Hiçbir zaman acılar arasında bir hiyerarşi kurmak yanlısı değilim. Fakat bazı acıların görünür acılardan ziyade daha içsel, daha varoluşsal olduğu kanaatindeyim ve bu acıların diğerlerine nazaran şifa bulmasının da uzun zamana yayıldığını düşünüyorum. Geç Kalan’da da adı anılmayan karakterimizle Firuzan arasında böyle bir bağ var. Bunun başka çağrışımları da var, kendinle, geçmişle, acılarla yüzleşmek gibi. Geçmek bilmeyen huzursuzluk duygusunu da tartışıyorum romanlarımda. Modern bireyin bu kadar tüketmesine, eğlence peşinde koşmasına, atölyelere, terapilere gitmesine rağmen, geçmeyen huzursuzluğun başka bir sebebi olduğunu düşünüyorum.
ÇEMBERİN İÇİNDE SIRADANLAŞIYORUZ
Kişisel olarak soruyorsan evet, çünkü çok rekabete açık bir karakter değilim. Fakat modernliğin insana dayattığı bir şey bu rekabet. İnsanlar doğal olarak bu yarışta geride kalmamak için ‘kutsanmış’ kelimelerin arkasına düşüp daha iyi bir hayat, mutluluk, huzur arayışını sürdürüyor. Fakat ben tam aksine bu çemberin içerisine girdiğimizde benliğimizi, bilincimizi kaybedeceğimizi ve sıradanlaşacağımızı düşünüyorum.
Her kitapta dil ve üslup olarak yeni şeyler denemek gibi bir niyetim, çabam, arzum var. Geç Kalan’ı ilk kez Tuhaf dergide tefrika etmiştim. Bir taraftan başı sonu belli bir hikaye anlatmak peşindeyken bir taraftan da yan yana geldiğinde aynı hikayenin parçaları olarak hissedilmesini arzu ettim. Diğer yandan hikayeye başlarken bir karakterin hafızasında dolaşmak gibi bir niyetim vardı. Bu derin duygu aktarımını yapabilmenin tek yolunun şiirsel bir dile erişmek olduğunu düşündüm.
İDEOLOJİK AYRIŞTIRMA TRİBÜNLERE OYNAMAKTIR
Çok farklı dünyalara karşılık gelecek göndermelerin olması metnin gücünü arttırır diye düşünüyorum. Bir edebiyatçının üzerine ayak bastığı toprağın altından akıp duran o güçlü yeraltı sularına, kaynaklarına vakıf olmasını önemsiyorum. Mutlak manada bu dünyadaki varoluş amacım kendi hakikatimi keşfetmekse eğer, buna imkan sağlayacak bütün anlatılara, bütün hikayelere, sanatsal üretimlere, kadim öğretilere kulak kesilmeye çalışıyorum. Ben insanların nasıl yaşadıklarıyla veya aidiyetleriyle ilgilenmiyorum. Ama içinde bulunduğum ruhsal ve duygusal dünyada bu keşifleri yapmak beni heyecanlandırıyor.
Zülfü Bey belki bir temenni olarak söylemiştir bunu. İnsana, hayata bu kadar dikkat kesilme çabasında olan bir romancının insana dair iyi hasletleri, ideolojik aidiyetlere göre ayırmayacağını bileceğini tahmin ediyorum. Türkiye’de böyle bir bakış var ama. Kutuplaşma derinleştikçe birtakım insani hasletler bazı mahallelere göre ayrılıp pay ediliyor. Solcuysanız veya muhafazakarsanız sizin uhdenizde olan bir takım kavramlar, iyilik biçimleri var. Ama bütün bunların yanıltıcı olduğunu aklı başında olan herkes zaten biliyor. Maalesef bu bir kolaycılık ve tribünlere oynamak. İyi insanlar ve kötü insanlar var, namuslu ve namussuz insanlar var. Bütün bunlar sosyal mensubiyetle değil, sizin birey olarak ortaya koyduğunuz söylem ve eylemle mümkün.