|
Yatay ve dikey eksenler

ABD’nin işgâl ettiği mevzilerden çekilmesi devâm edecek görünüyor. Afganistan bunun işâret fişeği oldu. Şimdilerde pek çok çevre bunun Ortadoğu’da da yaşanacağını ifâde ediyor. Hakikâten de artık ABD’nin hegemonik merkezini oluşturduğu dünyâyı idâre edemediği çok açık görünüyor. Bunu ABD’nin yaşamakta olduğu, dışarıya pek de yansımayan krizleriyle baş edebilmek için yaptığı yolunda yaygın bir kanaât de mevcut. Kendi nâm ve hesâbıma ben sâdece bunun bardağı taşıran damla olduğunu düşünüyorum. Esas olarak meselenin, ABD’nin mevcut yapı ve kurumlarının Soğuk Savaş sonrası dünyâyı idâre edebilmenin çok uzağında olmasıyla alâkalı olduğunu vurgulamalıyım. ABD’nin tekmil yapılanması Soğuk Savaşın normlarına göre şekillenmiştir. Askerî ve ideolojik unsurlar bunun merkezindedir. Karşısındaki “düşman” da bu normlara göre yapılanmış uygun bir düşmandır. Hülâsa tam bir mütekâbiliyet vardır. Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile berâber, ABD düşmanını kaybederek en büyük kaybı yaşadı ve bir boşluğa düştü. ABD genellikle “emperyalist” bir güç olarak târif edilir. Lenin emperyalizmi, sömürgeciliğin en “ileri” aşaması olarak târif eder. Ben bu kanaâtte değilim. Birleşik Krallığın temsil ettiği sömürgeciliğin çok daha ince bir işçiliğin mahsulü olduğunu düşünürüm. Asırlara sâri, doğrudan ilişki ve etkileşimleri içeren bir tecrübedir sömürgecilik. Sömürgeciler bizzât hayâtın içinde, sömürgelerin derin bilgileriyle donanırlar ve sömürgeleri “idâre etmeyi” öğrenir. Bâsit bir mukayese yapalım: BK veyâ Fransa’nın Ortadoğu’ya girişi ile soğuk Savaş sonrasında Okyanus aşırı bir güç olarak ABD’nin aynı coğrafyalara tepeden inme, kaba saba girişi çok farklıdır. Elbette bilgi açığını İngiliz istihbâratından devşirerek yaptılar bunu. Ama bilgi elde etmenin getirdiği tecrübe ile onun birikimine konma ucuzluğu arasında bir fark olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekir. ABD, Amerikalar’ın dışında girdiği her yere “bilerek” girmedi. Monroe Doktrininden Wilson Doktrinine geçiş çok sert bir geçiştir. Sömürgeci güçler tarafından kendisine emânet edilen bilgiler, ABD’de derin kavrayışlara yol açmadı. Angloamerikan tarzı bir ucuzlaştırmayla kısa zaman zarfında datalara indirgendi. ABD strateji üretti, ama siyâset üretemedi. Bu mesele uzar. Bu kısa vurgularla yetinelim. Eğer ABD çekiliyorsa, bu tek başına ABD ekonomisinin krizleri ile açıklanamaz. Târih boşluk kaldırmıyor. ABD’nin boşalttığı coğrafyaların birileri tarafından, bir şekilde doldurulacağı âşikâr.

Evvelemirde dikkâtten kaçırılmaması gereken husus, “gidenin gidişinin” lâlettayin olmadığıdır. ABD’nin “palas pandıras”, yağmurdan kaçmanın paniğiyle, kendisinden sonra neler olacağı endişelerini bir tarafa iterek çekildiği düşüncesi son derecede yanlıştır. Kaos yüklü havaalanı taşımalarına bakıp bunun böyle olduğuna hükmetmemek gerekiyor. Görebildiğim kadarıyla Angloamerikan blokta bir işlev dönüşümü yaşanıyor. Bu bloğu var eden iki güçten birisi olan ABD geri çekilirken, diğer ortak Brexit sonrası Birleşik Krallık inisiyatifini arttırıyor. Kapasitesi ne kadar elverir bilemem, ama bilhassa, Akdeniz, Asya ve Afrika havzalarında Birleşik Krallığı sahnede daha fazla göreceğiz. Bu aynı zamanda başını Fransa ve Almanya’nın çektiği Avrupa Kulübünü alârma geçiren bir süreç. Kıt’a Avrupası ile Ada Avrupası arasında bitmek bilmeyen rekâbet canlanacak. Bütün mesele Çin’deki birikimi kontrol etmek ve ondan en fazla nasiplenmek.

Mağrip ve Maşrıkıyla Akdeniz, Yakındoğu, Ortadoğu ve Hazar Havzası çok kritik. Ortadoğu’da Rusya ve İsrâil yakınlaşması hızla ilerliyor. Bu bölgedeki dikey ekseni oluşturuyor. İçine çeşitli noktalarda Mısır ve Yunanistan’ı da alıyor. Avrupa Kulübünün bu dikey eksene yakın duracağını düşünüyorum. Ama bu yakınlaşmaların meseleler temelinde farklı düzeylerde işleyeceğini düşünüyorum. Meselâ Rusya-İsrail yakınlaşmasındaki pürüz İran. İsrail-Rusya yakınlaşmasını İran-Rusya ilişkilerinin geleceği belirleyecek. İran’ı ise Avrupa Kulübü ağırlıklı olarak destekliyor. Almanya ve Fransa’nın niyetleri İran üzerinden Çin’e yakınlaşmak. Bu da Avrupa Kulübü ile İsrail arasındaki ilişkilerin geleceğinde çok belirleyici olacak. Mısır, bir Arap milliyetçiliği rüzgârı estirerek eş anlı olarak İran ve Türkiye’yi Suriye ve Irak’tan püskürtmek niyetinde. Aralarındaki çelişkiler bir tarafa, Rusya, İsrail ve Avrupa Kulübü ortak olarak PKK’nın hâmiliğine soyunacaklar. Irak’ta kavga büyük. Kafkasya’da ağır bir darbe alan, Doğusunda ise Pakistan-Türkiye ittifâkından rahatsız olan İran, Irak’ta Avrupa Kulübünün de desteğini alarak, Haşdi Şabi-PKK ittifâkı üzerinden Türkiye’yi zorlayacak. Birleşik Krallık ise bunlara, boşluğu en derinden hisseden Körfez’i ve Suudî Arabistan’ı Küre Koalisyonundan kopararak; dahası Türkiye, Azerbaycan ve Pakistan’ı destekleyerek cevap verecek görünüyor. Birleşik Krallık kategorik olarak Rusya ve İran’dan uzak duruyor. Yunanistan’a yüz vermiyor. Ermenistan iyice sıkıştı. Eğer bir hamle edip Kafkasya Altılısı’na katılırsa bu çok kritik bir dönüşüm olacak.

Isınan İdlip bu hesaplaşmaların açığa çıkacağı yer. İkincisi ise bu sonbaharın sonlarına doğru Sirte hattında Libya olacak görünüyor. Bu da dikey eksenin yatay karşılığı olacak. Bundan sonra yaşanacaklar işte bu iki eksenin koordinatlarında yaşanacak…

#ABD
#Afganistan
#Soğuk Savaş
#Sovyetler Birliği
#Fransa
#Monroe Doktrini
#Wilson Doktrini
3 yıl önce
Yatay ve dikey eksenler
Yeşil-meşil derken
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?