|
Suriyeliler meselesini tartışmak fitneye sebep olursa, bize düşen susmaksa…

“Bir yazı yazdım kaderim değişti” demeyeceğim. Çünkü aynı konuda bu köşede daha önce 5 yazı yazdım. En son yazdığımaysa ne hikmetse iki kampın muhipleri acayip tepki verdi. Konu anlayacağınız üzere, “Suriyelileri meselesini konuşamazsak, gettolaşmanın sonuçlarına katlanabilir miyiz” başlıklı son yaz ve Suriyeliler meselesi.



Başta söyleyeyim, yazıdan “ırkçılık” çıkartanlar ile, “hah işte muhafazakar cenahtan aykırı ses yükseldi” diyenler arasına sıkışıp kalacağımı sananlar varsa avucunu yalar.

Zira, sadece Suriyeliler değil, son dönemde Afganistan, Irak, Mısır gibi ülkelerden Türkiye’ye özellikle de İstanbul’a sığınan mültecilerle bir şekilde temas kurmuşlardan aldığım tepkiler ve yaşadığımız kişisel tecrübeler bizim için yeni bir yol haritası niteliğinde.

Bir de meseleyi bilip bu konuda kafa yorup, kafa patlatanlardan gelen, örneğin, “Çok haklısınız. Mutlaka entegrasyon için sosyal politikalar geliştirilmeli” diyerek cümlesine başlayanların sayısının fazlalığını görmek hamdolsun durduğumuz yerin sağlamlığına işarettir..

Onların da fark ettiği gerçek şu: Mültecilerin çoğu, özellikle Suriyeliler geri dönmeyecek. O halde, onların dönmeyeceğini bile bile şu anki “başı boşluk” devam edebilir mi? Soru bu. Derdimiz de bu zaten!

Dönmek isteyenlerin teşvik edilmesi meselesi de var ki bu şu aşamada, özellikle Ak Partili bazı belediyeler tarafından kısmen yapılmaya çalışılıyor.

Kalanların, entegrasyonunu savunmaksa nasıl oluyor da “asimilasyon” şeklinde anlaşılıyor bilemedim. Okuduğunu anlamama bu olsa gerek. Oysa ilk mektepten itibaren, “Okuduğunu anlama, anladığını anlatabilme eğitimi görenlerdik” hani?

Yoksa bazı Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK) bir nevi tekellerine aldığı “mülteciler meselesi”nin tek merkezden koordinasyonunu savunduğumuz için rahatsızlık mı var? Eğer öyleyse tehlike çok daha büyük! Kuşkumuz yok mu sanıyorsunuz?

Suriyelilerle ilgili eleştirilerim üzerinden benden bir “ırkçı, faşist” çıkartmaya çalışanlar ya bizi hiç tanımıyor ya da günlük popülist söylemler üzerinden zihinleri bulanmış.

Yine, “Suriyeliler kardeşimizdir” sloganının üzerine bir cümle dahi koymadan ve meselenin sosyal, psikolojik, kültürel, ekonomik boyutları hakkında kafa yormadan sadece slogan atanların bu tartışmaya katacağı hiçbir şey yok.

FİTNE ZAMANI YUTKUNMAK GEREKİR DİYENLERİN KISMİ HAKLILIĞI VAR

Ha şunu da söylemek isterim: Yılbaşı gecesi Taksim’de meydana gelen o “tuhaf” olayın ardından “Yabancı düşmanlığının yükseldiği bir dönemde sorunları tartışmak yerine ‘yutkunmak gerekir” diyenlerin kısmi haklılık payı vardır.

Bu haklılık da dediğim gibi, yabancı düşmanlığı üzerinden siyaset yapanların bu meseleyi istismar etmelerine prim vermemekten kaynaklanmaktadır.

İyi de istismar edilecek alan oluşurken sesini yükseltmemişsen ve o alanın kaşınacak bir yaraya dönüştüğü ortaya çıkmışsa bu daha vahim değil midir?

Güvenli sitelerde yaşayıp ya da Suriyelilerle iç içe yaşamayıp sadece “tercihli saatlerde” onlarla iletişim kuranların bu tartışmaya verebileceği hiçbir katkı yoktur.

Ya da bir iki Suriyeli dostu olanların “Aman benim dostlarım ne kadar da iyi insanlar, o bize Türk kahvesi yapıyor, biz de ona Fatih’teki Halep tatlıcısından aldığımız bülbül yuvasını ikram ediyoruz. Çok hoş” diyerek tartışmayı kişiselleştirmek isteyenlerin de katkı vermeleri mümkün değil.

Zira, bu tartışma Suriyelilerin kötü veya iyi olduğu konusu değildir.

Ya da mazlumun haklarını savunmakla, mazlumu hor görmek tartışması da değildir.

“Efendim siz Suriyeliler değil de diğer Arap ülkelerinden bu kadar insanın geldiğinin düşünebiliyor musunuz? O zaman çok daha büyük sorunlar yaşardık” diyenlerin de atladığı husus çok daha başka. “Bu kadar kısa sürede bu kadar kozmopolit mültecinin geldiği bir ülkede toplumsal olayların önüne geçmek için gettolaşmanın ve entegrasyonun yöntemini belirleyecek ve politika üretecek kurumların oluşturulması ya da oluşturulmaması” meselesidir.

KURAL HERKES İÇİN İŞLETİLSİN,
BUNA SURİYELİLER DE DAHİL

Uzun lafın kısası, bir önceki yazıda, “Suriyelilerin bize dayattıkları yaşam biçimlerinin yakın gelecekte başımıza dert olacağını söyledim”, yine söylüyorum. Onların asimilasyonunu hiç söylemedim bu zaten benim inancıma da uymaz.

Ancak, her toplumun, her devletin kuralları vardır. Örf, adet ve gelenekle birlikte bağlayıcı olan anayasa ve yasalardır. Suriyelilerin de ör ve adetlerini unutsun demiyoruz ama sığındıkları ülkenin anayasa, yasa ve kurallarına uymak gibi bir zorunluluğu vardır.

Basit örnek, “Kabahatler kanunu Türkiye Cumhuriyeti’nin herhangi bir bireyine uygulandığı gibi, Suriyeli bir mülteciye de uygulanmalı ki toplumsal düzen korunsun.”

Daha somut örnek, “Bir apartmanda kat sakinleri arasında yüksek sesle komşusunu rahatsız edene kabahatler kanununa göre işlem yapılır. Peki Suriyelilere böyle bir işlem yapılabilir mi?”

Bu basit kuralları dahi işletmezsek, Suriyeliler meselesi canımız sıkmaya devam edecek.

Demedi demeyin, demeye çalışıyorum ama…

Kime anlatabiliyorum, bilmiyorum.

Bu hususta son bir şey daha.

Suriyeliler üzerinden toplumsal çatışma çıkar. Bunu körükleyenler var.

Görmüyoruz muyuz? Yumuşak karnımız halini aldı mesele.

Ama derseniz ki “fitne kol geziyor!”

Orada da yapabileceğim sadece şu hadisi şerife sığınmak:

Hazreti Peygamber (as), “Fitne zamanı, koşuyorsanız, yürüyün. Yürüyorsanız, durun. Duruyorsanız, çökün. Çöküyorsanız, oturun.”

“Efendim, bu kadar kalabalık bir nüfusu içimize hiç sorunsuz bir şekilde aldık, çok başarılıyız” demekse düpedüz aymazlıktır, meseleyi halının altına süpürmektir.

Milletin bağrına taş basıp sabırla beklediğinin bir kez daha hatırlatıp susayım.

Sustum..!

#Suriyeliler
#Gettolaşma
#Sosyal Politikalar
5 лет назад
Suriyeliler meselesini tartışmak fitneye sebep olursa, bize düşen susmaksa…
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi