|
“Ebrûlî Düşler Albümü”

Ali Osman Sönmez''in şiir kitabı Ebruli Düşler Albümü''nü taşıyorum birkaç haftadır, nice huzur pahasına. Sütun Yayınlarının 79 numaralı kitabı olarak, 2011-İzmir''de basılmış, eser.

Ve içinde, bir takvimin hangi umudu emzirdiğini aradım. “Kalemin araladığı kadim sır” mıdır, yoksa dedim, “takvimin emzirdiği umut” ve sonra sahranın gözlerinde yakamozlanan ebrunun peşine düştüm. Çorak topraklar ülkesinde uyanan Leylaları bulmak için mısralar ülkesine daldım.

Bu füsunlu kanaviçede yani sözde dert eken (işleyen) dili bulmaya çalıştım.

Ama bir hüzün sağanağı eylül çıktı, takvimde karşıma.

(Bütün aynaların sırını dökecek, sadece siz ayna olacaksınız. Veya bütün aynaların içinden bakabileceksiniz.) “mestane, nukuş-ı suver-i” ab/rûya bakacak, meçhulün yüzündeki perdeyi sıyıracaksınız. Amma, bahtınıza temaşa şöleninde dert eken bir hal dili düşecek, her derdinize bin dert ekleyecektir. (s.7)

Her yerden horasan ağıdı ve kerbela feryadı gelmektedir: Takvimde eylül ve takdirde hüzün sağanakları vardır: “hüsn ve aşk; edeb ve sühan; dergâh ve munla”…

Ama takvimde kasım görünmektedir… (Yunus''un molla kasımı mı diye merak da etmedim değil hani..)

(Bütün aynalar yalan söylerler: en doğrusu, en düzgünü bile ters söyler.)

Sırlarını dökünce âyine yalancılıktan (ters söylemek-göstermekten) kurtulur: kurtulur da arkasındakini gösterir artık cam veya can. Sırı varken de önündekini gösterir hem de içindeymiş gibi: sırlarını dökünce aynalar, (orada) hüsn ve huşrüba hakikatleriyle görünürler, bilinirler: Kays''ın asırlardır leylâ''ya mı, mevlâ''ya mı esir olduğu ortaya çıkar.(s.9)

Ebrû dağılmış, yakamoz sönmüş, sırça köşk talan olmuştur.

Vatan sühandır. Kadim divanlardan ses katılır, şairin sesine ve kalbine melâl akar.

O sesin ve melâlin kaynağı bir ses şu (belki):

Mestâne nukûş-ı suver-i âleme baktık,

Her birini bir özge temaşa ile geçtik. (Nâilî)

Diğer ses:

Etdik o kadar ref''-i taayyün ki Neşâtî

Âyîne-i pür-tâb-i mücellâda nihânız

Ve öteki ses:

Seyreyledim eşkâl-i hayâtı

Ben havz-ı hayâlin sularında,

Bir aks-i mülevvendir onunçün

Arzın bana ahcâr ü nebâtı. (Ahmet Haşim)

Diyor, şair.

(En sahih olanı hangisidir, demeyeceğim. Unutma ki şair sözü yalandır. Hak Dostları hep ilmel ve aynelyakinden ötede, hakkelyakinde susarlar. Orada ayna –cam veya can- var mıdır ki? Dil aynasında susmak “sır” ise, konuşunca “sır” dökülür: görüntü kaybolur. Yazıda ise harfler hep perdedir. Onlar kalkınca da anlam kaybolur.)

Bu cihan içre vasfedilen ama olmayan o esrarı yudumlanan tılsım, (öylece) çözülmüştü (mü?)

Takvimde eylül ve kasım o esrarı örtmüş, gölgelemiş miydi? Meltemini yitirmiş denizler (mi) gölgeliyor â(hû)nun gözlerini / kasrın âyinelerinde metruk âyinler / semazenler toprakta..

Soy diller göç etmiş, haller sahtedir, harfler değişmiş, kalem yastadır, mana kayıp...

Tutunacak pir kalmamış; kenan, güneşi batmış sıladır; mısır, mahkûma taç giydiren gurbettir.

Şaşı gözler, aşk ve hayret yoksunudur.

Belâ meclisi divanında hüküm: sürgündür.

(Bu ne karışık albümdür ki gözleri, elleri, kalbi ve zihni yoruyor. Çağ yanığı, gurbet yanığı, çağ vurgunu kalp ve hüzün kırığı saçlar sergiliyor… Ama tablo hepten umutsuz değildir: Takvimin hangi umudu emzirdiğini kavrıyorum gibi: Ab/rû, ustasını; âyine, kalfasını bulacaktır.)

Kırk Hızır çeşmesi, kenti gafletten uyaran rüzgâr, sütunları titreten sur, dergâh ve esaret düğümünü çözecek söz… vardır. (ilerleyen mısralarda geçen özel mekân ve şahıs isimleri hiç önemli değil, aynalar yalan ya…)

Oysa umudu emziren takvim, aynalarda gözleri şaşı''rtmayacaktır.

Ali Osman Dönmez,

Beni çok yordun ve şaşırttın.

Yitik Zaman Fotoğrafları''n da aldatıcı. Yunus Diliyle sen söylüyorsun:

Eğer âyine bin, bakan birse, gören, görünenleri bin görürdü, diyorsun. Bir göz, bin görüntüyü, aynı algılar mı? Veya bin görüntü, bir göze aynı görünür mü? Veya bin âyinenin gösterdiği o bir, aynı olur mu?

Hele fotoğraflar, solmaya, yıpranmaya, eskimeye mahkûm görüntüler… yüzen zaman cesetleri, fani aynalarda çürümezler mi? (Kiramen kâtibin fotoğrafçılarının çektikleri hiç eskimez ve hiç değişmez.)

Zihnin yitik mirasını çağıran (şuur-şair) aynaların genzini nisyan küfü yakar; hançeresinden hüzzam yapraklar gibi savrulur, nim sofyân ikindiler.

Lâl bir eylül, üşüyen mısralar ve zaman aynasında yaşanan şaşkınlıklar: çukur, tümsek, puslu, yalancı aynalar ve hayat sularında durmadan değişen yüzümüz.

Vuslat, kısa adımlarımıza uzak ülkedir. Ancak, küllenmiş hatıralar havuzundan geçeriz, yakamozlu mazi denizlerine. (Yani, geçmişi tam göremeyiz, hal''i ve geleceği tam göremeyeceğimiz gibi.)

Ozan''ın tozlu ayna(lar)dan damıttığı mısraların gösterdikleri ne kadar sahicidir? Sırlayıp fecre tuttuğu kalbin yorumlarına ne kadar güvenilir ki?

Aynı dili konuşan bütün ırmaklar bile hiçbir an aynı şeyi söylemezse, aynı pınardan kim içebilir?

Geçtiği dehlizleri kendisi oyan ozan, bakir patikaların seyyahıdır. Ama geçilen bütün yollar ve dağlar eprir.

Aynalarda büyütülen rüyalar bazen baştanbaşa tuzaktı. Yine de hafıza, asâ-mesih değil, unutuşun tozunu silip zihnin aydınlık denizine çekip aydınlatacak ayna bekler.

Ey şiir okuyucusu!

Senin de Ali Osman Dönmez gibi,

Sezgilerin güçlüyse; zihnin keskin, kalbin derin, aklın kıvraksa; ve bir de okuman çoksa, al, Ebruli Düşler Albümü''nü de huzurun kaçsın biraz.

İçinin mağarasındaki Yemliha''nı uyandır. Sen de şair (Osman) gibi mısra paralarını hafıza çarşısında kalbin fırınından şiir ekmeği almaya gönder.

Hadi gönder de gör olacakları…

Daha 22 şiir var şehirde ey okuyucu!

13 yıl önce
“Ebrûlî Düşler Albümü”
Vefa
Efendimiz’in (sav) orucu-2
Efendimiz’in (sav) Teravihi
Efendimiz’in (sav) Zekâtı-2
X’e kısıtlama an meselesi