|
Yeni gerçekçiliğinizi nasıl alırdınız


Okyanus Sözlük’te, gerçek “Olgu hâlinde olan, yani bir durum, bir nesne veya bir nitelik olarak var olan” şeklinde açıklanmış ve sair dillerdeki karşılıkları da şöyle verilmiş: Osm.: Hakiki, şe’nî; İng.: Real, actual; Fr.: Vrai, véritable, réel. Bunlara Tietze Lugati’nde kertü, sadık ve vefadar kelimeleri eklenmiş.

Dilimizde -yaklaşık yedi yüz yıldır- ne kelime ne de mefhum olarak gerçekle ilgili bir problem yoktur; Ama ondan türetilen “gerçekçilik”le ilgili çok ciddi problemimiz vardır. 19. yüzyılda Batı’dan edebiyat yoluyla bize bulaşmış, üstesinden gelemediğimiz, hâlen gelmeye de pek niyetli görünmediğimiz çok yönlü ve çok yüzlü bir problemdir bu!

Bunun nedeni, dilsel bir vakıa olarak bir olguya, nesneye, niteliğe denk düşerek pratik bir durumu ifade eden gerçeğin, “gerçekçilik” şekliyle gündelik pratiğe istikamet vermek, onu siyasi ve kültürel bir maksada göre biçimlendirerek başkalarına dayatmak anlamında bir ideolojiye sahiplik etmesidir.

Lafı dolaştırmadan söyleyelim: Bizde gerçekçilik 1800’lü yılların sonunda edebiyatta başlar, 1900’lü yılların ilk çeyreğinde gemi azıya alır ve sonraki yıllarda Kemalizm’in din düşmanlığında etkili bir siyasi silaha dönüşür.

Edebiyattaki ilk gerçekçilik havarilerimiz, sanki büyük bir hakikati ilk kez keşfediyorlarmış gibi, sünnet çocuklarının korkulu sevincine eş bir heyecan sergilerler. Mesela Nabizâde Nâzım, gerçekçilik aşkıyla yazdığını söylediği Karabibik (1890) adlı modern hikayesini -bugünkü söyleyişle öyküsünü- onu önceden görmediklerine, bilmediklerine inandığı cahil okurlarını aydınlatma, bilgilendirme kastıyla takdim etmiştir. Garibim o takdiminde sanki hamamda yıkanırken suyun kaldırma gücünü keşfeden Arşimet gibi sokağa fırlamak üzeredir; Arşimet’in elinde küflü bir tas, onun elinde ise daha önceden benzerleri anlatılmış ya da yazılmış yüz binlerce hikâyeden bir hikâye vardır sadece.

Ömer Seyfettin, Memduh Şevket Esendal ve Sait Faik gelir onun peşinden. Sabahattin Ali de onlara eklenirken, gerçekçilik ideolojisi yeni bir mevzi kazanır: Marksist eleştiri kuramı! Solcu-Kemalistler ondan mülhem olarak önce sosyalist sonra toplumcu gerçekçiliği icat ederler ve teorik planda da asıl sistemin kendilerine yüklediği misyonun farkında değilmiş gibi davranırlar. Bu nedenle onlara gerçekçiliğin ne olduğu sorulduğunda verdikleri cevap, Şoför Dadal’a Kemal Tahir’in Serbest Fırka için yaptırdığı şu tanımlamayı pek aşmaz: “O gayetle lüzumlu bir şey olup, olmayınca hiç olmaz!”

Bu sorunun üstesinden gelme telaşı Attila İlhan’la başlar Fethi Naci ve Ahmet Oktay ile devam eder. Bunların elinde kutsal bir kâseye dönüşen gerçekçilik Doğu hakikatine karşı yürütülen Batı güdümlü ideolojik bir savaşın adı olur. Böylece görebilen gözlere aşikar olan şu hakikat de artık sokağa iner: Türk edebiyatındaki gerçekçilik savaşı, Doğu’nun, -daha da vurgulu olarak söyleyecek olursak- Müslümanların hakikat anlayışlarına karşı özel olarak planlanmış ve uygulanmış ideolojik bir savaştan ibarettir.

Müslümanların hakikati zâhir ve bâtın ayrımıyla müştereken idrak ettikleri bir vakıadır. Hakikat, zahir olması bakımından “işte burada” bulunduğu, durduğu, göründüğü ve gösterildiği gibidir. Batın olması bakımından da hakikat, retinal gözle görülemediği, kısmen duyular yoluyla idrak edilebildiği, zihnin ve aklın sınırlı olarak nüfuz edebildiği şekliyle varlığı tartışma götürmeyendir.

Gerçekçilik, önce hakikatin bâtınını inkâr tahtında, aklı kıt olanları “görmediğime inanmam” şeklindeki bilimsel saçmalığa mahkûm etmiştir. Bunlara karşı “Sorunuzu ifade etmenize yarayan sesiniz nerede? Size bu mantığı kurduran aklınız nerede?” diye sormak da artık eskide kalmıştır zira burada meselenin saf bir meraka tabi olarak bir şey sormak olmadığı; Müslümanların hakikat ile olan sahih ilişkisini bozmaya yönelik olduğu tüm gerçekliğiyle ortaya çıkmıştır.

Batı güdümlü gerçekçilik ideolojisine tabi olanların derdi Müslümanların cinlere, meleklere ve gayba inanmaları, rüyayı bir gerçek olarak benimsemeleridir. Bunların inkârı inananların imanına karşı bir saldırıdır. Yani özet bir söyleyişle gerçekçilik namı altında sergilenen karşıtlık din ile dinsizliğin karşıtlığıdır.

Gerçekçilerin Marguerite Yourcenar’ın rüya çözümlemelerini ağızlarının suyunu akıtarak okumalarının, Yıldız Savaşları’nı, Yüzüklerin Efendisi’ni eğlencenin yeni kilisesi olan sinemalarda gerçekçilik aşkıyla ayıla bayıla izlemelerinin de bu bahiste bir önemi yoktur.

Artık onlara sorabileceğimiz tek şey, hakikatin tüketildiği Batı restoranında yeni gerçekçiliklerini nasıl alacaklarıdır?

#Aktüel
#Toplum
#Ömer Lekesiz
3 ay önce
default-profile-img
Yeni gerçekçiliğinizi nasıl alırdınız
‘Goyimler’ olarak İsrail’den ne bekliyoruz?
Filistin’in Kimliğini Çizen Ressam: Walid Abu Shakra
Süleymaniye Camii haziresindeki hazineler
Soykırım’ın cephaneliği..
Büyük Balkan seyahati-6: Balkanlar patlamaya hazır bomba!