Bir İslâm insanı

04:0020/12/2025, Cumartesi
G: 20/12/2025, Cumartesi
Taha Kılınç

Her medeniyet, kendi insan tipini vücuda getirir. Bu çerçevede İslâm’ın da bir insan tipi ve modeli vardır. Özellikle tarihte iz bırakmış ve sonrasında takip edilecek bir yol oluşturmuş Müslümanlara bakın, bazı ortak özelliklerinin bulunduğunu görürsünüz. Çalışkanlık, sabır, diğerkâmlık, idealizm gibi temel vasıfların yanında, gerektiğinde ilmin yanına cihadı, kalemin yanın kılıcı ve silahı koyabilen şahsiyetlerdir bunlar. İslâm insanı, kâmil ve mütekâmil, hadiselerin gidişatına göre güzergâhını

Her medeniyet, kendi insan tipini vücuda getirir. Bu çerçevede İslâm’ın da bir insan tipi ve modeli vardır. Özellikle tarihte iz bırakmış ve sonrasında takip edilecek bir yol oluşturmuş Müslümanlara bakın, bazı ortak özelliklerinin bulunduğunu görürsünüz. Çalışkanlık, sabır, diğerkâmlık, idealizm gibi temel vasıfların yanında, gerektiğinde ilmin yanına cihadı, kalemin yanın kılıcı ve silahı koyabilen şahsiyetlerdir bunlar. İslâm insanı, kâmil ve mütekâmil, hadiselerin gidişatına göre güzergâhını çizebilen, her durumda ve şartta yolundan dönmeden mücadelesini sürdüren dayanıklı bir insan tipidir.

Yakın tarihimizde, İslâm coğrafyasının her yerinde böyle şahsiyetlere tesadüf etmek mümkün. Ama ben özellikle kriz bölgelerinden yükselen seslere daha çok odaklanıyorum. Çünkü onların ortaya koyduğu örneklik, çağları aşan birer sabır ve direniş destanı aynı zamanda. “Mesela kim?” dense, aklıma gelecek ilk örneklerden biri Mehmet Emin Buğra (1901-1965).

Doğu Türkistan’ın Hoten şehrinde, kökleri Semerkand’da medfun meşhur mutasavvıf Hâce Ubeydullah Ahrâr’a (v. 1490) dayanan seçkin bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen Mehmet Emin Buğra, babası küçük yaşta vefat ettiği için dayısının gözetiminde sağlam bir İslâmî eğitim aldı. Buğra, gençlik yıllarından itibaren, Çin’in tasallutu altındaki Doğu Türkistan’ın içinde bulunduğu ahvali bütün gerçekliğiyle fark etmişti. 1931’de çıktığı altı aylık bir yurt gezisi sırasında Doğu Türkistan’ın bütün şehirlerini ziyaret etti, halkın durumunu gözlemledi; Gulca’da âlim ve siyasetçi Sâbit Dâmolla (1883-19341) ile uzun istişareler yaptı. Buğra ve Dâmolla, Çin’e karşı fiilî bir mücadele yürütülmesi gerektiği noktasında mutabık kaldılar. Buğra’nın 1932’de kurduğu “Millî İnkılâp Teşkilâtı”nın öncülüğünde Karakaş ilçesinde başlayan ilk ayaklanmalar, kısa sürede Hoten’in tamamına yayıldı. Bir ay içinde (Nisan 1933) “Hoten İslâm Hükümeti” kuruldu.

Doğu Türkistan’dan temelli ayrılmak zorunda kalacağı 1949 yılına kadar oldukça yoğun bir hayat süren Mehmet Emin Buğra, bu süreçte 1934-1943 arasını Hindistan ve Afganistan’da sürgünde geçirdi. Onun Kâbil’deki ikameti sırasında tamamladığı “Şarkî Türkistan Tarihi” adlı eseri, bugün bile hâlâ aşılamamış bir şaheser ve ciddi bir başvuru kaynağıdır.

Hicretinin ardından 1951’de Ankara’ya yerleşen ve Adnan Menderes hükümetiyle yürüttüğü müzakereler neticesinde 1850 Doğu Türkistanlı mülteciyi de Türkiye’ye yerleştiren Mehmet Emin Buğra’nın artık dünya çapında yeni bir misyonu vardı: Delhi’den Kahire’ye, Lahor’dan Kudüs’e, Mekke’den Ravalpindi’ye, İslâm dünyasının farklı mahfillerinde Doğu Türkistan davasını diplomatik sahada temsil etmek. Bu süreç o kadar semereli olmuştur ki, bugün Arap dünyasının her yerinde Mehmet Emin Buğra’yı tanıyan, kendisinin mücadelesine tanıklık etmiş olan birilerini bulmak mümkündür.

64 yıllık hareketli ve bereketli bir ömür süren Mehmet Emin Buğra, 14 Haziran 1965 günü, çok sevdiği ve hep özlediği vatanından uzaklarda, Ankara’da vefat etti. Onun Cebeci Asrî Mezarlığı’ndaki kabri, bir İslâm insanının mücadele azminin sembolü olarak, ziyaretçilerini bekliyor bugün.

Mehmet Emin Buğra’yı anma sebebim, geçtiğimiz çarşamba günü (17 Aralık) İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi İpek Yolu Araştırmaları Enstitüsü’nün ev sahipliğinde, Farabi Eğitim ve Kültür Derneği, Buğra Akademi, Doğu Türkistan Ulemaları Derneği, Dijital Hafıza Derneği ve Taklamakan Neşriyat’ın katkılarıyla gerçekleştirilen “Vefatının 60. Yılı Anısına Uluslararası Mehmet Emin Buğra Sempozyumu”. Üniversitenin Halkalı yerleşkesinde bulunan Abdullah Tivnikli Salonu’ndaki sempozyumun özellikle dikkat çeken iki yönü vardı: Genç akademisyen ve araştırmacıların sayısı çok fazlaydı. Bildiriler Türkçe, Arapça, İngilizce ve Uygurca olmak üzere dört ayrı dilde sunuldu. Mehmet Emin Buğra, Türkiye’nin akademik mahfillerinde ilk kez bu çapta bir programla anılmış ve hatırlanmış oldu.

Sempozyuma ben de davetliydim, ancak aynı gün İstanbul’un farklı yerlerinde yine Doğu Türkistan konulu üç ayrı konuşmam vardı. Dolayısıyla Uygur dostlarımızla aramızda bir nevi iş bölümü yaptık: Onlar üniversitede, ben okullarda aynı anda aynı davayı konuştuk.

Bu vesileyle, İslâm insanı Mehmet Emin Buğra’nın aziz ruhu şâd u handan olsun.

#aktüel
#hayat
#Taha Kılınç