|

Her kesim için Ramazan çok önemliydi

Beyoğlu Ağa Camii’nde uzun yıllar görev yapan hafız, musikişinas Mehmet Ali Sarı yüzlerce öğrenci yetiştirdi. 1947 yılında geldiği İstanbul’daki Ramazan geleneklerini anlatan namı diğer Sarı Hoca, teravih namazlarına, mukabele ve mevlid törenlerine kadın erkek her kesimin itibar ettiğini, camilerde mevlid okutmak için aylar öncesinden sıraya girildiğini dile getiriyor.

Ayşe Olgun
04:00 - 25/04/2021 الأحد
Güncelleme: 05:23 - 25/04/2021 الأحد
Yeni Şafak
Mehmet Ali Sarı
Mehmet Ali Sarı

1933 yılında Bolu’nun bir köyünde doğan Mehmet Ali Sarı 14 yaşında hıfzını tamamladıktan sonra İstanbul’a Ağa Camii’ne gelir ve burada Arapça ve kıraat ilimlerini öğrenir. Ardından imam hatip, Yüksek İslam Enstitüsü’nde eğitimine devam eder. Hem geleneksel hem modern eğitimden geçen namı diğer Sarı Hoca bugün 88 yaşında. Beyoğlu’nda Bir Hafız ve Kuran Tilavetinde Türk Tavrı kitapları Damla Yayınları arasında okurla buluştu. Bu iki kitaptan yola çıkarak Mehmet Ali Sarı hocamızla İstanbul’un camilerini, mevlid törenlerini, ramazanı ve bir döneme damgasını vuran hafız ve mevlidhanlarını konuştuk.

Hafızlığa nasıl başladınız?

Hafızlığa ilk olarak köyümdeki İlkokul öğretmenimden başladım. Öğretmenimin Kur’an okuttuğu duyulunca görevinden alınır korkusuyla okutmayı bıraktı. Köyün imamıyla hafızlığıma devam ettim. Daha sonra da köy hocalarından hafızlığımı tamamladıktan sonra tashih-i huruf okumak üzere Bolu’ya gönderildim. Bolu’da iki sene evlerinde kaldığım terzi Mehmet Ağabey ve iki arkadaşı beni ve iki hafız arkadaşımı da alarak İstanbul’a getirdiler. Orada okuyup hoca olup memleketimizde din görevlisi olarak hizmet etmemizi arzu ediyorlardı. O günler, din görevlilerinin yetişmediği, hocalık yapacak kimsenin bulunmadığı sıkıntılı günlerdi.


İstanbul’a ilk gelişinizi hatırlıyor musunuz?

Evet hatırlıyorum. 1947 yılı. İki hafız arkadaşımla bizi İstanbul’a götüren terzi ağabeylerle İstanbul’a varıp Sirkeci’de Bolu otelinde kaldık. Terzilerden Mehmet ağabey bizi önce, adını sonradan öğrendiğim Nuruosmaniye Camii imamı Hafız Hasan Akkuş hocaefendi’ye götürdü. Hoca Efendi kalacak yeriniz varsa okutabilrim dedi. Kalacak yerimiz yoktu. Sonra Sultanhamam’da Hacı Küçük Camii imamı Hafız Hilmi Efendi’ye gittik. Sonra Fatih’e Hafız Fikri Aksoy Hoca’ya ve Yeni Camii İmamı Hafız Nuri Efendiye. Hepsi aynı soruyu soruyordu, yatacak yerleri var mı? Olsaydı okuturduk. Bu sonuçtan sonra otele döndük. Terzi ağabeyler bizi geri götürmeye, kalacak yer ayarlanınca tekrar getirmeye karar verdiler.

Geri döndünüz mü peki?

Ben dönmedim. Ertesi gün üç arkadaş otelde alışverişe giden terzi ağabeyleri beklerken sakallı bir hoca efendi otele geldi. Bize kimlerden olduğumuzu sordu. O sırada terzi ağabeyler de geldiler hoca efendiyi tanıdılar. Sohbet sırasında yaşananlar anlatıldı. İstanbul dersiâmlarından Bolulu Hafız Galip Efendi yolu düştükçe bu otele uğrar Bolu’dan haber alırmış. Olanları dinledikten sonra üçümüzü bir süzdü ve beni işaret ederek “bunun yeri hazır” dedi. İçim cız etti. Anneme, köyüme geri döneceğim diye için için seviniyordum. Ağabeylere ve arkadaşlarıma veda ederek hoca efendiyle acele birlikte otelden ayrıldık.

İLK KUR’AN’I MERZİFONLU KARA MUSTAFA PAŞA CAMİDE OKUDUM
İstanbul maceranız da böylece başlamış oldu?

Evet hoca efendi önde ben arkada yürüyerek Karaköy’e vardık. Orada tarihi Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camisi vardı. Menderes dönemindeki istimlaklar sırasında sökülmüş Kınalıada’da yeniden kurulmak üzere mavna ile adaya götürülürken mavna Marmara’da batmış. Artık battı mı batırıldı mı bilmiyoruz. Gazetelerden okuduğumuz buydu. Cuma günü cemaat yeni yeni camiye geliyordu. Hoca efendi bana kısa bir aşır okumamı söyledi. İstanbul’da ilk Kur’an okuduğum yer bu cami oldu. Cami şimdi yok ama ben de böyle bir anısı kaldı.


Hangi camide ders almaya başladınız?

Beyoğlu Ağa camisinde. İstiklal Caddesi’ni baştan başa yürüyerek camii’nin karşısında köşede Salih Efendi Lokantasına vardık. Lokantanın sahibi bizi karşıladı.Hoca efendi, “Salih efendi, bir hafız olursa okuturum demiştiniz işte size bir hafız getirdim onu okutalım” dedi. Salih Efendi, tamam hocam, Allah razı olsun. Hoş geldiniz, bir çorba için dedi, kendisi de yanımıza oturdu. Biraz konuştular sonra hoca efendi ayrıldı.

Salih abi akşam olunca beni evine götürdü. Evde beş çocuk bir de benim yaşlarımda kayınbiraderi vardı. Benimle birlikte yedi çocuk. Kayınbiraderi vefat etti ama Salih abinin diğer çocukları hayatta onlarla hala görüşürüm.

Salih abi ertesi gün beni alıp Ağa Camisine öğle namazına götürdü. Namazdan sonra Hafız Rahmi Şenses hocamızın odasına gittik. Salih abi, “Rahmi efendi bu çocuk hafız. Evimizde kalacak, yemeğini lokantamızda yiyecek siz de okutur musunuz ?” dedi. Hoca Efendi hafız mısın? Diye sordu. Evet efendim hafızım deyince bir aşır okuttu ve beğendi. Böylece evde kalarak Ağa Camisinde okumaya başladım.

ARAPÇA EZAN OKUDU DİYE KARAKOLA GÖTÜRÜLDÜ
O yıllardan Taksim’le ilgili neler hatırlıyorsunuz?

Ben 1947 yılında Ağa Camisine geldiğimde caminin dört müezzini iki imamı vardı. Hepsi yetişmiş musiki bilen kişilerdi.Arapça ezan 1950 yılında ben ağa Camisinde iken okunmaya başladı. Taksimde AVM olan yerde karakol vardı. Karakoldanda bir komiser vakit namazlarına camiye gelirdi. Arapça ezan okunmaya izin verilince müezzinlerden Tahsin Erdem ikindi ezanını Arapça okuyor. Camiye gelen komiser Arapça ezan okudun diye Tahsin abiyi kolundan tuttuğu gibi karakola götürüyor. Arapça ezan yasağının kalktığından henüz haberleri yokmuş. Birkaç telefon görüşmesinde durum ortaya çıkınca Tahsin abiyi bırakıyorlar. Yasak kalkınca Sultanahmet Camii’nin her şerefesinden bir müezzinin ezan okuduğunu kimi camilerde ezanın tekrar tekrar okunduğunu ertesi gün gazetelerden, çevremizde konuşulanlardan duyduk.

Ağa Camisinde kaç yıl kaldınız?

17 yıl kaldım. 1947 yılının sonbaharından 1963 yılının sonuna kadar lise ve Yüksekokul, ondan önce de özel olarak okuma, bir sene de öğretmen olarak çalışmam sayılınca bu kadar sene ediyor.

İSRAİL DEVLETİNE TAKSİM’DE KUTLAMA
O yıllarda Taksim’le ilgili aklınızda kalan önemli olay var mı?

1948 İsrail devletinin kurulduğu yıldı. İstanbul’daki Yahudilerin belki tamamı o gün ve gecesi Taksim meydanında toplanıp sabaha kadar şenlik yapmışlardı, ona şahit oldum. Bir diğeri de 1956 yılında yaşanan 6-7 Eylül olayları idi. Galeyana getirilen halk İstiklal Caddesinde esnafın dükkanını talan ettiler. Mağazaların camlarından, balkonlarından eşyaların atıldığını dükkanların boşaltıldığını, yağma edildiğini gördüm.

SABAH NAMAZINA GECE BEKÇİLERİ GELİRDİ
O yıllarda cami cemaatini kimler oluştururdu?

Sabah namazına genelde bir kaç gece bekçisi gelirdi. Kapıyı çalarlardı açardık. Onun dışında esnaf, konsolosluklarda çalışan işçiler, yani ağırlıklı olarak cami cemaatini hizmet sınıfı oluştururdu.

Teravihler nasıl olurdu?

Teravih namazları, vakit namazlarını kılan kılmayan, oruç tutan tutmayan, kadın erkek pek çok müslümanın sevdiği itibar ettiği bir ibadet olduğundan, camiler Ramazan boyunca dolup taşardı. Ağa Camii müezzinlerinin hepsi musikişinas olduğundan ibadet de ahenkli olurdu.

Ağa Camisinde mevlitleri kimler okurdu isimlerini hatırlıyor musunuz?

Mecid Sesigür, Zeki Altun, Ali Gülses, Fevzi Mısır, Kani karaca, Aziz Bahriyeli. Daha sonra İsmail Biçer gibi ikinci kuşaktan gençler okurlardı.


Mukabele dinlemeye Dümbüllü, Karaca, Hamiyet Yüceses gibi ünlüler gelirdi
Ramazanda okunan mukabelelere ilgi nasıldı, dinlemeye gelenler arasında ünlü isimler de var mıydı?

Ağa Camisinde çok fazla hafız mukabele okurdu. Her mukabele sahibinin minderi olurdu. Bu minderler caminin bir köşesinde küçük bir tepe oluştururdu. Hangi hoca kimin mukabelesini okuyacaksa minderi alır onun üzerine otururdu. Okutan kişi de kendi mukabelesinin okunduğunu böylece minderinden anlamış olurdu. Dönemin tuluat, güldürü sanatçısı İsmail Dümbüllü, yine ünlü tiyatrocu Vasfi Rıza Zobu ve Muammer Karaca arada mukabele dinlemeye gelirlerdi. Zaman zaman Perihan Altındağ Sözeri, Hamiyet Yüceses gibi ses sanatçıları da gelirdi.

Vehbi Koç teravih için evine davet etmişti
İş adamlarından Vehbi Koç ve Hacı Ömer Sabancı ile de bir Ramazan günü tanışıyorsunuz değil mi?

Tepebaşı’nda Ankaralılar klubü vardı. Cemaatten biri “hocam akşama birlikte iftara gidelim” dedi Tepebaşı’na o klube gittik. Beni en baş köşeye oturttular. Yanımda güzel giyimli bir bey vardı. Konuşma olsun diye efendim nerelisiniz dedim? o zât 200 yıllık Ankaralıyım dedi, merak etmiştim. İftar yemeğinden sonra sigara ve namaz molası verilince orada saz sanatçılarından Şemsi Yastımanı gördüm. Abi yanında oturduğum şu zât kim dedim? Bilmiyor musun o Vehbi Koç’tur dedi. Meğer Vehbi Koç’a sormuşum nerelisiniz diye. Neyse benim bu saflığım Vehbi Koç’un hoşuna gitmiş olmalı ki daha sonra Dİvan Otelinde satış müdürlerine verdiği iftarına beni de davet etti. İftardan önce Kur’an okudum ve yanında iftar yemeği yedim. Evinde teravih namazı kılmak için birlikte arabasına bindik gidiyoruz. Vehbi Koç önde ben yanımda tanımadığım iri yarı biri ile arkadayım. O zât, “Lan gooç, binin yarısı beş yüz, o da biz de yoh! Ne düşünüyon” diye laf attı. Vehbi koç’la bu kadar samimi konuşan bu adamı merak ettim. Sonra evde öğrendim ki o zât Hacı Ömer Sabancı imiş.

Radyodan verilen mevlid büyük ses getirdi
O yıllarda mevlitlere halk büyük ilgi gösterirmiş değil mi?

Radyodan verilen ilk mevlid 1950’de Kore şehitleri için okutulan mevlitti. O güne kadar devlet radyosunda Kur’an tilâveti ve mevlid okunması şöyle dursun, Allah, peygamber adlarının anılmasına bile müsaade edilmezken, Süleymaniye Camii’nde okutulan Kore Şehitleri Mevlidi’nin İstanbul Radyosu’ndan yayınlanması bir milat oldu. Bütün ülke bu mevlidle heyecana boğuldu.

Neler hatırlıyorsunuz o mevlitle ilgili?

Mevlidi Hafız Esat Gerede, Hafız Abdurrahman Gürses, Mehmet Nuri Yavuzer, Hafız Kâni Karaca, Hafız Cevdet Soydanses okudular. Diyanet İşleri Reisi Ahmet Hamdi Akseki “Şehitlik ve şehidin mertebesi” konusunda muhteşem bir konuşma yaptı. Urfalı Mahmut Kâmil tarafından yapılan geniş bir dua ile mevlid sona erdi. Mevlide 60-70 bin kişinin katıldığını gazeteler yazdı.Bu ses getiren mevlitten sonra her sabah radyodan Kur’an-ı Kerim okunmaya başlandı.

Kimler okurdu radyodan?

Esat Gerede, Abdurrahman Gürses, Hasan Akkuş gibi o günün meşhurları okurdu. Sonra genç hafızlar da okumaya başladılar. Radyoda okunan Kur’an-ı Kerimi halk büyük ilgi ile takip ediyordu.

Hangi camilerde daha çok mevlid okunurdu?

İstanbul’da Şişli Camii henüz yapılmamışken Beyoğlu yakasında, Teşvikiye Camii, Ağa Camii, Kadıköy’de Osmanağa Camii gibi merkezi camilerde mevlid okutmak için, günler öncesinden müracaat edilerek sıraya girilmek gerekirdi. Büyük trajlı gazetelerde mevlid ilanı için âdeta yer bulunamıyordu. Padişah Saraylarında Kur’an ve mevlid okuyan Hafız Ali Üsküdarlı, Hafız Cevdet Soydanses, Hafız Mehmet Nureddin Yavuzer gibi Osmanlı döneminden intikal eden üstatları, genç kuşak okuyucular takip ederek onlar da mevlid okumaya başladılar.

Mevlid merasiminde kimler bulunurdu?

Sesleriyle, okuyuşlarıyla İstanbul genelinde temayüz eden Mevlidhanların yanında, merasimin sonunda dua etmek için Duahan diye özel bir sınıf da gündeme geldi. Ercüment Demirer, Nusret Yeşilçay, Yahya Eskişehirli, Sadettin Evginer dönemin duahanlarıydılar. Mevlid genelde üç-dört kişi ile okunabilirken, okutanın mali durumuna, istek ve arzusuna göre, mevlidhanlar, aşırhanlar, ilahi grubu, duahanlar olarak çok daha geniş bir kadro ile de okunuyordu.


Kemal Batanay ve eşinin yönlendirmesiyle konservatuara girdim
İmam hatipten sonra hem İslam Enstitüsü’nde hem de konservatuarda okuyorsunuz, müziğe ilginiz nasıl başladı?

Konservatuara Kemal Batanay ve eşinin yönlendirmesiyle gittim. Kemal Batanay önceleri Taksim’de oturur namazlara camiye gelirdi. Namazdan sonra da hocayla sohbet ederlerdi. Hocanın müzisyen olduğunu bu sohbetlerde öğrendim. Bir gelişinde “Efendim bana musiki dersi verir misiniz?” dedim. Tabi veririm niye vermeyeyim oğlum” dedi. Ve Meşklere başladık.

Kemal Batanay ile uzun yıllar geçiriyorsunuz neler anlatırsınız?

Sonraki hanımı Naîme Hanım, hocama yakın yaşlarda, İstanbul Belediye Konservatuarı’nda hoca idi. Münir Nureddin Selçuk’un yönettiği büyük konserlere tamburu ile katılan kibar bir hâkim kızı, bir İstanbul hanımefendisi idi. Hocam Kemal Batanay, hafızlık, hattatlık, tamburîlik, bestekârlık ve şairlik gibi İslam sanatlarından sadece bir tanesi bile bir ömre yetebilecek değerde kazanımları olan alçak gönüllü mütevazı, müstesna bir hoca idi.

Bütün maddi sermayesi tamburları ve Hat yazı takımlarından ibaretti. Kadıköy’de eşi Naîme Hanım’ın evinde oturuyorlardı. Hocam, “Ben bu eve dokuz tamburla gelin geldim.” diyerek latife eder, gülerdi.

TEK BAŞINA HATİMLİ TERAVİH KILARDI
Nasıl bir yaşamları vardı?

1920 senesinden itibaren altı sene çalıştığı Şirketi Hayriye Kalemi’nden sonra, İstanbul Ticaret Odası’ndaki memuriyeti ile birlikte otuz iki sene sonunda 1958’de emekli olmuş. Oradan aldığı emekli maaşı ve Naîme Hanım’ın Konservatuardan aldığı aylık ücretle mütevazı bir hayat sürüyorlardı.

Hıfzı çok kuvvetliydi. Evinde tek başına hatimle teravih namazı kıldığını söylerdi.Emekli olduktan sonra da evinde ya da bulduğu uygun mekânlarda öğrencilerine meccanen Hat ve Musıkî dersleri vermeye devam etti. 22 Haziran 1981 tarihinde, 96 yaşında vefat ederek Feriköy mezarlığında babasının kabrine defnedildi. Allah rahmet eylesin.

HAT KAĞIDA MÜZİK HAVAYA DÜĞÜM ATMAKTIR
Derslerden neler hatırlıyorsunuz?

Hocaya iki Japon hat öğrenmeye geliyordu. Hocam bana, “Bak bunlar kağıda yazıyor, sen havaya düğüm atıyorsun” dedi. Sonra, “Siz bu hat sanatını burada öğrenmiyorsunuz sonra Japonya’ya gidip orada öğreneceksiniz” dedi. Ben de başladım ve biraz devam ettim ama nasip olmayınca olmadı. Ama ben havaya düğüm attığımdan memnun ve mutluyum. Bu zamanda hem Kuran okuyan hem musiki bilen yok. İyi ki havaya düğüm atmışım.

Konservatuara nasıl girdiniz?

1959 yılıydı. Ben imam hatip diploması yerine dışarıdan Kasımpaşa Ortaokulu’ndan aldığım diploma ile imtihana girdim. Çünkü benden önce Zeki Altun konservatuar sınavına girmiş ve jürideki hocalardan H. Sadettin Arel “Güzel okuyor ama biraz öd ağacı kokuyor” demiş. Öd ağacı nerede kokar? Kur’an ve mevlid okunan meclislerde kokar. İmam hatipli olduğumu söylemedim. Ben de öd ağacı kokuluyumdur. Sınavı kazanıp konservatuara yazıldım. Bir yandan da İslam Enstitüsüne devam ediyordum.


İmam Hatip Lisesine ilk kayıt yaptıran öğrencilerdik
Siz aynı zamanda 1951 yılında açılan imam hatip lisesinin de ilk öğrencilerindensiniz İmam - Hatip Okuluna nasıl gittiniz?

İstanbul’da okumakta olan Anadolu’dan gelen bizler birçoğumuz derslerimizi tamamlamıştık. Artık bir camide ya hoca olarak görev alacak ya da askere gidecek durumdaydık. İmam hatip okullarının açıldığı kulaktan kulağa cami mahfellerinde yatan öğrenciler arasında duyuldu ama tam olarak nedir kaç yıldır bilinmiyordu. Mustafa Göl diye bir arkadaşımız vardı. Biz, ne olacak nasıl olacak derken o gidip ilk öğrenci olarak kaydını yaptırmış. Bunun üzerine ben de hocamdan izin alarak gidip kaydımı yaptırdım. Hocam yedi sene nasıl biter diye olaya sıcak bakmadı ama kaydolmama ses çıkarmadı.

TEK KUBBE ALTINDA DÖRT SINIF
İmam Hatip lisesinin ilk günleri nasıldı, nasıl bir ortamdı?

Avrupa yakasında Topkapı’ya doğru sahilde Etyemez diye bir mahallede 3. Sultan Selim’in yaptırdığı Sibyan Mektebinde kayıtlar başladı. 350 kişi kayıt yaptırmıştı. İlk dönemi tek kubbe altında kalın halatlarla bölünüp dört sınıf oluşturulmuştu. Her bölümdeki hoca ders anlatırken diğer bölümler de duyardı. İlk dönemi öyle geçirdik.İkinci dönemde, Vefa Ortaokulu olarak kullanılarak miadını doldurduktan sonra yıkılması için Bayındırlık Müdürlüğüne bırakılan ahşap binaya taşındık. Bina alelusul bir tamirden geçirilerek İstanbul İmam-Hatip Okulu oldu. Ben ve ilk kayıt olan 120 öğrenci son sınıfa kadar o eski ahşap binada okuduk. 350 kişiden ayrıla ayrıla o kadar kalmıştık.

Hocalarınız kimlerdi?

Başta kurucu hocamız Celalettin Ökten olmak üzere Ali Rıza Sağman, Nurettin Topçu, Bekir Haki Yener, Ömer Nasuhi Bilmen, Hafız Ömer Aköz, Medineli Hacı Osman Efendi, Zekai Konrapa gibi emekli yaşlı hocalarımızın yanında Ankara İlahiyat Fakültesi’nin ilk mezunlarından Halil Ziya Erce, Hayati Ülkü, Mehmet Sofuoğlu gibi hocalarımız vardı. Tahir Alangu, Ali Rıza Ülgen, Turgut Ulusoy, Rasim Uslugil gibi çoğu ileri yaşlarda tecrübeli emekli hocalarımızdan da kültür dersleri alıyorduk.

İmam Hatip Okulunun ikinci sınıfında ben hastalandığım için bir yıl geç mezun oldum. O yıl açılan İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne öğrenci oldum. Dört sene okuduktan sonra mezunlardan altı arkadaş mezun olduğumuz İmam-Hatip Okuluna hoca olarak atandık.

#Ramazan
#​Beyoğlu Ağa Camii
#Mehmet Ali Sarı
٪d سنوات قبل