Statüko sürdürülemez...

00:0010/09/2009, Perşembe
G: 3/09/2019, Salı
Yasin Doğan

Demokratik açılım konusunda farklı tutum takınan iki taraf var: 1. Sorunun varlığını reddeden veya çözüm şeklini onaylamayan statükocular.2. Sorunun çözümünü şart gören değişimciler.Statükoculuk, mevcut durumdan, şartlardan, dengeden hoşnut olup, bu durumun devamını istemek, körü körüne mevcut hali koruma gayreti içine girmek, değişime şiddetle karşı çıkmak demektir. Statükonun her zaman kötü, yanlış, mahzurlu, tahrip edici, sorun üretici olması gerekmez. Mevcut durum, sürmekte olan denge olumlu

Demokratik açılım konusunda farklı tutum takınan iki taraf var: 1. Sorunun varlığını reddeden veya çözüm şeklini onaylamayan statükocular.

2. Sorunun çözümünü şart gören değişimciler.

Statükoculuk, mevcut durumdan, şartlardan, dengeden hoşnut olup, bu durumun devamını istemek, körü körüne mevcut hali koruma gayreti içine girmek, değişime şiddetle karşı çıkmak demektir. Statükonun her zaman kötü, yanlış, mahzurlu, tahrip edici, sorun üretici olması gerekmez. Mevcut durum, sürmekte olan denge olumlu da olabilir. Durumun mahiyeti, işin rengini değiştirir. Eğer mevcut durum, sorun üretiyorsa veya mevcut durumu korumaya yönelik politikalar, ortada duran sorunu çözemiyorsa statükoculuk millet için bir baş ağrısıdır, büyük bir beladır.

Bu noktada sorulması gereken soru şudur:

1. Statükocu yaklaşım ülkenin ve milletin menfaatine midir?

2. Statükoyu sürdürmek mümkün müdür?

Bir yaklaşım, fayda değil zarar veriyorsa veya varolan sorunu çözmeye yetmiyorsa onun sürdürülmesini istemek akıl karı değildir. Üstüne üstlük mevcut durumu sürdürmek mümkün değilse, statüko sürdürülebilir olmaktan çıktıysa, eskide diretmek hayatın gerçeklerine de terstir.

Statükocuların temel yanlışı, karşısındakileri "insan" olarak görmek yerine bir ülke içinde kalabalık yapan, yer işgal eden objeler olarak görmeleridir. Vatan denen toprak parçasında, kendilerine ait olarak gördükleri ülkenin, yine sadece kendi iradeleriyle yönlendirilmesi gerektiğini düşündükleri siyasal rejimin kutsallığı, diğer her şeyi ve herkesi objeleştirir. Kendi varlıklarına endeksledikleri, kendi zihniyetleriyle bir saydıkları siyasi otoritenin kabulleri olmazsa olmazdır. Aslında olmazsa olmaz gördükleri kendi varlıkları, bir avuç elitin sözsahibi olmasıdır, ama işi öyle bir kutsallığa dönüştürürler ki, geri kalan her şey teferruat olur. Varsa yoksa kendileridir. Karar veren, idare eden, nizam veren, paylaşan, bölüşen hep kendileri olmalıdır. Ayak bağı olan hasbel kader bu topraklar üzerinde yaşayan insan güruhudur. Onların inançları, kültürleri, kimlikleri, mezhepleri, ırkları ve iradesi sadece yaşamı zorlaştıran unsurlardır. Ülke, vatan, rejim, halk sıralamasında en önemsizi vatandaştır, millettir, halktır. Selameti düşünülen, huzuru, esenliği istenen, istikbali önemsenen genelde halk değildir. ''Halkın bekası ne olacak, insanların mutluluğu ne olacak, milletin dertleri ne olacak'' sorusunun cevabı önem sıralamasında arkalarda gelir. Bundan dolayı statükocu zihniyet halkını, vatandaşını kendine olan yakınlığına, bağlılığına ve faydasına göre anlamlandırır. Onları bir insan olarak görerek önemsemek, değer biçmek, adam yerine koymak abestir.

Böyle olunca demokrasi belli kesimlerin iradesini yansıttığı ve bu kesimlerin düzenini devam ettirdiği ölçüde anlamlıdır. Cumhuriyet cumhurun belli kesiminin kabullerini yansıttığı ölçüde değer kazanır. Sorun algısı insan odaklı olmadığı için, çözüm algısı da insan odaklı olmaz. Sorunların tanımlanmasında da, çözümlerin oluşturulmasında da halkın hisleri, duyguları, düşünceleri, tepkileri belirleyici değildir.

Statükocu zihniyet bir çırpıda bir kitleyi kategorize edip yok sayabilir, sindirebilir, aşağılayabilir, sürgün edebilir…

Kürt meselesiyle ilgili en radikal teklifler statükocu beyinlerden südur eder. Demokratik duyarlılığa sahip kesimlerin ayrıştırıcı projeler ürettikleri ender görülür. Ama "mübadele" gibi bir düşünce statükoculardan rahatlıkla tezahür eder. Türkiye''deki Kürtleri başka ülkelere göndermek, şehirleri birbirine transfer etmek, insanları göçe sevketmek, köyleri boşaltmak statükocular için çok rasyonel tekliflerdir. Devletin bekası için milyonların bir önemi yoktur. Yine devletin bekası için, kendi siyasi zihniyetlerinin hüküm sürmesi için kan ve gözyaşının devamını bilinçli bir politika gibi önerebilirler. Belli sayıda insanın ölmesini, belli sayıda şehit verilmesini basit bir maliyet hesabı gibi görüp politika zayiatı gibi değerlendirebilirler. Ya da ülkenin geri kalmış bölgesine bir çizgi çekip ayıralım, zengin bölgeler bize kalsın gibi absürt öneriler o kesimlerden gelebilir.

Statükoculuk, kendi statüsünü korumaktan başka bir şey değildir. Çünkü ülkesini, milletini, siyasal rejimini seven, korumak isteyen insan gelişen şartları iyi analiz eder, politika değiştirmek gerektiğinde devletinin bekası için politika değiştirebilir. Ama şartların aksine, ülkenin aleyhine statükoda bir ısrar varsa orada ne vatan sevgisi vardır, ne devletin istikbali kaygısı…

Demokratik açılıma direnenlerin, mübadele önerenlerin, belli sayıda ölümü sürecin doğal bir parçası gibi göstermek isteyenlerin Türkiye''nin aleyhine bir tutum içinde olduğu artık çok açık görünüyor. Çünkü bu politikaların artık Türkiye''ye hizmet eder, Türkiye''nin bütünlüğünü koruyan, birliğini pekiştiren bir boyutu yok. Dün de yoktu, ama idare edilebiliyordu, ama bugün artık bu durum sürdürülebilir değil…