İlk ikisi genellikle “demokrasi”, “özgürlük”, “insan hakları”, “barış” sosuyla birlikte servis edilir… Yersen kabilinden cepheye sürülürler… Arkada ise ne ikiyüzlülükler, ne zulümler döner!
“9 Eylül Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yılmaz Savaşçın, NPQ Türkiye dergisinde ‘Çok fazla medyatik çevre yalanı var’ diye feryat ediyordu. Sonralarda her şey açığa çıktı. Kitaplar bile yazıldı. Alman Vakıfları, çevrecileri provoke ve finanse etmişler, Eurogold’un üzerine salmışlardı… Alman altın sanayi için Türkiye çok ciddi bir pazardı ve Türkiye’de altın çıkarılmaması gerekiyordu…”
İşin içinde ‘samimi’ çevreciler de vardı… Onlar da yıllardır, “Yer altı zenginliklerimizden yararlanamıyoruz” diye söyleniyorlardı ama bir gerçeği unutuyorlardı: Altın, bizim istediğimiz yerde ‘yeşermiyor’. Neredeyse, maden faaliyeti de orada yürütülmeliydi…
Amaçları neymiş?...
Fosil yakıtlara karşı duyarlılığı artırmak…
Kendisine ve partisine faydasından çok zararı dokunduğu iddia edilen ABD gezisinden sonra attığı ve bir tür ‘savunma’ amacı da içeren tweetinde (18 Ekim) bakın ne demiş:
Hani bir söz vardır: “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim”… Öyle işte…
“1. (isim) Bir işte gizli kalmış kötü ve aksak yan, kuşkulu durum.
2. (isim, argo) Hileli, kuşkulu, karışık durum.”
Gözümüze takılanlar…
- Ülkemizdeki yabancı enstitülerin yanında ilk kez kurulan Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Enstitüsü’nün faaliyetlerini hasbelkader izleme fırsatımız oluyor. Haziran ayında Ankara’da düzenlenen I. Arkeoloji Şûrası’na da katılmış, dünya bilim camiasına kazandırılan bu kurumun kamu diplomasimiz için nasıl bir güç olduğunu görmüştük. Enstitü’nün birbirinden değerli isimlerden oluşan bir de Yayın Kurulu var… Şimdi de onların hazırladıkları, bazıları ilk kez Türkçeye kazandırılan bazıları da ilk kez basılan eserleri görme şansımız oldu… Hayran kaldık doğrusu… Türkçe ve İngilizce yayınlanan bu eserler, Frankfurt Kitap Fuarı’da da hak ettikleri ilgiyi görmüşler. Yalnızca arkeoloji camiasının değil, derinlik, ciddiyet ve merak sahibi herkesin gözlerinin parlamasına neden olacak bu eserleri kazandırdığı için Enstitü, her türlü övgüyü hak ediyor.
- İstanbul Üniversitesi’nde düzenlenen “Blokzincir İstanbul Zirvesi”nde “Gelecek onu tasarlayana aittir” ifadesinin altını çizen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu sözleri mutlaka dikkate alınmalı: “Başkalarının açtığı sanal evrenlerde yer almaya çalışmak yerine, bizatihi kendi evrenimizi kurmak peşindeyiz.” Deloitte’un hazırladığı “Metaverse ve Türkiye’deki Potansiyeli” başlıklı rapora göre; metaverse’ün başarıyla geliştirilmesi durumunda, 2035 yılına kadar Türkiye ekonomisine 37,5 milyar dolar katkı sağlama potansiyeli varmış. Konu güncel, konu hararetli… Metaverse ve blok zincir alanlarındaki gelişmeler için işin uzmanları Türkiye Metaverse Platformu, Sosyal Medya ve Dijital Güvenlik Eğitim Araştırma Merkezi (SODİMER) ve Prof. Dr. Levent Eraslan Hoca’yı, özellikle sosyal medya hesaplarından takip etmekte yarar var… Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın, Cumhurbaşkanı’mızın işaret ettiği istikametteki gelişmeleri yakından izleyeceğine inanıyoruz.
- Zaman zaman Tasarist Yaratıcı Direktörü Musa Çelik sözcülüğündeki bazı basın bültenleri elimize ulaşıyor. Bunlar da genellikle iletişim çalışmalarının itibarı güçlendirmeye yönelik ‘konu yönetimi’ ayağına hizmet eden türden oluyorlar... Gönderdikleri son bültende, kaynak göstermemişler ama şöyle bir bilgiye yer vermişler: Dünya nüfusunun %26’sını oluşturan Z kuşağının dikkat süresi 8 saniye imiş. Bu durum Y kuşağında ise 12 saniyeymiş… Ez cümle; 90’ların sonu ile 2010’ların başı arasında doğan bu kuşağa ulaşmak isteyenlerin fazla zamanı yok… Her ne kadar Batı’dan ithal ‘kuşak tanımlarına’ pek itibar etmesek de bizde durumun nasıl olduğunu anlamak isteyenleri tetikleyebilir. (Duygu Miray Bilgin, omg! Medya)