|

Kuş gözüyle bakan insanım

Türkiye’de çektiği hava fotoğrafları sayesinde dünyaca üne kavuşan Alp Alper, kitap ve sergilerin yanı sıra aylık dergiler için de fotoğraf çekiyor. Havada uçmanın bir ayrıcalık olduğunu belirten sanatçı, “Kuşların görebildiği açıdan Türkiye’ye bakıp insan beyniyle yorumlamaya çalışıyorum” diyor.

İlker Nuri Öztürk
00:04 - 2/06/2019 Pazar
Güncelleme: 11:46 - 1/06/2019 Cumartesi
Yeni Şafak
Yeşilköy
Yeşilköy

Hava fotoğrafçısı Alp Alper, Afrika’dan Latin Amerika’ya, Asya’dan Ortadoğu’ya 65 ülkeye gitti. Eski bir Türk Hava Yolları çalışanı olan Alper, uçma ve fotoğraf merakını birleştirip farklı açılardan binlerce kareye imza attı. Yerli ve yabancı birçok dergide fotoğrafları yayınlandı. Sanatçı Berlin, San Francisco, Varşova, Atina, Paris, Bern gibi birçok şehirde sergiler düzenledi. Alp Alper’in yeni hedefiyse Batı Afrika’ya girmek. Fotoğrafçı Alp Alper ile hava fotoğrafçılığı üzerine konuştuk.

Fotoğraf tutkunuz nasıl başladı?

Lisede bir arkadaşımın babasının fotoğraf stüdyosu vardı. Orada hem çekip yaptım hem de harçlığımı çıkardım. Üniversitede makinem oldu ve eğitim aldım. Türk Hava Yolları’nda işe başladım. Atina, Güney Afrika, Hindistan’da uzun yıllar görev aldım. Uçuş Uzmanı olarak çalışırken kokpitte uçuyordum. Uçarken görüntü üç boyutlu gibi oluyordu ve mesleğimle fotoğraf merakımı birleştirdim. “Havadan Türkiye” çalışmam böyle ortaya çıktı.

DELİCE BİR TUTKU

Neler yaptınız bu proje öncesi?

1999’daki büyük deprem sonrası yok olmadan, duvarda bir çentik olma amacıyla 40 arkadaşımla yola çıktım. Aramızda arkeolog, tarihçi, mimar, yazar, ressam vardı. Herkes kendi düşüncesini, kendi gücünü ortaya koydu. Özellikle tarihçi ve arkeolog arkadaşların etkisi oldu. Kilise, kale kalıntılarını araştırdık, haritalar oluşturduk. Bir yıl hazırlandık, toplam 6 buçuk yılda bölüm bölüm Türkiye’yi uçarak çektik. Sesna 172, Paramotor, Ultralight’larla çalıştık. Bu süreçte evimi, arabamı sattım, sponsor bulamamıştık.

Kitap neden ilk olarak Yunanistan’da basıldı?

Çünkü ilk ve tek teklif oradan geldi. Yunanistan’dan bir yayıncının teklifiyle kitabı bastırdık. Yunanistan Turizm Bakanı da “Bu kitaba önsöz yazmak benim için onurdur” dedi ve bir yazı kaleme aldı. İlk kitabım Yunanca ve İngilizce olarak yayınlandı. Bir yıl sonra da “1000 Feet’ten Türkiye” adıyla Türkçe basıldı. Sonra Dream Skip Turkey, Dört Mevsim İstanbul yayınlandı. Türkiye’yi tanıtmak için yüreğini ortaya koyan, evini arabasını satan bir deli olarak yeni kitap için hazırlanıyorum. Çoğu firma bütçemiz doldu deyip ilgilenmiyor. Havacılık ve fotoğraf tutkumu birleştirip tutkumun peşinde bir şeyler yapmaya devam edeceğim.

Hava fotoğrafçılığında sizi çeken özellikler neler?

Havada uçmak bir ayrıcalık, bir kuşun avantajını kullanabiliyorsunuz, farklı açılardan yeryüzünü gözlemleme fırsatı veriyor. Benim asıl fark yaratmaya çalıştığım kısım da burası. Herkesin göremediği açıdan, kuşların görebildiği açıdan Türkiye’ye bakıp insan beyniyle yorumlamaya çalışıyorum. Gittiğim ülkelerden sonra duvardaki haritama çentik atıyorum. Şimdilerde kızımla birlikte geziyoruz. 11 yaşında ve 10 ülkeye gitti, o da iyi bir gezgin olacak.

KİMİ BABASINI KİMİ BÜYÜK ANNESİNİ BULUYOR

Çalışmalarınız sırasında sizde iz bırakan yerler nerelerdi?

Cape Town’dan çok etkilendim. Penguenler, ayı balıkları, dağları arasında şehirde değil doğa içinde yaşadığınızı hissediyorsunuz. Bir de Ürdün’deki Petra Antik Kenti’nden etkilenmiştim. Kabartmalar, taşlar ve renkler beni etkilemişti. Yüz yıl önce bizim olan bir yere 100 dolar verip girmek üzücü olsa da...

Fotoğraflarınızın kapı açtığı hikayeler oldu mu peki?

Atina’daki sergide fotoğrafın önünde ağlayan biri vardı. Yanına gittiğimde İstanbullu Rum olduğunu ve büyük annesinin bu Rum Yetimhanesi’nde büyüdüğünü söyledi. Annanesinden hikayeler, yaşam şartlarını dinlemiş ve fotoğrafı görünce de anıları hatırlamış. Arada yer fotoğrafı, insan portresi de çekiyorum. Almanya’dan bir arkadaş bana instagram üzerinden ulaşıp “Abi bu üç yıl önce ölen babamın fotoğrafı bana gönderir misin” demişti. Sosyal medyanın, fotoğraf çekmenin de böyle iyi yanları oluyor.

Sosyal medyada ilgi nasıl?

Cayrokopter ile 40 günde Türkiye rekoru kırdık. Ülkeyi baştan sonra gezdik. Asıl ilgi bu geziden sonra doğdu. Fotoğrafın yanı sıra hazırlık süreci, kısa tanıtımlar, hikayeler, kamera arkası görüntüler paylaştık. Sosyal medya hesabımız üç katına çıktı, çok güzel bir geri dönüş oldu.

ALEV GİBİ HARCANIYOR

Geniş açılı fotoğraflarınızı instagram’da paylaşırken etkisini yitirmesinden korkmuyor musunuz?

Emek verilmiş, kitaba dönüşmüş karelerin instagram’da bir alev gibi harcanması zoruma gidiyor. Orada kullanılmış hava fotoğraflarına yer veriyorum. Her kareye baktığımda kendimden parça görüyorum.

Havada olmanın zorlukları neler?

Uçmak başlı başına bir zorluk. Öncelikle uçmaktan korkmamanız gerekiyor. Pilotluk eğitimi olup vücut algılamadığı için kusan ve bir daha uçamayan insanlar var. Ben uçmayı çok seviyorum. Havada uçmanın zorluğunu avantaja çevirip bunu fotoğrafla birleştiriyorum. İzinler almak, inilecek meydanların koordinasyonu, yakıt koordinasyonunu sağlamak gerekiyor. Lojistik destek, yer ekibi oluşturmanız, kalınacak yeri ayarlamanız gerekiyor. En önemlisi de havada kalabilmek. Bu iş, çok iyi bir planlama istiyor. İzinler, transferler, sivil havacılık izni nasıl alırız, Doğu Anadolu’ya nasıl gireriz, askeri zorlukları nasıl aşarız... 40 günlük Türkiye turuna analizler, izinler, testlerle birlikte bir buçuk yıl hazırlandık. Uçmak ayrı bir organizasyon gerektiriyor.

TARİHİ DEĞERİMİZ YILLAR SONRA ANLAŞILACAK

Dünyada hava fotoğrafçılığı nasıl organize ediliyor?

Yann Arthus-Bertrand hava fotoğrafçılığının en iyi isimlerinden biridir. Arkasında Fransız Kültür Bakanlığı ve UNESCO gibi iki büyük güç vardı. UNESCO dünya miraslarını fotoğraflamak için onunla çalışırdı. Örneğin Filipinler’deki antik kent var. Bertrand, 7-8 kişilik ekibiyle Air France’a atlayıp business class uçup helikopteriyle çekimini yapıp dönerdi. Bense hâlâ sponsoru olmadan bu işi yapmaya çalışan bir deliyim.

Nat Geo ekibiyle ile nasıl tanıştınız?

2005 yılında, kitaptaki Ayasofya fotoğrafım Yunanistan’daki Nat Geo tarafından beğenilmiş. Türkiye’deki antik Yunan kentleri onlar için çektim. Daha sonra Polonya’daki bir sergide Varşova’daki Nat Geo ile tanıştım. Nat Geo editörlerinin Washington’daki yıllık toplantısında Yunanlı editörün Türkiye’deki editöre beni anlatmasıyla da buradakilerle çalışmaya başladım.

Fotoğraf makinası olan birine ilk olarak hangi marka diye sorulur. Siz de buna maruz kalıyor musunuz?

Evet ilk soru bu oluyor genelde ama makinanın bir önemi yok. Zaman, düşünce, ışık, doku orada kalıyor. 99’dan bu yana baktığımda en basiti Karaköy İskelesi fırtınada batmadan, Haydarpaşa yanmadan, Meke Gölü kurumadan çekmişim. Bir yerde de tarih ve belgesel fotoğrafçılığı yapmış oluyoruz. Sağda soldaki inşaatlar bittiğinde yukarı yükselen binalar olacak. Yıllar sonra İstanbul’a bakanlar bizim değerimizi daha iyi anlayacak. Birinci misyonum Türkiye’nin dünyaya tanıtılmasıdır. Bu yolda ev ve arabam kalsaydı satardım ama şu an yüreğimle ilerliyorum.

Drone çıktı mertlik bozuldu

Drone’lar fotoğraf çekmeyi kolaylaştırdı mı?

Drone çıktı mertlik bozuldu. Bizim çektiğimiz fotoğrafları drone’la daha kolay ve masrafsız çekebilirisniz. Benim gibi ev araba satmanıza gerek yok. Ancak bizim zamanımızda drone yoktu. Fakat insanın arkasında olmadığı, yüreğinin görmediği bir kareyi, drone fotoğrafı kadar değerli görmüyorum. Drone’um var ama sergimde kullandığım karelerin hiçbiri drone’la çekilmedi. Aslında drone’a da ihtiyaç yok. Çünkü istediğiniz görüntüyü yaklaştırıp uydudan yüksek çözünürlükte görüntü alabilirsiniz. Bana böyle yaparsam daha masrafsız olacağını söylüyorlardı. Ben de hep bunu anlatmaya çalıştım.


Sanat olarak görülmüyor

Fotoğraflarınıza ilgi nasıl?

Yer çekimlerinde biraz bekleyip tek kare alsam yetiyor. Ama havada böyle bir şansınız yok. Havanın iyi olması, sizin iyi olmanız, pilotunuz, organizasyonunuz, izinler, istenen ışık derken bir sürü maddeyi birleştirip tek kare yakalamaya çalışıyorum. İstediğiniz karenin maliyeti çok yüksek olduğu için insanlara fiyatlarım yüksek geliyor. Soran çok oluyor ama satılmıyor pek. Türkiye’de sanat olarak görülmüyor. Yurt dışında insanlar hikayenin peşinde. Satılanlar arasında unutamadığım bir anı var. Berlin’deki sergide Diyarbakır fotoğrafım vardı. Birisi geldi, ben burada görünen evde doğdum, çocukluğum burada geçti dedi ve fotoğrafı satın aldı. Bir de fotoğraflarımdan bir tanesi ilk defa Berlin Müzesi tarafından satın alındı.

Bizi terörist sandılar

Havada hiç tehlike yaşadınız mı?

Evet ik üç kez ölüm tehlikesi atlattık. Anamur’da örneğin yüz metrelik bir hava boşluğuna kapıldık. Başka bir yerde alçalırken karşımıza bir araç çıktı hemen yükseldik. Bazen de eskiden bataklık olan arazilere iniyoruz. Ancak bazen tam iniş sırasında bakıyoruz ki orada iki koyun otluyor. Bir de Doğu Anadolu’da terörist sanmışlardı bizi, Van’da da jandarmaya şikayet ettiler.

#Alp Alper
5 yıl önce