|
Zekeriya Öz, o gün az kalsın dayak yiyordu

Türkiye, 2013’ün son günlerinde başlatılan, 2014’e damgasını vuran çok ağır bir travma atlattı. Devlet, ülke ve millet, bir yıl boyunca, kökleri büyük oranda dışarıda olan, sinir uçları Türkiye toplumunun ve devletin içlerine sinen bir örgütle mücadele etti. Yerli bir görünüm, yerli bir dil ile bir dış operasyon servis edildi ve insanlar devletin ve milletin karşısına geçip bir örgütten yana tavır almaya zorlandı.

Tarihte ilk kez muhafazakar görünümlü bir yapı darbe için kullanılıyordu. Cumhuriyet tarihinde sağcısından solcusuna ve milliyetçisine kadar her kesim Türkiye’ye yönelik operasyonlar için kullanılmıştı. Ama artık bu çevreler üzerinden yürütülen operasyonlar tutmuyordu.

Geleneksel muhalefet yapıları söylem ve vizyon olarak tükenmişti ve toplumsal kredileri yeterli değildi. Önce geleneksel muhalefet çevreleri biraraya getirildi. Bir çatı oluşturulmak, şiddet ve terör üzerinden iktidar değişimi planlandı. Sokaklar terörize edildi. Bu son umuttu. Ama başarısızlıkla sonuçlandı. Geride sadece çirkinlik, kötülük bıraktı.

Muhafazakar kimliği öne çıkaran, yerli bir duruşu sahiplenen, Türkiye’nin geçmiş birikimiyle kendi yolunu çizmeye çalışan, bağımsız ve kompleksiz bir gelecek inşa etmeye çalışan kadrolara ve bu kadrolara alabildiğine destek veren kitleleri durdurabilmek için yerli görünümlü, muhafazakar bir muhalefet alanı oluşturma projesi devreye alındı.

Soğuk savaş döneminde Sovyet yayılmasını durduracak kalelerin Müslüman ülkelerden oluşturulması gibi bu sefer de Türkiye’nin yerli meydan okuyuşuna karşı direnç noktası olarak muhafazakar bir organizasyon kullanılıyordu. İslami terminoloji ve hassasiyetler bu yüzden alabildiğine istismar edildi. Daha önce tanık olmadığımız türden fitne ve yalan kampanyasıyla zihinler kirletildi.

17 Aralık 28 Şubat’ın devamıdır

28 Şubat askeri müdahalesi nasıl küresel 28 Şubat’ın ilk denemesi ise, bu da öyleydi: Yeni Türkiye’nin inşası muhafazakar yapılar üzerinden sabote ediliyor, yıllardır servis edilen “ılımlı İslam”, “Amerika İslam’ı” Sovyetler'den sonra Türkiye’yi vuruyordu.

Dünya değişmişti, küresel iktidar kavgaları büyük oranda Müslümanların hakim olduğu coğrafya üzerinde cephelere dönüşüyordu. Yükselen İslami dalga, Batı için Sovyetler gibi bir tehdit haline geliyordu. Yirmi yıldır bu dalgayı durdurmak için yeryüzünün her köşesinde anti terör merkezleri kuruluyor, askeri müdahaleler ve işgaller yürütülüyordu. Asya ülkeleri, ekonomik ve askeri güç olarak hızla öne çıkıyor, yeryüzünde yeni güç merkezleri oluşuyor, kimse eskisi gibi Atlantik merkezinden talimat almak istemiyordu.

Bu coğrafyanın en merkezi üssü Türkiye idi. 28 Şubat bu yüzden bir çokuluslu müdahale olarak bu ülkeden Batı vesayetine karşı İslami kesimlerin belini kırmak için planlandı. Türkiye kontrol altında tutulmalı, bağımsız hareket etmemeli, hele kendi geçmişi ve coğrafyasıyla barışıp bir tehdit haline gelmemeliydi.

17 Aralık müdahalesi, 28 Şubat’tan sonraki ikinci büyük Türkiye tasarımıydı. Anadolu’yu özgürleştiren, Kudüs’e sahip çıkan, İslam dünyasını harekete geçirmeye çalışan bir siyasi anlayış ve kadronun, muhafazakar görünümlü bir organizasyon üzerinden tasfiye edilmesi, ardından yine muhafazakar görünümlü bir iktidar inşa edilerek yeniden vesayet altına alınması amaçlanıyordu.

Darbe başarısız oldu ancak muhafazakar iktidar oluşumu projesi devam edecektir. Bu yapı üzerinden de müdahaleler devam edecektir. Ancak, darbeyi boşa çıkaran kamuoyu reaksiyonunu, muhafazakar muhalefet oluşumunu da boşa çıkarma ihtimali oldukça yüksek.

Bu yüzden, Fethullah Gülen’in simgesel öncülüğünde yürütülen operasyonun 28 Şubat çokuluslu müdahalesinin devamı olduğunu söylemek pekala mümkündür.

Mali Şube’yi basıp örgüt şeması yazdırmaya kalktı

İçerideki operasyonel kadroların bu kadar özgüven ve pişkinlikle hareket etmelerinin sebebi arkalarında hissettikleri daha doğrusu talimat aldıkları güçlerdi. 28 Şubat İsrail aşırı sağı ile ABD’deki neoconların ortak operasyonuydu ve Türkiye’de kendilerine yakın askeri unsurlar üzerinden yürütüldü. 17 Aralık’ta da yine aynı çevrelerin parmak izleri çok açık bir şekilde ortada. Dahası, operasyonun merkezi ABD’de ve her şey oradan yürütülüyor.

18 Aralık gününü hatırlıyorum. Önceki gün açığa alınan Zekeriya Öz, Mali Şube’yi bastı. Polislere zorla örgüt şeması yazdırmaya kalkıştı. Örgütün tepe ismi olarak da Tayyip Erdoğan’ı yazdırıyordu. Devamında bakanlar vs. geliyordu. Öyle bir pervasızlık ve pişkinlikle hareket ediyordu ki, talimatlarına uymayı reddeden emniyet mensuplarını tehdit ediyordu. Ona göre darbe başarılıydı, hükümet gidiciydi, Erdoğan’ın ellerine kelepçe takılacaktı, bakanlar tutuklanacaktı.

Efgan Ala’nın müdahalesiyle apar topar Mali Şube’den dışarı atıldı. Örgüt şeması yazdırmaya çalışan Öz, oradan kovulmuştu. Az kalsın orada bir de dayak yiyordu.

“Başbakan’ı ne zaman alıyoruz, talimat geldi mi”

Sadece Öz değil, diğer savcılar, hakimler, emniyet mensupları, gazeteciler, işadamları, aklınıza kim gelirse, örgüt içinde yer alan herkes bir şekilde darbenin başarılı olacağından emindi. Yeni hükümet, kadrolar kimlerin nerelere atanacağı, kimlerin tasfiye edilip hapislere doldurulacağı belirlenmişti. Önlerine çıkan ve çıkacak kim varsa yok edilecekti. Binlerce insan bu yüzden dinlenmiş, fişlenmiş, tapelenmiş ve haklarında örgüt ya da başka bir suçtan kurgular yapılmıştı. Dosyalar hazırdı. Sesini çıkaran içeri atılacaktı.

Okul yaptırmadığı için, haraç vermediği için, cemaatin şirketlerinin gireceği ihalelere girdiği için işadamlarını hapse atıp yüz yıl, iki yüzyıl ceza veren bir anlayışın, iktidar olduktan sonra neler yapabileceğini bir düşünün. Böyle onlarca dosya var. O zaman dertlerini anlatacak kimse bulamıyorlardı. Devletin bütün yargı kurumları kapıları yüzlerine kapatıyordu. Bu insanların çoğu iflas etti, hayatları karardı. Şimdilerde sayısız dosya geliyor gazetelere. Bize de bunları yaptılar diye.

Emniyet istihbaratta dinleme yapan polislerin kendi aralarındaki yazışmalarda “Yurt dışından talimat geldi mi, Başbakan’ı ne zaman alıyoruz”, “Bakanlar Kurulu’nu burada (emniyette) toplayacağız” diyorlardı. Başbakan'a ağır küfürler ediyorlardı.

Erdoğan’a kişisel öfke duyan herkes şimdi bu darbecilerle aynı cephede yer alıyor. Ortada fikri, siyasi bir hesap yok, sadece kin ve nefret hissi ile bir savrulma var. Kendi tükenmişliklerini bu şekilde örtmeye, gayri meşru bir arayış üzerinden can suyu bulmaya çalışıyorlar. Bazılarının ise müdahalenin dış aktörlerinin nüfuz alanında olduğuna şüphe yok.

Ferhat Kentel örneği

Başbakan olduğu dönemde bir gün bir grup gazeteci ile Erdoğan’a geçmiş olsun ziyaretine gitmiştik. Ergenekon operasyonlarının tam gaz devam ettiği günlerdi. Sıra yazar/çizerlere geliyordu, bazı isimlerin gözaltına alınacağı söyleniyordu.

Ali Bayramoğlu bu durumu gündeme getirdi. Ferhat Kentel’in gözaltına alınacağına dair söylentiler olduğu serzenişinde bulundu. Erdoğan’ın tepkisi “Olur mu öyle şey” oldu. Erdoğan’ın müdahalesi sonucu Kentel gözaltına alınmaktan kurtuldu. Aynı kişinin bugün Erdoğan’a karşı paralel çevrelerle iş tutması bu anlamda ibretlik bir durumdur.

Sadece Kentel mi? Böyle onlarca isim var.

Bir yandan Zekeriya Öz’ün Mali Şube’deki “kabadayı” havası diğer yanda Kentel’in basiretsizliği. İkisi de hüsran. Bir de ağlayıp sızlanan, basın özgürlüğü ve adalet çağrıları yapanlar var. 16 Aralık’ta o isimlerin hepsi birer Zekeriya Öz’dü.

Hepimize güzel bir yıl diliyorum....
#28 Şubat
#17 Aralık
#Zekeriya Öz
#Tayyip Erdoğan
#Efgan Ala
9 yıl önce
Zekeriya Öz, o gün az kalsın dayak yiyordu
Kara dinlilerle milletin savaşı
İkinci Doğu Seferi: Dirilten Kardeşlik Ruhu (3)
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti