|
Cızırtıyı yaymak gazetecilik değildir

İlkeler söz konusu olduğunda bir hiyerarşik sıralamadan bahsedilebilir. Mesela insan hakları alanındaki çalışmalarda -aslında tüm alanlarda- en tepede ‘yaşam hakkının korunması’ yer alır. Tıp alanındaki araştırmalarda ya da uygulamalarda ‘önce zarar verme’ ilkesi birinci sıradadır.

Diğer ilkeler, bunların altında yer alır; sıralamaları, bazen vakanın özelliğine, bazen de ihtiyacın ‘hayatiliğine’ göre yer değiştirebilir.

Gazetecilik, medya yayıncılığı gibi meslekler söz konusu olduğunda da ilkesel temelde bazı kararlar alıp hareket etmek gerekir. ‘Halkın haber alma özgürlüğü’ ilkesini ana eksen kabul eden bir iş olsa da önünüze gelen her malzemeyi her zaman kullanmazsanız.

Örneğin, bir terör örgütünün eylemini meşrulaştırmak için yaptığı açıklamayı yazmazsınız. Çünkü bunu yapmanın, teröristin değirmenine su taşımak, insanlığı hedef alan eylemine ‘destek olmak’ anlamına geleceğini bilirsiniz… Yani teröre hizmet etmezsiniz.

1980 askeri darbesi sonrasında Kenan Evren mitinglerde cebinden solcu eylem grupların fax mesajlarını çıkarıp okurdu. Bir abesle iştigal örneği olarak siyasi iletişim tarihindeki yerini aldı…

İtibar sahibi olmayan, suça karıştığı açık kişilerin açıklamaları da böyledir. Bunlarla ilgili yasal süreç, izlenecek yol gibi haberler elbette yapılır. Ancak böyle kişilerin ifadeleri, bizimki gibi köşelere taşınıp köpürtülmez. Yani, onun arkasına takılıp siyaset yapılmaz…

Perşembe günü katıldığımız bir TV programında da dile getirildiği gibi “muteber olmayan birinin iddia ve iftiralarını hukuken araştırmak ve gereğini yapmak zorunluluk” iken, bu sözlerin peşine takılmak ve siyaseten iktidarı yıpratmak için kullanmak, bahsettiğimiz ilkesel yaklaşım çerçevesinde son derece yanlıştır.

Bu, bozuk sesler çıkaran bir radyonun önüne ampfilikatör koymaya benzer. Bozuk, cızırtılı, kulak kanatan sesi yaymanın yararı yoktur; ama zararları çok ciddidir. Hem sesi yayan hem de ona maruz kalan açısından…

Bizi anlatan ‘ilmekler’in izinde bir Enstitü

Ülkemizin müjdeli işlerinden birini, Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Enstitüsü projesini hasbelkader takip etme fırsatı bulduk. İlk millî arkeoloji enstitümüz olacak… Bilim üretecek, kültür ve sanat etkinlikleriyle, eğitim programları, kütüphanesi ve yayınlarıyla bunu toplumun her kesimine yayacak… Ayrıca bölgede ve uluslararası düzeyde bir ilim ve irfan merkezi, referans noktası hâline gelecek.

Tabii her işin temelinde insan var. Konusuna hâkim, tecrübe sahibi, uzman isimler olmadan tüm bu sıraladıklarımızı yapmak mümkün olamazdı. Enstitü için hem ülkemizden hem de yurt dışından alanında ihtisas sahibi 430 bilim, kültür ve sanat insanı çalışıyormuş.

Bu isimlerden biri de idare hukuku alanının önemli akademisyenlerinden Prof. Dr. Aydın Gülan… Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) üyesi de olan Aydın Hoca, Enstitü’nün kuruluş faaliyetleri ile ilgili yasal çalışmaların başındaki isim…

Kendisinin, Enstitü için kaleme aldığı bir metni okuma şansımız oldu. “Gerçek hayatta ne işe yarar?” sorusundan yola çıkan Prof. Dr. Gülan, tüm bu çabanın ardındaki felsefeyi çok güzel özetlemiş:

“Araştırmamız, bulmamız, verileri ortaya koymamız, irdelememiz, düşünmemiz, varsayımlar geliştirerek olabildiğince derine ve eskiye gitmemiz gerekir ki ‘bizi’ ilmik ilmek kuran geçmişimizi iyice anlayabilelim.”

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu ‘inci’si heyecanla beklediğimiz bir ‘kültürel üretim’ sürecini tetikleyecek…

#Gazetecilik
#TÜBA
#Enstitü
#Akademi
3 yıl önce
Cızırtıyı yaymak gazetecilik değildir
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?