
Medine’ye geldiğinde yüreği kıpır kıpırdı.
Yıllardır hasretini çektiği o yüce insanı, son peygamberi, tevhid elçisini artık görecekti. Annesini zorla ikna etmiş, ıssız çölleri, uçsuz bucaksız yolları nasıl aştığını anlayamamıştı. Sanki daha yeni çıkmıştı Yemen’den. Sanki asırlardır yol alıyordu oradan.
Allah Resulü hem çok yakın hem çok uzaktı.
Efendimiz'in evinin kapısını çaldığında hayat durmuş, zaman durmuştu.
Kapıyı açana kendini tanıtarak, Resulullah'ı sordu aşkla. İçindeki korkuyu hiç düşünmek, dillendirmek istemiyordu. Az sonra Sevgili Peygamberimiz'in çıkmasını, kendisini kabul etmesini ve adeta bir ömür devam eden hasretin sona emesini bekliyordu.
Olmadı.
Resulullah çıkmadı kapıya.
Onunla görüşebileceğine dair bir haber de çıkmadı.
Sefere çıkmıştı Kutlu Resul!
Tebük Seferinde, meşakkatli yolculukta, ashabıyla cihad yolundaydı o kavurucu sıcakta.
Kavrulan sadece hava değil Veysel Karani’nin yüreğiydi aynı zamanda.
Bekleme imkânı yoktu. Annesine söz vermişti, eğer Allah Resulü'nü bulamazsa evde, Medine’de, oyalanmayacaktı. Çünkü annesi yaşlı, bakıma muhtaç, gözleri görmüyordu artık.
Anne sözü, dinlemeliydi. Onu daha fazla bekletmemeliydi. Kavuşmak ahirete kalmış, geriye bir selam ve bir de yüreğinin yarısı kalmıştı Medine’de.
…
Hz. Ömer, halifeliği döneminde Kufe’ye gitmek amacıyla yola çıkan ve Medine’ye de uğrayan Yemenli bir grupla karşılaştı.
“İçinizde Veysel Karani var mı?” diye sordu.
Birisi öne çıkıp,
“Ben Üveys’im” dedi.
Hz. Ömer yıllar önce Peygamber Efendimiz'in sözünü hatırladı:
“Eğer Yemenli Üveys ile görüşürsen ondan dua iste.”
Halife, Üveys’ten dua istedi, o da dua etti.
Bir rivayette Efendimiz Aleyhisselam, vefat etmeden önce hırkasını çıkarmış Üveys el-Karani’ye vermelerini istemiştir. Kûfe’ye yerleştiği zaman diliminde Hz. Ömer veya Hz. Ali’nin hırkayı kendisine verdiği ifade edilir. Bu hırkanın bugün, İstanbul’da Hırkayı Şerif Camii'nde olduğu kabul edilmektedir.
…
Veysel Karani, Üveys el-Karanî diye de bilinir.
Yemen’in Karan aşiretinden.
Deve çobanlığı yaparak ve topladığı hurma çekirdeklerini satarak geçimini sağlardı. Kazancının yarısını da sadaka olarak verirdi.
Allah Resulü'nün hayatta olduğu dönemde Müslüman olup onu göremeyen “muhadremûn” grubunun öncülerinden, meşhurlarındandır.
Her hangi bir şeye bağlanmadan, seyrü sulüka girmeden maneviyat yolunda mesafe alan, yol yürüyen insanlar, “Üveysî” olarak tanımlanır. Çünkü o, Peygamber Efendimiz'le müşerref olmadan İslam’ı yaşama yolunda büyük dereceler elde etmişti.
Sıffîn Savaşı’na Hz. Ali’nin saflarında katıldı ve bu savaşta şehid edildi.
Anadolu ve İslam topraklarının pek çok yerinde makam veya kabri olduğu ifade edilir.
Samimiyet ve sükûnet üzere devam eden hayatı ibret vericidir.
Allah ve Resulü'ne olan muhabbeti, İslam’ı yaşamadaki aşk ve arzusu sınır tanımazdı.
Dünyaya meyletmedi, şöhrete yönelmedi. Muhabbette zirve idi.
Evlatlara ve ümmete örnek idi. Rahmet olsun.






