|
Bay bay Kemal, welcome Zelensky…
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun hafta içinde HaberTürk televizyonunda yaptığı söyleşiden ‘ilgili’ bölümü kesip-paylaşalım; “… Onun için mi AB üyesi bir ülkenin büyükelçisine adam gönderip redakte ettirdiler, ilk altılı masa toplantısından çıkan neticeleri? Ünal Çeviköz’le beraber ilgili büyükelçiye gönderdiler, onun için mi düzelttirdiler? Bu iddia değil, bunu söyledik. Ses kaseti de var. Baya ses kaseti var. Biz Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyoruz. Herhalde
burası bizim devletimiz”…
Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın YouTube üzerinden yayınlanan bir tartışma programındaki cümleleri; “PKK bir terör örgütüdür. Birçok ülke ve uluslararası kuruluş bunu böyle tanımlamış durumda. PYD/YPG her ne kadar kök olarak benziyor olsa da
AB’nin ya da pek çok ülkenin ‘terör örgütü’ olarak tanımladığı bir yapı değil.
Yapısına baktığınızda kökü aynı yerlere doğru çıkıyor olabilir ama
burada önemli olan terörizmin bir tanımı var, sadece bizim özel tanımımız değil, uluslararası bir tanım
. Dolayısıyla
bir terör örgütüyse
mücadele ederiz ama terör örgütüyle mücadele etmenin yolu da sadece silah kullanarak olmuyor”…

Sayın Babacan’ın “tarifleri” anlatıyor ki, görüşleri, “bizzat siz, YPG/PYD’yi terör örgütü olarak görüyor musunuz” sorusuna “evet terör örgütüdür” demeye müsait değil…

Benzer durum İYİ Parti’nin Ukrayna savaşında nerede pozisyonlandığına ilişkin bilgilerde de mevcut. Sayın Meral Akşener’in TBMM grup toplantısında yaptığı konuşma, Türkiye’nin bu krizdeki konumunun “fazla tarafsız” bulunduğunu anlatıyor. Başını ABD’nin çektiği cephenin politikalarına daha ağırlık verileceği beyan ediliyor…


CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun BBC’ye verdiği yakın tarihli röportajda anlattıkları ise herhangi bir tercüme veya yoruma zaten ihtiyaç bırakmıyor;
“Türkiye’ye yeniden yön vereceğiz/rotasını düzelteceğiz. Batı ile ilişkiler öncelikli hale gelecek”…
TAKIM RUHU!..

HDP’yi anlatmaya herhalde gerek yok. Seçim tarihinin kapıya dayandığı bu günlerde ‘7li masanın’ Batı’ya göre konumlanışı/safı ve destek beklentileri artık belirgindir. Nitekim The Economist’e muhalefetin önde gelen yüksek temsilcilerinden birinin, S400’lerin depoya kaldırılması, Akkuyu Nükleer Santrali’nin askıya alınması veya Suriye-Irak’tan çekilebilineceğine ilişkin açıklamalar “sınırı aşan” ifadelerdendir. Ama ‘takım ruhunu’ gösteriyor.

Bunları ve daha çoğunu Başkan Biden’ın, “darbeyle değil seçimle” konulu meşhur konuşmasının zamanla geldiği aşama başlığı altında toplayabiliriz. Takım ruhu orada da vardı…

Tabii şu da bir sosyolojik, politik izah olarak yazılmalı; Türkiye’nin ulusal güvenlik menfaatlerini, varoluş kaygılarını umursamama noktasına gelmiş bu türden yoldan çıkma, herhangi bir iktidarın yanlış politikalarının tezahürü/karşılığı olamaz. Gelgelelim Türkiye için yeni bir durum da değildir bu. Tarih örnekleriyle dolu.
7’li masaya oy verecek bir kısım seçmenin -oyunu değiştirmese bile- bu denli sapmaya körleşmesi/yutması, “tamam muhalifiz ama gittiğiniz yol, yol değil” dememesi de üzülerek not edilmeli…
BATI MEDYASINDA ANİ DEĞİŞİKLİĞİN SEBEBİ NE?..

Batı medyası elbette Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı desteklemiyor. Ve yine elbette, Erdoğan’a yönelik katı ve keskin yayınların AK Parti seçmen kitlesini konsolide ettiğinin, bilediğinin -edinilmiş tecrübelerle- farkında.

Bu yüzden son 10-15 güne kadar kritiklerini/saldırı seviyesini kontrollü tuttu. Hatta Erdoğan’ın muhalefetle başa baş gittiği, ileri giderek 7’li masanın/Kılıçdaroğlu’nun kazanması durumunda Türk dış politikasının beklendiği gibi değişmeyebileceğine yönelik yorumlara/analizlere kapı açtı.

Ancak ne olduysa
bir ve aynı anda
ve özellikle Avrupa matbuatında izlendiği üzere yaylım ateşi başladı…
Temel neden, şimdiye kadar Erdoğan’ın kaybedebileceğine ilişkin umutlarının azalmaya başlaması.
Sandık anına doğru kendi araştırmalarında ibrenin Erdoğan’ı göstermeye devam etmiş olması.
Yani, destekledikleri muhalefet blokunun kaybetmek üzere olduğunu hissediyorlar.

Dikkat edilirse aynı ‘ritm bozukluğu’ CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nda da takip edilebilir. Kurmayları Batılı muhataplarına daha ileri ifadeler kullanıp, ‘Rusya’ya NATO üyesi olduğumuzu hatırlatacağız’ derken, Kılıçdaroğlu, ‘Rusya’yla ilişkilerimizi niye bozalım, faydalı işbirliklerini elbette devam ettireceğiz’ mealinde konuşuyordu. Ancak, BBC’ye verdiği son demeçte işte o cümleyi kurdu; “Türkiye’ye yeniden yön vereceğiz/rotasını düzelteceğiz. Batı ile ilişkiler öncelikli hale gelecek”…

Batı medyasındaki değişimle bunun arasındaki senkronu görmeliyiz…

İkinci nokta, yani ABD-Avrupa ayırımını getirmemizin sebebi, ABD basınının en azından şu ana kadar -kısa süre içinde onlar da yön değiştirebilirler ama- baskın kanaat, seçim sonrası Türk kamuoyu üzerinde -kalan etkilerini kaybetmemek adına- düşük profilde kalmasıdır. Mesela The Economist’in aleni taraf haline dönüşen yayınını desteklemek/pekiştirmek yerine, “Economist dergisi Kılıçdaroğlu’na desteğini açıkladı” başlığını atarak paylaşmayı tercih ettiler. ‘Amerika’nın Sesi-VOA’nın bu tavrı, belli bir mesafede durmak anlamına geliyor. Tabii öte yandan 7’li masa bileşenlerine emsali görülmemiş ölçüde haber üreterek destek vermeyi sürdürüyorlar. İkisini karıştırmamak gerekiyor.

Nitekim Washington Post gazetesi de The Economist’in Türkiye’nin gündemine girdiği gün yayınladığı, “Kılıçdaroğlu kazansa da Türk dış politikası değişmeyebilir” minvalli yazısı delildir. Esasen, bu yaklaşma açısı daha önce İngiliz The Guardian tarafından işlenmişti. Bu da gösteriyor ki, transatlantik basın-yayın organlarının arkasındaki akılda görev dağılımı var. Kabaca, “iyi polis kötü polis” oyunu denebilir.

#Seçim
#Kemal Kılıçdaroğlu
#Avrupa Birliği
#İYİ Parti
#TBMM
#Nedret Ersanel
1 yıl önce
Bay bay Kemal, welcome Zelensky…
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’