Şubat ayı sonlarında, ulusal yayın yapan bir TV kanalına, 7 Mart 1990 tarihinde bir suikasta kurban giden gazeteci Çetin Emeç’in, öldürülmesinin üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen cinayetin tam anlamıyla aydınlatılamadığını, arka plan veya azmettiriciler açısından Uğur Mumcu suikastı ile benzer ve kesişen noktalar bulunduğunu açıklamıştım.
Devletin gladyo suikast ve cinayetlerinin üzerine yeterince gitmediğini ifade eden, Bilge Emeç, yakalanan katilin gerçek olduğunu düşünmediğini, Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi tetikçinin cezaevinde evlendirildiğini, ancak bu cinayetlerin gerisindeki gücün hala ortaya çıkarılamadığını ifade etmişti. Kendisinin Atatürkçü orduyu seven bir insan olarak başka gerçeklerle yüzleşmek istemediği için cinayetin arkasında İran olduğunu söylemenin işine geldiğini, İran’ın yaptığına inanmak istediğini de yaptığı söyleşide dile getirmişti.
Bugüne kadar konuşmadığını, çünkü kendilerine bıktırma siyaseti, usandırma politikası güdüldüğünü, bunda da başarılı olduklarını ‘Çözmesinler, istemiyorum’ dedirttiklerini, 'en acılı günlerimizde, geliyorlardı, anlattırıyorlardı, gidiyorlardı. Sonra bir başkası geliyordu, sonra bir başkası.‘ Bunları anlattığını belirtmesine rağmen, 'dosya boş, ifadeler yok edilmiş, baştan yapılması gerek' diyerek defalarca ifade vermeye zorlandığını, yapılanların çok ağrına gittiğini, evrakların birçok kez nasıl kaybolduğunu anlayamadığını ifade ediyordu.
Bilge Emeç’in anlattıklarının tıpatıp aynısını bir televizyon programında beraber olduğumuz Eşref Bitlis’in oğlu Tarık Bitlis de dert yanarak anlatmıştı. Uğur Mumcu’nun oğlu Özgür Mumcu ve kardeşi Ceyhan Mumcu, medyaya yaptıkları açıklamalarda Uğur Mumcu’nun ‘’İslamcılar’’ tarafından öldürüldüğüne inanmadıklarını, ama bu cinayeti Kontrgerilla ve PKK’nın yaptığını duysalar şaşırmayacaklarını ifade etmişlerdi.
(Haftaya pazartesi devam edeceğiz)