|
Kölelerin dostluğu

Dostluk insan olarak bu dünyada varlığımızı, misyonumuzu bilmek, anlamak, başka insanlarla olan ilişkilerimizin tabiatınıkavramak için üzerinde düşünmemiz gereken bir ilişki biçimi.

Aslında şu veya şekilde dostluklar kuruyoruz. Kime neden dostdiyoruz, kime neden düşman? Kiminle hangi gerekçelerle dost

kiminle hangi gerekçelerle hasım oluyoruz?
Beraber vakit
geçirmekten haz aldığımız insanlarla dostluğumuz mu var?
Dostlarımız olmadığı halde insanlarla sırf aldığımız
hazlarımızdan veya elde ettiğimiz çıkarlarımızdan dolayı ne
kadar teşriki mesai yapıyoruz?
Hangi insanlarla hangi tür

ilişkilerimize ne kadar değer veriyoruz?

Bunlara verdiğimiz cevaplar bizatihi bizim ne olduğumuzu ve istikametimizin ne olduğunugösteriyor. Elbette hazza, çıkara veya erdeme dayalı dostluklarvardır ve bunlardan hangisini ne kadar tercih ettiğimiz insan olarak istikametimizi ve kalitemizi ortaya koyuyor. Neticede bu datercihlerimizle ilgilidir.

Dostluk herşeyden
önce özgürlüğe dayalı bir ilişki biçimidir ve kendi içinde
hiyerarşi kabul etmeyen bir yapıya sahiptir
. Elbette insanlararasındaki bütün sevgi ilişkilerinin her türlü hiyerarşiden veher türlü kısıtlamalardan yoksun olduğunu söylemek anlamına gelmiyor bu. Yine de özgürce karar verilmiş bir ilişki dostluğun en temel şartıdır.
“Dostlarım, dost yoktur”
diyen
Aristoteles
kölelerin dostluğu olmadığı gibi özgür
bir insanın kölelerle dost olamayacağını da söylemiştir.
Dost olmak sevilmenin edilgenliğinden ziyade sevmenin
aktifliğinde bulunur ve bunun için simetrik bir ilişki dengesi
şarttır.
Bu açıdan bakıldığında
Hz. Musa
’nın Firavun Mısır’ında kölehaline getirilmiş olan
kavminden bir dostlar topluluğu oluşturma
konusunda verdiği mücadele çok trajik sayılabilir. Mısır’a özgür olarak gelmiş ve yerleşmiş olan İsrailoğulları bir süresonra köleleştirilmiş ve yaşarken kendi iradelerini kaybetmiş,dost olmaya karar verebilme kabiliyetlerini bile yitirmişler.
Hz.
Musa’nın verdiği mücadele kendi kavmine karşı, her ne
olurlarsa olsun kan bağı dolayısıyla, yani kardeşçe duygularla
taşıdığı sorumluluğun da bir yeri olduğunu anlatıyor.
Onun Firavun’dan talep ettiği şey elbette tanrılık taslamaması ve Allah’ın kullarını kendine kul etmemesidir, ama aynı zamanda insanlara zulmetmemesi, insanların iradelerini yok etmemesi,ideolojik-büyüleyici yöntemlerle halkının gözünü boyayıpakıllarını çelmemesi,
kendi kavmini özgür bırakmasıdır
.Hz. Musa’nın uzun ve çetrefilli mücadelesinin sonunda İsrailoğulları Firavun’unzulmünden, kontrolünden kurtulurlar. Kızıldeniz’i Allah’ınlütfu ve mucizesiyle,
Musa’nın rehberliğinde aşarlar ama
Hz. Musa için asıl trajedi orada başlar
.
O kendi kavmine
yaptığı liderliğe rağmen kendisini anlayacak, kendisiyle
koşulsuz dostane bir dayanışmada bulunacak kardeşi Harun’dan
başka bir dost bulamaz.
Özgürlüğüne
kavuşturduğu kavminin insanları özgürlüğün değerini
bilemeyecek durumdadırlar çünkü.
Kendilerine lütfedilen nimetin farkında bile değillerdir. Belki bedenlerine isabet eden kırbaçlar ve ağır çalışma yükünden kurtulmuş olmanın rahatlığını hissetmektedirler ancak, ama özgürlüğün değerini ve erdemini hissedebilecek durumda değillerdir. Kölelik insanın tabiatını bozan bir etki de yapmıştır çünkü.
Kızıldeniz’i aşıp Sina çölünde, dağlarında özgürlüğün tadına varıp bunu haketmek ve korumak için çalışacakları yerde daha ilk andan itibaren kendisine kaprisler yapmaya başlarlar. Dağ başında özgürlüğün sağlayacağı mutluluğun tadını, havasını hissetmek yerine karınlarını nasıl doyuracakları üzerinden bir kriz çıkarırlar, kendilerine hazır
Kudret helvası ve
Bıldırcın
gönderilir. Bir süre bu yiyecekleri yedikten sonratalep ettikleri şey, aslında ekonomik ve sosyal durumları kötüyken iyileşen bütün insanlar için ibretlik bir durum.
Soğan,
sarımsak ve mercimek isterler Hz. Musa’dan.
Ellerindeki iyi olanı unutup geçmişte kalmış olan daha kötüyü arzulamak, özlemek, onun nostaljisini yapmak.
“Daha kötü olanı, daha
iyi olana mı tercih ediyorsunuz?”
Ederler.
Bu hikayeden, bu
talep dönüşümünden aslında sosyolojik bir model üretmek hiç
de zor değildir. Nostalji, hele siyasi dile çevrildiğinde çoğu
kez daha kötü olanın daha iyi olana tercih edilmesi, ondan üstün
tutulması vehmi değil midir?

Ya dağda kula kulluğun zincirlerinden kurtulmuş özgürlüğü ciğerlerine kadarteneffüs etmeleri beklenen insanların peygamberlerinden kendilerine bir totem yapmasını istemelerine ne denir?

Başlarında
Allah’tan başka kimsenin ve hiç birşeyin kulluk etmeye ne layık
ne de müstehak olduğunu anlatan, onları özgürleştirmeye çalışan
bir peygamberleri varken bu zehaba kapılan insanlar Hz. Musa’ya ne
kadar dost olabilirlerdi?
Nitekim Hz. Musa Tur dağına rabbinden levhaları almaya gittiğinde kavmi o daha gelmeden Samiri’nin akıllarını çelmesi üzerine altından bir buzağı yapıp ona tapmaya bile başlamışlardır.
Hz. Musa
elinde aralarındaki dostluğu, hukuku tesis edecek emirlerle
döndüğünde gördüğü manzara karşısında gerçekten de
bunların aralarında hala “dost olmadığını” düşünmüş
olmalı
.
Dost yoktu, ama dostluk vardı ve dostluğun yükünü, anlamını gereğini taşıyacak dost gelecekti.
Gelmesi için bunun hazırlığını
yapmalıydı. Levhaları bir kenara bırakıp o levhaların,
emirlerin, hukukun değerini anlayabilecek bir vakte kadar onlara
dağlarda, kölelikten özgür olmanın hayat tarzını yaşattı.
Çobanlık yaptı onlara aslında. Rivayetler onun kavmini Filistin topraklarına yerleşecek hale gelinceye kadar dağlarda kırk yıl boyunca eğitmiş olduğunu söyler. Bu süre aslında bir nesil değişikliği anlamına geliyor.
Kırk yıl içinde kölelik
kültüründen, kişiliğinden hiçbir iz kalmayıncaya kadar, gerçek
dostluğun anlamını ve yükünü çekebilecek hale gelinceye kadar
dağlarda gezdiler.
Dostluk açısından
Hz. Musa’nın kişisel trajedisi bu dostlarıyla bir mürüvvet
görmemiş olması, o simetrik ilişkiyi kuramamış olmasıdır
.

Peygamber efendimizle karşılaştırıldığında tabi. Yoksa bir peygamber olarak nihayetinde görevini yerine getirmiştir.

Hülasa kölelerin
dostluğu, yol arkadaşlığı, hatta bazen siyasi müttefiklerle yol
arkadaşlığı bu tür trajik örneklerle doludur.
Kiminle ne için, kimin için dostuz? Yolda dostlarımıza yük mü oluyoruz, birbirimizin yükünü mü alıyoruz? Yol mu gösteriyoruz, beraber yol mu buluyoruz? Gideceğimiz yere doğru ortak erdemlerimizle bir muayyen kararımız mı var, birilerinin bizi götürdüğü belirsiz bir menzile doğru gözü kapalı mı ilerliyoruz?
Hele yolda daha
kötü olanları daha iyi olanlara tercih etmek gibi bir istidadımız
var mıdır?

Sürekli sormaya değer sorular.

#Dostluk
#Sina Çölü
#Kızıldeniz
2 years ago
Kölelerin dostluğu
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?