
Bu köşeden partilerin
varsa ekopolitik yönelimlerini ve durumlarını ele aldım epeyce. En çok da yokluktan bahsettim.
Nihayet bir kıpırdanma başladı Türkiye’de.
Kimi sağa kimi sola doğru kimi de milli olana doğru bir tavır kazanma peşine düştü.
Gladyonun 12 Eylül’de kanlı eliyle kapattığı tartışmayı bugünün kavrayışlarıyla yeniden açıyor Türkiye. Ben de siyasi olsun sivil olsun herkes bu sefer bu tartışmayı toplum lehine tamamlamak üzere katılmalı diyorum. Bizim olanı bulmak için…
Şimdilik söylenenlere bakınca; söyleyenin kimliğinden sıyırdığınızda hala kim ne söylüyor ayrımı ortaya çıkamadı. Sözün karakteri oluşmadı. Eylem-söylem uyumu kuracak kadar bütüncül bakış açıları da yok. Gözünüzü kapatıp dinlerseniz neredeyse aynı şeyleri söylüyorlar. Parti seçmek bu anlamda imkânsız gibi bir şey. Ama kısa sürede hayli ilerleme oldu.
Yalnız teröristbaşının gümbürtüsüne gittiyse de geçenlerde Sn Bahçeli’nin ekonomik tasavvurlarına ilişkin açıklamaları farklıydı. Hem de çok farklıydı. Küresele küreselin kodlarıyla değil, milli bir karakterden entegre olan ve dünyayı da kendine entegre eden bir ekonomiden bahsediyordu.
Farklıydı ama ekopolitik olarak biraz da karman çormandı.
Bir düğümü çözecek gibi başladı fakat öyle bitmedi. Sanki bugünkü ekonomi programı elini kolunu bağlamışçasına…
Başkaca tespitlerim de var.
Mesela “modası geçmiş ekonomik düşünceler” ekseriyetle Keynes’in düşünceleri olduğu halde Keynes metinde yanlış konumlandırılmıştı.
“Görünmez el metaforu sömürünün çarkı” olarak sunulmuştu ama sanırım adresi müphemdi.
Bu eleştiri finansal kesime yöneltilseydi tam isabet olurdu.
“Rasyonel insan portresi” ise tam da ihtiyacımız olan şeyken eleştiri konusu olarak ele
alındı. Sıkıntımız insanın artık iktisatta rasyonel değil,
irrasyonel kabul edilmesi...
Bunlar dışında konuşmanın ekonomiye dair bölümünün tamamının altına imzamı atıyorum.
Özellikle de “Ekonomide yeni bir hikâyeye, milli ve manevi değerlerimizle temerküz etmiş yepyeni bir zihniyet devrimine ertelenemez ihtiyacın olduğunu görmeliyiz.” ifadesinin altına.
Gerçekten metin, skolastik iktisadı reddeden fevkalade girişine rağmen bu cümleyle hakikatli çelişkiler içeriyor veya altını doldurmakta zayıf kalıyordu.
Evet, imzamı atıyorum ama retorik olarak. Anlaşılır ve kabul edilebilir bir ekopolitik yönelim yok çünkü metinde. Eklektik yapıda ve uyumsuz. Tutkulu ama tutarsız.
Bizim artık retorikten esaslı bir ekopolitik kurguya geçmeye ihtiyacımız var. Ve Milliyetçi Hareket Partisi milli ve manevi retoriği ekopolitik olarak somutlaştırmayı başarırsa vatandaşlık maaşına doğru koşan Türkiye’nin aklı belki başına gelir.
Son günlerin ve hatta ayların asıl olayı ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ardarda manifesto gibi metinlerle çıkmaya başlaması... Büyük bir enerjiyle konuşmalara hazırlanıldığı belli oluyor. Bu kudrette ifadelerin İngilizceye çevrilip dünyaya sunulması gerekir. Emin olun samimiyeti siyasetinin dili haline getirebilen dünyada yok.
Fakat gene ekopolitik yönelimin somutlaşması sorunu var.
Sanki büyük bir öneri gelecek gibi. Altyapısı oluşuyor gibi. Eğilinmiş artık meseleye gibi…
Yok yanılıyorsam, küresel reçetelere müptela gidilecekse ve sade retorikse, memleketin beti bereketi kaçtı kaçacak benden demesi.
Birinin çıkıp “kimse bereket versin demiyor artık bu ülkede,” demesi gerekiyordu ben dedim. Ne veren helal ediyor ne alan memnun. Ve bu işi düzeltmek için takvim dar.
Türkiye Nisan ayına kadar ekopolitik istikametini belirlemeli. Takvim bu kadar dar. İçeride baz etkisinin lehte işleyeceği ve küreselde FED başkanı değişimiyle Mayıs’tan itibaren para oyununun da değişmeye başlayacağı takvim bu.
Türkiye batı sermayesi yanlı bir ekopolitik sürdürüyor da meselesi kaynak değil, yönelim... Ekopolitik millîleştirilmeden bereket dönmez.
Yapılacak olan aslında basit; üretim stratejik bir akla bağlanacak, tasarruf millîleştirilecek, piyasa Türkiye’ye hizmet edecek...
Yalnız işin bir de zor kısmı var; millî ve manevi hat üzerinden tutarlı bir ortak ekonomik akıl üretmek. Bu kısım hakikaten zor. Çünkü gerçek fonksiyonu bu olan iktisatçılarımız ve yeteneklerinden yararlanmamız gereken finansçılarımız batı sermayesi muhibbi görünümünde. Sanırsın Türkiye’de IMF Muhipleri Derneği kurulmuş haberimiz yok.
Kasım ayında enflasyon düşük gelince faiz umduklarından daha fazla indirilir diye tedirgin olanları anlayabilen beri gelsin. Gören de Türkiye’de faiz %30’dan 25’e inecekmiş sanır. Altı-üstü zaten yanlış ve haksız seviyede yüksek olan %39,5’dan 38’e ya da 37’ye falan çekilecek. 35’e bile çekecek irade yok.
Efendiler siz de biliyorsunuz; Türkiye kendi jeoekonomik kapasitesiyle ayakta duran bir model kurabilir. İktisadi zihnini batının atgözlüğünden kurtarıp kalp gözünden ekonomisine bakabilir. Ve küresel oyunun başrollerinden olabilir.
Siz diyeceksiniz ki; biz hepsine varız ama küresel başrol sorumlulukları falan yüklenmeyi istemiyoruz. Haklısınız. Bize ne demek lüksü güzel şey. Ama maalesef biz bu oyunun zaten içindeyiz. Hep olduk hep olacağız. Kaçırtmıyorlar. Madem öyle başrole çıkamazsak figüran olarak harcanacağız. Yıllardır olduğu gibi.
Ya bırakırız kaderimizi başkası yazar ya da kimse bir daha bize kader yazmaya cüret edemez.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.