Batı’yı eleştirilerimizin çoğunda haklıyız elbette ama yiğidi öldürüp hakkını teslim etmek gerekli. Üstelik eleştirip durduğumuz Batı’nın birçok yanıyla benzerliklerimiz varsa daha da temkinli olmalıyız.Modernliğin ve kapitalizmin şu anda tüm dünyada hükümferma olması, gündelik hayatımızdan giyim kuşamımıza kadar her şeyi belirlemesi şurada dursun, asıl problem zihniyetteki benzerliklerde. Zihniyetimiz de birçok bakımdan modern batılının ki ile tıpatıp aynı. Bu benzerliklerin içinde en çok “iyi
Batı’yı eleştirilerimizin çoğunda haklıyız elbette ama yiğidi öldürüp hakkını teslim etmek gerekli. Üstelik eleştirip durduğumuz Batı’nın birçok yanıyla benzerliklerimiz varsa daha da temkinli olmalıyız.
Modernliğin ve kapitalizmin şu anda tüm dünyada hükümferma olması, gündelik hayatımızdan giyim kuşamımıza kadar her şeyi belirlemesi şurada dursun, asıl problem zihniyetteki benzerliklerde. Zihniyetimiz de birçok bakımdan modern batılının ki ile tıpatıp aynı. Bu benzerliklerin içinde en çok “iyi davranış” ve “doğru düşünce” alanında olanları önemsiyorum. Sadece görünür ve sayılabilir olanı yani nicelikseli mühimseyince, tartışmasız biçimde nitelikle ilgili olan “iyi”yi ve “doğru”yu da buraya sıkıştırmaya başlıyoruz. Sonuçta “doğru”, teknolojik bakımdan en gelişmiş olan haline gelirken, “iyi” de ahlak telakkisinden tamamen sıyrılıp sadece hukuki olana indirgeniyor. Doğu’da da tıpkı Batı’daki gibi oluyor, inançlarımız ne olursa olsun mütemadiyen kafa yorup konuştuğumuz şeyler, dönüp dolaşıp aynı yere geliyor, teknolojiye ve hukuka… Derin düşünce ve estetik yargı giderek irtifa kaybediyor, dünyamızda varlar elbette ama özellikle Doğu’da, bizde öylesine, dostlar alışverişte görsün için…
Böyle bir dünyanın değişim arzusunu canlı tutabilmek, yeni bir medeniyet talep edebilmek için siyasi meydan okuma asla yetmez. Mutlaka derin düşüncenin ve estetik yargının önemini öne çıkarmak; kendini bilmeyi, yapıp etmelerimizin nihai sonuçlarını, nereden gelip nereye gittiğimizi ez cümle tefekkürü ve güzeli her fırsatta gündeme getirmek, gündemde tutmak lazım. Tefekkürü ve güzeli ne kadar ihmal edersek, teknolojiye ve yüzeysel-profan düşünceye, dünyevi güce, şiddete o kadar teslim olur, dünyamızın çirkinleşmesine katkıda bulunuruz. Bugün güzelden bahsedelim.
“Sen dağları görür, onları yerlerinde durur sanırsın, halbuki onlar bulutlar gibi geçer giderler. Bu her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır (Neml/88). “Allah’tan güzel kim boyayabilir?” (Bakara/138); “Yaratanların en güzeli” (Muminun/14); “Allah’ı bırakıp tüm taptıklarınız bir araya gelse bir sineği dahi yaratamazlar!” (Hacc/73) ayetleri okunduğunda, Allah’ın sanatını (sunullahi) görüp hissetmek ve dersler çıkarmak gereği anlaşılıyor. Buradan “yaratma” kavramı etrafında bir tartışma açılıyor. Kendi adıma Allah’ın yaratıcılığı ve insanın güzel sanatlarla uğraşması arasında “merhamet” mevzuunda ele aldığımız “rahman ve rahim olan” arasındakine benzer bir bağlantı olduğu sonucunu çıkarıyorum.
Kur’an’ın sanat ve güzel üzerine söyledikleri doğrudan doğruya Immanuel Kant’ı çağrıştırıyor. Kant’a göre estetik yargınızın temeli olan güzel, “hoş”tan tamamen ayrıdır. Zevkler ve renkler tartışılmaz, kişiye özgüdür ama “güzel olan”, “ahlaki olan” gibi evrenseldir. Zaten “güzel” ile “yüce”, Kant da aynı yargı gücü etrafında değerlendirilir. Hoş duyusaldır, güzel ise duygularla ve düşünceyle ilgilidir ancak mantığa vurulamaz. Güzel, herhangi bir kavrama dayanmayan yargıdır ama yine de zevk verir, üstelik evrensel olduğu için herkese. Güzel, temellerini nesnede değil öznede bulan bir yargıdır; her türlü çıkardan muaftır. Mükemmellikle alakası yoktur, hayal gücüne bağlıdır. Bazı güzel olan kendinde güzel -çiçekler gibi- iken bazısı koşullu, kavrama dayalıdır.
Estetik obje seyredilir ve hayal gücümüzle ondan zevk alırız, üstelik hiçbir amaç gözetmeksizin…
Müslüman düşünürler de sanat ve güzelden bahsederken hep temaşa, seyir zevki ve gördükleri, duydukları karşısında şaşkınlık, hayret, acz ve hayranlıktan bahsediyorlar. Peki ya günümüz Müslümanlarının estetik kaygıları?...