|
İtirazla huysuzluk arasında

Sürekli her şeye itiraz eden huysuz bir karaktere mi dönüştüm acaba diye soruyorum bazen kendime. Çok mu kötümserim acaba olan biten şeyler hakkında. Birilerinin, hiç kimsenin duymak istemediği şeyleri söylemesi gerektiği konusunda kendimi fazla mı dolduruyorum? Benim lüzumlu gördüğüm bu itirazlar, birilerine mızıldanma gibi geliyor olamaz mı? Sevimsiz, antipatik, sıkıcı ya da bıktırıcı gelmez mi?

Çok tekrarladığımız tekerleme doğruya işaret ediyor; çok hızlı değişen bir dünyanın insanlarıyız bizler. Özellikle son kırk yılda dünya adeta şekilden şekle girdi. Sadece hayatın fiziki şartları değil, değer algılarımız da değişti. Vaktiyle konuşmaktan bile imtina ettiğimiz şeyler, bugünün dünyasının sokaktaki gerçekleri...

Yaşı kırkın üstünde olanlar bu değişime sadece tanıklık etmedi; adeta birkaç ayrı dünyada yaşamak zorunda kaldı. Televizyonun bile olmadığı bir dünyaya doğdum ben. Köylerde henüz elektrik yoktu. Şehirlerde on evin sadece bir ya da ikisine buzdolabı girmişti. Sonra televizyon yayınları başladı, sonra o yayınlar renklendi, özel yayıncılık başladı, kanal sayısı arttı. Yeni Şafak çıktığında yazılarımı daktilo ile yazıyor, Ankara bürodan faksla İstanbul merkeze gönderiyordum. Foto muhabirleri fotoğraflarını film ruloları halinde uçağa yetiştirmeye çalışıyordu. Sonra bilgisayarlar yavaş yavaş hayatımıza girdi, ardından internet... Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Bugün kuantum teknolojilerinden, yapay zekalardan, sanal gerçekliklerden falan söz ediyoruz.

Böylesine baş döndürücü bir değişimin öznesi olmak elbette yorucu bir şey... Alıştığınız her şeyi kısa bir zaman sonra başka bir şeyle değiştirmek zorunda kalıyorsunuz. İstemeseniz de bu oluyor. Bir zamanın insanı, bir dönemin karakteri olamıyor, bir yere ait hissedemiyorsunuz kendinizi. Yeni milenyumdan sonra doğanlar için bu hızlı değişim hayatın doğası gibi... Başka bir dünyada zaten hiç yaşamadılar. Dolayısıyla onlar çok fazla yabancılık çekmiyor durmadan değişen bu dünyada. Ama tevellütleri itibarıyla hayatın ve tabiatıyla hızının çok daha yavaş olduğu dönemlerde doğanlar, her geçen gün bu çılgınca hızın sersemliğini, yorgunluğunu ve yabancılığını çok daha yakından hissediyor, yaşıyor.

Hayatın fiziki değişiminin bir çok yan etkisi var elbette. Ancak bunları bir şekilde aşmak mümkün... Aşılması zor olan şey, muhtemel ki, insanın kendisiyle, başka insanlarla, hayatla irtibatını nereden, nasıl kurduğu ve bu irtibatı nasıl koruyup yaşattığı ile ilgili... Bir yerde kök salamama hali; hayatın hiçbir yerinde uzun boylu konaklayamama ve hiçbir şeye bağlanamama sonucunu doğuruyor bugünün insanları için... Yani hiçbir şeyi yeterince sevemiyor, buna imkan ve vakit bulamıyoruz. Dünya zaten geçici, evet! Ama şimdi hayatımızdaki hemen her şey dünyanın fani tabiatından kat kat daha hızlı biçimde gelip geçiyor. Hayatın ulaştığı bu hız, insanlığın asırlar boyunca hiç çıkmadığı, ulaşmadığı bir hız... Sürekli değişmek ve üstelik her şeyin bizden de hızlı değişmesi hepimizi afallatıyor, sersemletiyor. Değerlerini sürekli feda etmek ve değiştirmek zorunda kalan zihinler ve kalpler ister istemez soğuyor, katılaşıyor.

İnsanlık tarihi nice büyük zulümlere, kanlı savaşlara, ağır haksızlıklara sahne oldu. Ancak bütün bunlar büyük güçler, dev ordular, gaddar hükümdarlar tarafından gerçekleştirildi daha çok. Sıradan insanlar kendi halindeydi ve maruz kaldılar daha çok bu yapılanlara.

Bu kötülükler bugün yine var. Ancak sıradan insanlar da artık kendi minimal kötülüklerini, kendi butik zulümlerini, küçük ölçekli haksızlıklarını, gaddarlıklarını üretir hale geldi. Küçük deyip geçmeyelim; hayatın içinde küçük görünen bu kötülükler birleşince çok daha büyük kötülüklere ulaşıyor ve hayatın suyunu bulandırıyor. İyilik, şefkat, muhabbet, diğerkamlık, empati kabiliyetleri kaybolmaya yüz tutuyor. İnsan insanın yurdu olamıyor; bir insan bir başka insanın dünyasına gönül rahatlığıyla yerleşemiyor, orada uzun vakit barınamıyor artık.

Gerçekten böyle mi?

Yoksa ben her şeyi abartıyor ve sürekli olan bitene itiraz eden kötümser ve huysuz bir ihtiyar olma yolunda mı ilerliyorum?

#itiraz
#daktilo
#faks
2 yıl önce
İtirazla huysuzluk arasında
Katil Bibi
İki kadın yazar: Kızıl saçlı ile saçları görünmeyen
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı