|

Muasır medeniyetlerin hali pürmelali: Gazze

Holokost, mitleştirilerek “demokratik olmayan” idarelerin er ya da geç ayrımcı bir çılgınlığa teslim olacağı ve zulme yol açacağı iddiasını besleyen bir kıssa olarak anlatıldı durdu. Son yarım asırda yürütülen dünya liderliği/jandarmalığı pozisyonunun meşrulaştırılması için kullanıldı. Aslında korudukları ise, Holokost’un anısından ziyade üstüne bina ettikleri egemenlikleri oldu.

04:00 - 2/02/2024 Cuma
Güncelleme: 03:46 - 2/02/2024 Cuma
Yeni Şafak
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.
Numan Aka / Yazar

Aksa Tufanı Operasyonu ile başlayan gelişmeler, dünyanın özellikle Batı dünyasının içine girdiği zihni, insani ve ahlaki girdap ile tufandan farksız seyrediyor. “Fikir ve eleştirilerini sakınmayan korkusuz bireyleri onurlandırmak” için kurulan Alman Heinrich Böll Vakfı, ünlü Yahudi yazar Hannah Arendt adına verdiği ödülü, bu sene layık gördüğü yazarın elinden az daha geri alıyordu. Sebebi, ödül sahibi yazar Masha Gessen’in Gazze’yi zamanın Yahudi gettoları ile kıyaslayan bir yazı yazması ve Almanya’nın “Holokost’un herhangi bir vakayla kıyas edilmemesi” yönündeki kuralını ihlal etmesi:

“Kuşatma altındaki Gazzelilerin durumunu, Yahudilerin durumuyla kıyaslamak için uygun bir terim olan ‘getto’, muhtemelen yaylım ateşe neden olurdu. Fakat aynı zamanda şu anda Gazze'de olup bitenleri anlatacak dili de bize verirdi. Getto tasfiye ediliyor.”

Gessen, başına gelecekleri biliyormuşçasına bu ifadeleri olanca ürkekliği ile dile getirmesine rağmen, sadece meseleye şöyle bir dokunmakla az daha kariyerinden oluyordu. Vakıf, ödülü geri çekmedi ama ödülü takdim edeceği töreni iptal etti. Bundan sonra yazarın adını daha az duyacağımız ise kesin…

ARENDT ADINA KONULAN ÖDÜLÜ ALAMAZDI

The Guardian’dan Samantha Hill, “Hannah Arendt’in kendisi gelse adına konan ödülü alabilir miydi?” diye sormuş. Hannah Arendt zamanında Siyonist İsrail’de yaşadığı yılları yazıya dökmüş ve Siyonist ayrımcılığın günlük tezahürlerinden tiksintiyle bahsetmişti. Gessen’in ifadeleri, Arendt’in 1955’te Kudüs’ten kocası Heinrich Blücher’e yazdığı şu satırlardan daha bile yumuşak:

“Galut ve getto zihniyeti tam anlamıyla çiçek açıyor ve bu aptallık herkesin gözünün önünde: Burada, Kudüs’te zar zor yürüyüşe çıkabiliyorum çünkü yanlış köşeyi dönüp kendimi ‘yurt dışında’, yani Arap topraklarında bulabilirim. Aslında her yer aynı. Üstüne üstlük, hâlâ burada olan Araplara, tek başına tüm dünyayı İsrail’e karşı harekete geçirmeye yetecek kadar kötü davranıyorlar.”

Henrich Böll Vakfı’nın çelişkisi bugünlerde tüm Batı dünyasının çelişkisi aslında. İnsanların kafalarındaki medeni Batı muhayyilesi, dediğiyle yaptığı arasındaki tutarsızlığın uzlaştırılamaz bir hale bürünmesinden ötürü paramparça olmak üzere. Bazılarımız içinse bu çoktan gerçekleşti.

Holokost mefhumunun Amerika önderliğindeki Batı hâkimiyetinin en keskin tabusu olduğu bir kez daha karşımıza çıktı. Holokost, mitleştirilerek ve filmleştirilerek “demokratik olmayan” idarelerin elinde ülkelerin er ya da geç ayrımcı bir çılgınlığa teslim olacağı ve zulme yol açacağı iddiasını besleyen bir kıssa olarak anlatıldı durdu. Son yarım asırda yürütülen dünya liderliği ve jandarmalığı pozisyonunun meşrulaştırılması için kullanıldı. Aslında korunan Holokost’un anısından ziyade Batı’nın üstüne bina ettiği egemenlik…

HOLOKOST’UN PERDELEDİĞİ GERÇEKLER

1948’de Birleşmiş Milletler çatısı altında kabul edilen soykırım kararıyla, Almanların Yahudilere yaptığı zulüm, insanlık tarihinin en vahşi eylemi oolarak kayda geçirilip mühürlendi bir bakıma. Peki, sömürge döneminde Fransız, İngiliz, İspanyol, İtalyan, Alman, Hollandalı ve Portekizlilerin sömürdükleri bölgelerde milyonlarca insanı katletmiş olmaları daha mı az vahşi ve önemsizdi?

Batılı tüccarların 300 yıllık sömürge döneminde, sadece Afrika’da yaklaşık 12,5 milyon Afrikalıyı kaçırıp, köleleştirdiği ve zorla sattığı tahmin ediliyor. Bu insanlardan sadece 10.7 milyonunun Atlantik’i geçerken sağ kalabildiğini biliyoruz. Yolculuk esnasındaki ölümlerin kötü koşullar ve hastalık dışındaki nedeni ise işkence boyutunda insanlık dışı muamelelerdi. Tarihçi ve gazeteci C.L.James’in aktardığına göre, “kargolar” terbiye edilmelerine isyan ederlerse veya geminin kaptanı onları taşımanın bir kâr getirmeyeceğini düşünürse canlı olarak denize atılırlardı. Hatta gerekirse “ölü kölelerin etleri” ile diğerlerini beslerdi.

Tüm bu tahammülfersa ayrıntılar, dünyadaki hâkim söylemin kurucusu Batı’nın peşine takılmakla nereye varabileceğimiz konusunda bize yeterince ipucu veriyor.

Fabienne Regard’ın ifadeleriyle toparlayacak olursak:

“Yahudi Soykırımı tarihte bir parantez değildir. Gerçekleşmesini mümkün kılan kültürel ve toplumsal dayanağın ürünüdür. 1492’de Yahudilerin İspanya’dan kovulması, giyotinin ve makineli tüfeğin icadı, ırk teorileri, sömürgecilik ve sömürge savaşları, sanayileşme, Birinci Dünya Savaşı ve yarattığı kıyım. Holokost, Batı tarihinde farklı zaman ve yerlerde daha önce uygulanmış hâkimiyet ve yok etme şekillerinin benzeri görülmemiş bir sentezidir”.

ALTIN İLKE: MENFAAT

Güya soykırımcı Hitler’in amansız rakibi olarak tarihe geçen İngiltere Başbakanı Winston Churchill, siyonist yerleşimcilere karşı ayaklanan yerli Filistinlileri, “Kulübedeki köpek” olarak nitelendirip herhangi bir hakka sahip olduklarını kabul etmediğini, Batı’nın sömürdüğü bölgelerde başvurduğu insanlık dışı yöntemleri misal gösterip “Fena mı oldu?” diyerek vahşet olarak anılmasını doğru bulmadığını belirtmişti.

Bugün pek çok tarihçi, İkinci Dünya Savaşı’nda Müttefiklerin Fransa’ya çıkarma yapmasına yol açan asıl muharrikin, Almanların Yahudilere yaptıkları soykırımı hızlandırmaları değil komünist Rusların Berlin’e doğru yürümesi olduğunu ifade ediyor. O kurtarıcı Amerika ki; savaş boyunca Yahudilerin ülkeye göçüne engel olmak için şartları olabildiğince zorlaştırmıştı. Ortada herkesin işine gelen bir tiyatro olduğu, Holokost’un mitleştirmesinin ve anti-semitizmin bayraklaş-tırılmasının Batı’nın asıl karakterini gizleyen bir maske olduğu su götürmez.

KENDİ HİKÂYEMİZİ YAZMA ZAMANI

Hepimiz ilköğretimden başlayarak “muasır medeniyetler seviyesini aşmak” veya sonradan yaygınlaşan haliyle “muasır medeniyetler seviyesine erişmek” vecizesi ile yetiştik. Anlamı üzerine çok düşünmeden, insanlığın geldiği en yüksek seviye olarak Batı medeniyetini kabul edip onları bir gün yakalayacağımızı, sonra da geçeceğimizi ifade ediyorduk. Yaşananlar ışığında her geçen gün vecizenin anlamı muğlaklaşıyor.

Batı ile ilişkilerimizde hayranlık ve taklit haleti ruhiyesinden çıkmamız gerektiği açıktır. Birkaç sene önce Cumhurbaşkanı Sözcüsü olarak Sayın İbrahim Kalın’ın ifade ettiği üzere “Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazma zamanı gelmiştir.” Daha insani bir medeniyet arzu ettiğimizi yüksek sesle haykırabilmeliyiz artık.



#Toplum
#Gazze
#Holokost
3 ay önce