|
Siyasetin lisan-ı hâli, okuyabilene…
14 Mayıs seçimleri için uygulanan kampanyalarında Erdoğan, kazandığı takdirde yapacaklarını hâlihazırda yapmakta olduklarını fiilen açarak, açıklayarak çok farklı bir yol deniyor.
Bununla yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatı demenin de ötesine geçiyor.
Bizatihi içinde bulunduğumuz
sürecin Türkiye’nin geri dönemeyeceği bir yol olduğu algısını da kendiliğinden üretiyor bu lisan-ı hal.

Aslında son seçimden bu yana geçen zamanların hepsine yayılmış bu türden açılışlar, icraatlar vardı zaten. Seçim sath-ı mailinde karşılaştıklarımız sadece bu seçim dönemine denk gelenler. Öncekiler muhtemelen unutuldu bile. Ama seçim sürecinde, kampanyanın atmosferinde yapılan açılışlar ve sunulan hizmetler öncekileri de hatırlatmış oluyor.

Bu açılışları seçim kampanyasına alet etmeyi eleştirenleri anlamak mümkün değil. Seçimde onu kullanma bunu kullanma, insanlar farkı nasıl anlayacak, insanlara fark nasıl anlatılacak?
ERDOĞAN’IN AÇILIMLARI SİYASETTE HAKSIZ REKABET Mİ OLUŞTURUR?
Bu alan kendisi açısından ciddi bir zaaf oluşturduğu için muhalefet bunu
haksız rekabet
unsuru gibi hissediyor olabilir. Son derece normal.
Kılıçdaroğlu’nun kanıtlanmış hiçbir başarısı yok.
Bilakis geçmişine müracaat edildiğinde son derece başarısız bürokratik yöneticilikleri ve kaybetmiş olduğu bir düzine seçimden başka sunabileceği bir CV’si yok.
Bu durumda bu konuda Erdoğan’a rekabet etme şansı ancak İktidarın sunumlarını, başarılarını ve projelerini sulandırıcı absürt bir nihilizme başvurmakta buluyor.
Ülkeye 300 milyar dolar “
tertemiz para
” getireceğini söylediği cümlenin hemen sonrasında bu tertemiz paranın uyuşturucu baronlarının parası olduğunu da söyleyebiliyor. Hatta bir ara bu parayı getirmiş bile olduğunu dahi söyledi. Nasıl getirdi, nereye getirdi, nasıl ikna etti gibi
sorular ayaklarınızı yere değdirir, gerçeğin çölüne gelmiş olursunuz tabi. Pek hoş karşılanmazsınız orda. Sormayın gerisini.

Ama milletin ağzı torba değil ki büzesin. Soran soruyor, o da mecbur açıklıyor, açıkladıkça absürtlük daha da derinleşiyor. Uyuşturucu baronları, kapitalistler, hele İngiliz tefecileri sana neden para versin? Verseler sen karşılığında ne vereceksin? Bunlar akla ahmak ıslatan yağmuru gibi düşen sorular.

KILIÇDAROĞLU’NUN VAATLERİNİN MUHATABI TÜRK HALKI DEĞİL
Erdoğan’ın icraatın içinden seçim kampanyasının en güçlü halkalarından birisi de Teknofest politikaları.
Bu politika aslında sağcısından solcusuna bu ülkede kimsenin itiraz edemeyeceği, herkesin şapkasını çıkarması gereken son derece milli bir politika.
Ama bu politikanın uygulayıcısı Erdoğan ve doğal olarak bunun başarısı da diğer bütün projeler gibi Erdoğan’a yazılır.
Aslında
Kılıçdaroğlu biraz daha akıllı bir muhalefetle Teknofest’i Erdoğan’ın elinde bir koz olmaktan çıkarabilir
onu kendisi de sahiplenerek hiç beklenmeyen puanlar toplayabilirdi.
Ama siyaset her zaman akılla yapılmıyor işte.
Belki daha farklı bir akıl ona da başka türlü tepki koymayı öğretti. Tam da Teknofest’in Atatürk Havaalanı’nda düzenlendiği ve bir milyonu aşkın ziyaretçiyi kabul ettiği gün tuhafın da tuhafı bir vaatte bulundu: “İktidara geldikten hemen sonra Atatürk Havalimanı’nı, havacılık ve uzay çalışmaları merkezi haline getireceğiz; kendi mekiklerimizi geliştireceğiz. Amerika’daki Sierra Nevada (SNC) şirketinin sahipleri ile görüştüm” dedi.

Neresinden bakarsanız düzeltemeyecekseniz bir eğrilik, kırk akıllıyla kuyusundan çıkaramayacağınız bir deli taş, hiçbir hüsnüniyetle iyiye yoramayacağınız bir kötücüllük.

Eğriliği şu ki
, zaten Teknofest politikalarıyla Türkiye Kılıçdaroğlu’nun vaat ettiğinin çok ötesinde başarılara imza atmaya başlamış.
Bir vaat olacaksa gelinen seviye baz alınıp onun ötesine bir vizyon konulur. Daha Türkiye’nin bu alanda yakaladığı seviyeyi bilmiyor, hayali bile gerçeklerin çok gerisinde.
Deli tarafı
, içinde havaalanı olması dolayısıyla uzaya da oradan gidileceğini zannediyor olması ve daha bir sürü şey.
Tabii kötücüllüğü
, Türkiye’nin kendi insan kaynaklarıyla yapabileceğini kanıtlamış olduğu işleri ısrarla yabancılara havale etmeye çalışması. Türkiye’nin yüz yıl sonra yakalamış olduğu bir özgüveni hiçe sayması,
ona ket vurmaya çalışması, Türk insanının hiçbir zaman kendi başına bir şeyi başaramayacağına dair kendini-sömürgeleştirici bilinci düştüğü yerden tekrar kaldırmaya çalışması.
Bu seçim kampanyasında muhatap Türk halkı değil, Türkiye’yi sömürgeleştirmeye çalışan yabancı güçlerdir.
Kılıçdaroğlu açıktır ki onların teyidine talip, milletin oylarına değil. Onların teyidinin zaten kendisine önemli bir oy getireceğini zannediyor. HDP ne güne duruyor? FETÖ ne iş yapıyor?
Onları bundan daha fazla umutlandıracak, heveslendirebilecek bir vaat olabilir mi? Ayrıca onlardan başka bu vaadin mutlu edeceği başka kimse var mı?
ALEVİLİK MESELESİ ERDOĞAN’A ERDOĞAN KESESİNDEN MUHALEFET

Bir başka boyut da Kılıçdaroğlu’nun biraz makul vaatlerinin dahi yine 20 yıllık AK Parti iktidarında kaydedilmiş başarıların ufku içinde ifade edilebiliyor olması.

Kimsenin anlam veremediği bir zamanda ve şekilde çıkıp “
Ben Aleviyim
” demesi, mesela. Kendi ortakları onun adaylık ısrarı karşısında “
Alevi olmasını kazanmasına engel
” olarak görmüşken bunu bu kadar dobra ifade ederek bir kompleksi çözmeye mi çalıştı yoksa o kompleksi daha da karmaşık bir hale mi getirdi?
Onun tartışması yapılabilir.
Ama şunu herkes biliyor ki, Erdoğan’ın 20 yıllık yönetimi esnasında mücadelesini verdiği açılımlar olmasaydı ne kendisi ne de başkası bu kadar rahat bu ikrarda bulunamazdı.
Bugün sadece Aleviler değil, Kürtler de, diğer azınlıklar da kendi kimliklerini rahatça ifade edebilecek ve bu kimlikleriyle siyaset yapabilecek hale gelmiş bulunuyorlar.
Yani olay bir Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a karşı Erdoğan’ın kesesinden sergilediği bol muhalefet resmidir.

Onun Aleviyim diyebilmesi onun değil, Erdoğan’ın hanesine kaydedilecek bir başarı hikayesidir.

Ama tabii bir açıdan da toplamda bir muhalefetin sefaleti hikayesi.

#Seçim
#Recep Tayyip Erdoğan
#Kemal Kılıçdaroğlu
#Alevilik
#Bülent Orakoğlu
1 عام قبل
Siyasetin lisan-ı hâli, okuyabilene…
Konya’da olsa belki...
Rabbine hasım kesilen insan!
Sosyal çürüme yazıları 8: Sıkıntı yok cumhuriyeti
Belirsizlik ‘algılamayı’ öldürür
Reisi’nin manidar ölümü