|
Türkiye, ABD’ye 2. “Çekiç Güç” Fırsatı Vermemeli

1 Mart Tezkeresine “hayır” dediğini iddia ederek gururlananların, Türkiye-ABD arasındaki “vize” krizi sırasında, ABD karşısında “yalvaran” tavırlarını esefle izledik. Türkiye muhalefeti de, Türkiye solu da ABD’den vize almak üzere kuyruğa girmişti ve Sam Amca’nın vuracağı mührü büyük bir hevesle bekliyordu. Bu, burada dursun…

Soğuk Savaş’ın bitimi, dünyada esen liberal rüzgârlar, 90’larda Bill Clinton’ı başa geçiren “liberal” atmosfer dünyanın batısından doğusuna doğru etki etti. Birazdan ifade edeceklerimi, dünyanın bu zamanın ruhu üzerinden okumak, anakronik bir hataya düşmemek için akıllıca olur, bunu göz önünde bulundurarak devam edelim.

Aynı dönem, daha önce Halepçe Katliamı ile Kürtleri katleden Saddam rejiminin Kürtlere yönelik olası bir saldırı düzenlemesinden endişe ediliyordu. Ki edilmeliydi de… Lâkin ABD için mesele sivil Kürtlerin güvenliği değil, bölgeye yönelik hâkimiyet için kullandıkları bir bahaneydi. ABD, bugün olduğu gibi dün de “Kürt Kartı”nı kullandı. Ta “Ulusların Kaderi” diye ortaya attıkları ancak “Ulusların Kâbusu”na dönen dönemlerden bu yana bir bölgedeki “sivilleri” bahane ederek oraya çöken, sivillerin geleceğini tarumar eden, o bölgeden çıkarken orayı yangın yeri gibi bırakan ABD, “Huzur Harekâtı, Huzuru Temin Harekâtı, Huzur Harekâtı-2/ Operation Provide Comford” ile bölgeye çöktü. Bölgeye çöküşünde düzenlediği harekâtı da Türkiye üzerinden düzenledi. Yanlış çeviri mi, bilinçli olarak kavramlaştırıcı çeviri mi bilemiyoruz ancak bu mevzu tarihimize “Çekiç Güç” olarak geçti.

Çekiç Güç, Anavatan Partisi döneminde kabul edildi, Refah Partisi döneminde işlevi değiştirilerek kaldırıldı. Ki hemen akabinde de Irak Savaşı başladı, daha doğrusu Irak Savaşı başlayınca bitirildi.

Çekiç Güç ile ilgili tartışmalardan bir tanesi ve en önemlisi şüphesiz bu süreçte PKK’nın, Türkiye üsleri kullanılarak desteklenmesiydi. Tanıdık geldi öyle değil mi?

Şimdi dünyada esen liberal rüzgârlar, küresel atmosfer yerini tüm dünyaya yayılan daha milliyetçi bir havaya bırakmak üzere, tüm dünyada bu etkiyi görmek mümkün, bundan sonrasını da zamanın bu dilimindeki değişimi gözden kaçırmadan okuyalım, okuyalım ki metot hatasına düşmeyelim.

Uzayan ve uzamasıyla birlikte Suriye sınırlarının dışına taşan Suriye Savaşı, ABD’nin bölgeye çökmek için bu dönemdeki bahanesi oldu. Bu kez “PKK-PYD, DAEŞ ile mücadele ediyor” bahanesi ortaya sürüldü, Kobane gündemleri ile sivil yerel halk bahane edilerek ABD tarafından neredeyse yarım asırdır mücadele ettiğimiz terör örgütü silahlandırıldı, silahlandırılmaya da devam ediyor.

Dahası, dün olduğu gibi bugün de daha doğrusu dünden başlayarak bugüne kadar parça parça bölgenin demografisi ile oynandı ve Türkmenler, neredeyse sistematik olarak yok edildi. Ama kimse Türkmenler üzerinden “ulusların kaderini tayin hakkı, bölge demografisi ile oynanıyor, siviller katlediliyor” konularını Türkmenler üzerinden dillendirmedi.

Bu arka planın önünde Suriye Savaşı devam etti… Suriye’deki sivillerin katlinden Rusya ve İran da sorumlu olmakla birlikte, Suriye Savaşı’nın uzamasındaki en önemli faktör ABD’dir diye düşünüyorum. ABD, “muhalefeti böl-yönet” mantığıyla Suriye muhalefetini böldü, “ılımlı muhalefeti oyaladı”, bazı muhalifleri “radikal” olarak tanımladı, PKK-PYD terör örgütlerini farklı isimlerle bölgede “Kürt kartı” üzerinden aktör haline getirdi. Bölünen muhalefet ise Suriye’de şiddetin durması adına adım atamadı. Ve mesele Suriye Savaşı’ndan çıkıp, Kürtlere bağımsız bir devlet kurmaya kadar geldi. Mevzu Kürtlere bağımsız bir devlet kurma değil tam olarak bağımlı bir ortam yaratma meselesidir, ABD de bu yolun taşlarını döşemektedir. Ve aynı mesele Türkiye’nin güvenliğini tehdit edecek bir boyuta gelmiştir.

ABD ile ilişkilerdeki gerilim yeni bir konu değil, son gelişmeler ise iki alanda sıkışıyor: Türkiye ABD’yi, ABD Türkiye’yi iki konuda zora sokuyor; FETÖ ve PKK-PYD. İki terör örgütü de ABD tarafından destekleniyor, korunuyor. Türkiye’nin, İdlib konusunda adım atması, Irak konusunda harekete geçmesi, ABD’nin planlarını sekteye uğratıyor. Yine Türkiye’nin FETÖ ile mücadeleye devam etmesi, bu minvalde bir konsolosluk çalışanının gözaltına alınması ABD’yi, Türkiye tarafından sıkıştırıyor, bu sıkışmışlık içerisinde “üst akıl” diyerek kutsiyet atfedilen ABD, tam olarak bir Kezban gibi hareket ediyor. Rusya ve İran’a yönünü dönebilecek bir Türkiye modeli istemezken, tam olarak Türkiye’yi o tarafa doğru itiyor.

Şimdi ortada Türkiye, İran, Rusya ve karşısında ABD, PKK-PYD, Barzani saftirikliği ve FETÖ var. Bir yanda üç köklü devlet, diğer yanda bir güçlü devlet ve terör örgütü paçavraları mevcut. Doğal olarak bu denklemde ABD’nin makul tavrı Türkiye’yi kendine çekmek olmalı ama bunu yapamıyor zira ABD’nin karşısında artık başta duran gözü yaşlı muhalefetin kumandayla hareket ettirilen Türkiye’si yok, daha başka bir Türkiye var, o Türkiye şimdilik ABD’nin işine gelmiyor ve ABD, kaybını yarın ipini kolayca çekebileceği terör örgütleri ile kapatmaya çalışıyor. Tuhaf olan, terör örgütleri hadi neyse de Barzani gibi meşru bir isim gönüllü olarak kendini bu çamur deryasına neden atıyor? (ABD’den önce bölgenin hâmisi konumundaki İngiltere, bu taktiği Şerif Hüseyin ve oğulları Faysal ile Abdullah üzerinden denemişti, bölgede” mezhep-ırk” üzeriden politika yapan dar kafalıların hepsi kaybetmişti yine bölgede böyle bir girişim olursa tarih tekerrür etmekten başka çare bulmayacaktır.)

Dış politika, uluslararası siyaset pragmatiktir, pragmatik de olmalıdır, tabi pragmatizmin sizi gayr-ı ahlâki bir tutuma itmemesi de gözetilmelidir. Dolayısı ile Türkiye’nin sabrını taşıran ABD, mütekabiliyet cinsinden cevaplandırılınca çok hoşumuza giden bu gelişme bir takım zorlayıcı sonuçlar da doğurabilir, dolayısı ile iki düşün bir harekete geç ilkesinden uzaklaşmamak da yine bizim yararımıza olur. Bununla birlikte İran ve Rusya ile yakınlaşmamızın da ölçülü olması gerekmektedir. Zira uluslararası ilişkilerde, dış politikada “ölümüne dost, ölümüne düşman” diye bir şey yok, herkes nefes alabileceği ortamı oluşturmak zorunda.

Muhtemelen Türkiye’yi gelecek haftalarda ABD krizinden de önemli gelişmeler beklemekte, bu muhtemel gelişmeler konsolosluk çalışanından daha önemli gelişmeler ve bana sorarsanız ABD’nin agresifliğinin altında yatan neden, sadece FETÖ’cü konsolosluk görevlisinin gözaltına alınması değil, Türkiye’nin Irak politikasında atacağı adımlardır. İşin ilginci, Türkiye’nin Irak politikası üzerine sessiz düşünceleri henüz duyulmamışken ABD’nin ve FETÖ’nün bu politikayı duymuş olması ve haberin, muhataplarına ABD üzerinden gelmesidir. Dolayısı ile ABD ile mücadele FETÖ ile mücadele, FETÖ ile mücadele ABD ile mücadeledir, Irak’taki referandum da bu mücadeleden bağımsız değildir, Türkiye’nin başarılı bir politika için bu üç denklem üzerinden harekete geçmesi gerekmektedir.

#Türkiye
#ABD
#FETÖ
#Çekiç Güç
7 yıl önce
Türkiye, ABD’ye 2. “Çekiç Güç” Fırsatı Vermemeli
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset