleri varsa onların izini siyâset dışı sâhalarda sürebiliriz. Genel olarak bizlerin bu
dünyâdan lezzet ve zevk almamızı sağlayan faaliyetler, iktidâr ilişkilerinden, rekâbetlerden arındırılmış olan sanatlar ve bilhassa zanaatkârlıklarda yoğunlaşır.
Ancak bu sâhalarda yaptığımız işlerle hem duygusal hem de zihinsel bağlar doğrudan bir hâle gelir.
İç gerçekliğimiz ile dış gerçekliğimiz bir dengeye
gelir. Marx ve Engels, kapitalizmin dişlileri arasında ezilen
işçi sınıflarının da zevkine balık tutabilecekleri
bir dünyâyı özlediklerini yazıyorlardı.
Medeniyetin bunlara izin vermediğinin, bu dengelerin bir lüks olduğunu unutuyor değilim. İnsanlığımızın derinliklerine ancak, güvenceye kavuşturulmuş, Theodor Veblen sosyolocyasının en vurucu kavramlarından birisi olan
boş zaman sâhibi olarak
ulaşabiliriz. Muhtemelen bu târihten beklenen en en nihâî ve mükemmel durumdur. Gerçekleşmesine yaklaşmak bir tarafa, giderek ondan uzaklaştığımızı düşündüren çok sebep var. Eşitsizlikler, adâletsizlikler mütemâdiyen büyüyor. Bu ideal de, zihnimizde kekremsi bir tad bırakarak bizden uzaklaşıyor.
Târih boş zamân imkânını insanlara
lümpenleşme
üzerinden sunuyor. Köleleşmenin çeşitlenmesi mânâsında
proleterleşmenin paralel evreninde lümpenleşmenin târihi
devâm ediyor. İşbölümündeki konumu proleter olsun orta veyâ üst sınıftan olsun -nihâi kertede fark etmez- lümpenin boş zamânı vardır. Mesele ona sâhip olmak değil, onu tıpkı Engels’in Anti Dühring’de yazmış olduğu üzere,
insanlaşmaya yakışan şekilde zihinsel ve ruhsal fakültelerine yatırım yaptığı
bir tecrübe alanına tahvil edebilmektir. Kapitalizmin tipik niteliklerinden birisi, dayattığı proleterleşme süreçlerini aynı zamanda da yumuşatmayı bilmesidir. (Bu biraz mecbûriyetten biraz da bizzat kapitalizmin krizlerinden doğar). Bize hafta sonlarını, yaz tâtillerini, hobicililği hediye etti. Ama onları da çok fazla ihtiyârımıza bırakmadı. Bir şekilde onun endüstrilerinde üretilmiş olan, her şeyi plastikleştiren paketler üzerinden tüketmemizi mecbûrî kıldı. Orta sınıflaşma dediğimiz süreçler tam da bunu anlatır ve moralist burjuva ideallerinin sönümlendiği merhaleleri ortaya koyar. İnsanların etkinlik duygusunu kaybettiği, toplumsal bağlarının zayıfladığı, mes’uliyet duygularının örselendiği
kültürel bir battallaşmadır
bu. O kadar ki depolitizasyon denilen, siyâsetten bile soğumaya işâret edilen bir süreçtir bu.
Kapitalizm, geldiğimiz aşamada, lümpenleşmeyi daha da derinleştiriyor.
Bunun çeşitli aşamaları var.
İstihdam dünyâsındaki dönüşümler
buna işâret ediyor. Kendi kurduğu istihdam disiplinini, yine kapitalizmin kendisi parçalıyor. Esnek işler, freelance girişimcilik, evden çalışma sistemlerinin yaygınlaşması bunun işâret fişeğiydi.. Modern kamusallıkları üretim ve tüketim örgütlemişti. Proleterleşme(görülen işler üzerinden nesneleşme) soğuk ilişkilere dayalı bir kamusallık doğurdu. Bu daha sonra tüketim kamusallıkları üzerinden, en plâstik karşılığıyla kültürelleştirildi ve lümpenleşmeye evrildi. Kamusal hayatlar kızıştı, ama muhtevası boşaldı. Kamusal tecrübeler
ağ toplumları ve kamusallıkları
olarak gaz formuna sokuldu. Somutluğunu ve örgütlülüğünü kaybetti. Acı acı da olsa düşündürücü olan şu: Proleterleşme süreçlerinin çözülme süreçleri hep bir özgürleşme gibi göründü. Tuhaf bir şekilde
özgürleşme yanılsamasıyla lümpenleşme hep örtüştü.
Biz kestirmeden söyleyelim; gidişât
proleterleştirme süreçlerinin toptan tasfiyesini
ifâde ediyor. Bunun bir diğer adı da
mutlak lümpenleşme
olsa gerekir.
#Kapitalizm
#Marx
#Engel
#Theodor Veblen
2 yıl önce
Lümpenleşme üzerine
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’