|
Kürt krizinde ne noktadayız?
Bir süre önce Akil İnsan Heyetlerinde görev yapmış küçük bir grup olarak, Kadir İnanır'ın önerip teşvik ettiği bir toplantı sonrasında da bir açıklama yaptık. Siyasete geri dönüşü talep eden, silahların susması için herkesin üzerine düşeni yapmasını ima eden bir çağrıydı bu.

Bu tür çağrılar çatışmaları bitirmez. Ancak tercüman olabilirler. Kamuoyunda yeniden umut ve beklenti yaratırlar. Barışa dair umut, şiddet karşısında siyasetin gücü ve meşruluğunun en önemli kaynaklarından birisidir.

Nitekim açıklamadan bir süre sonra iki hükümet üyesinden aldığım hava olumluydu. Bu tür girişimlerin onları da rahatlattığını düşünüyorum.

Benzer tablo HDP kanadında ve Kandil'de de karşımıza çıktı. Çatışmaların bitmesi, tarafların makul bir şekilde geri çekilmesinin imkanlarının oluşması onlar için de önemli görünüyor.

Bunlar sanırım, şu an bulunduğumuz noktaya da işaret ediyor.

Devlet ve hükümet tavrını kesin ve keskin bir şekilde ifade ediyor, operasyonların PKK ülkeyi terk edene kadar devam edeceğini söylüyor.

Ancak diğer taraftan sivil toplum örgütleriyle yaptıkları toplantılar, bu operasyonların ucu açık bir şekilde sürdürülemez olduğunu bildiklerini gösteriyor. Bu toplantılarda hükümetin dile getirdiği husus, örgütün ülkeden çekilmesi yönünde kamuoyu oluşturulması. İma ve ilk beklenti ise Kandil'in ateşkes ilan edip, bunu hemen uygulamaya başlaması…

Benzer bir keskinliği Kandil'den, Brüksel'den, HDP'den gelen açıklamalarda da görüyoruz. Çatışmaları devletin başlattığı, devletin durdurması gerektiği vurgusu, IŞİD-AKP ilişkisine dair iddiaların tekrarı, çatışmanın Tayyip Erdoğan'a mal edilmesi gayreti bu keskinliğin bildik unsurları.

Buna karşın, Kürt Haraketinin de tekrar çözüm sürecine dönülmesini kuvvetle arzu ettiği ortada. Remzi Kartal, Zübeyr Aydar, Selahattin Demirtaş, çözüm süreci ve siyaset sözcüklerini sürekli öne çıkarıyorlar. Cemil Bayık'ın, Kandil'in halk savaşı talimatlarına, daha önce yaptığı süreç bitmiştir açıklamalarına rağmen, çözüm kelimesinin içini doldurmaya çalışan bir makalesi iki gün önce yayınlandı.

Savaş kimsenin hayrına değil, örgüt bile bunun iyice farkına varmış durumda…

Ancak şu da bir gerçek: Kürt sorunu tam çözülmediği sürece, şiddet hep devrede kalan bir enstrüman olacaktır. Devlet örgütle mücadele edecek, şiddet üzerinden örgüte hiza vermeye çalışacaktır. Örgüt ise şiddeti kendi varoluşunun garantisi görecek, talepleri için silahı bir araç kullanmaya devam edecektir.

Nitekim kanım, çözüm sürecinin yaşadığı kopuşu getiren önemli faktörlerden birisinin “silah üzerinden siyasi alan belirleme hamleleri” olduğudur. Devlet, PKK'yı geriye itmek, belli çizgiye çekmek, çözüm süreci politikalarını yeniden tanımlamak için PKK'nın başlattığı saldırıları bir vesile bilmiş ve örgütün üzerine çökmüştür. Bu, devlet açısından, muhtemelen, bir paradigma değişikliği değil, bir güç gösterisi ve ayar politikasıdır.

Örgüt için ise en kritik noktanın Rojava meselesi olduğunu görmek gerekiyor. Kuzey Suriye'de yayılma ve yerleşme imkanı bulan Kürt hareketi, bunu, IŞİD'e karşı ABD'nın tek yerli müttefiki iddiasıyla statü açısından bir avantaja çevirmeye çalışıyor. Bu şekilde Kürt koridoru oluşturma ve tanınma imkanları yaratarak kökleşmeye gayret ediyor. Türkiye'nin 1,5 ay önce Telabyad'ın düşmesi sonrası, koalisyona aktif katılımı, IŞİD'e açtığı savaş, PKK'nın ayrıcalıklı konumunu sarsması Kürt hareketinin en büyük sorunu olmuştur IŞİD-AK Parti işbirliği vurgularının, PKK üslerinin bombalanmasının IŞİD'e yarayacağı iddialarının, şiddete geri dönüşün en büyük nedeni budur.

Ancak bugün dengeler her anlamda değişmiştir…

Silah ve şiddet, limitleri çizme gücünü kaybetmiştir ve konuşma zamanı gelmiştir.

Nasıl ve ne zaman?

Şimdi soru budur…
#çözüm süreci
#pkk
#ışid
9 yıl önce
Kürt krizinde ne noktadayız?
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti