Günlerdir tedirgin bir vaziyette gelecek iyi haberi bekliyorum. Salih’in zaten ağır olan yükünü daha da ağırlaştırmamak için elim telefona gitmiyor. Zaten beklemek ve dua etmekten başka yapacak bir şey olmadığını konuşmuştuk en son. Açıp tedirgin bir vaziyette interneti tarıyorum, yeni bir haber var mı diye. Saat başı, belki daha da sık... Nispeten daha iyi olduğu haberini aldığımız akşamın sabahında acı haber geliyor. Mevlana İdris, can arkadaşım, kardeşim, masal aleminin güngörmüş prensi, bizatihi
Günlerdir tedirgin bir vaziyette gelecek iyi haberi bekliyorum. Salih’in zaten ağır olan yükünü daha da ağırlaştırmamak için elim telefona gitmiyor. Zaten beklemek ve dua etmekten başka yapacak bir şey olmadığını konuşmuştuk en son. Açıp tedirgin bir vaziyette interneti tarıyorum, yeni bir haber var mı diye. Saat başı, belki daha da sık... Nispeten daha iyi olduğu haberini aldığımız akşamın sabahında acı haber geliyor. Mevlana İdris, can arkadaşım, kardeşim, masal aleminin güngörmüş prensi, bizatihi şair, kendi yolunu açan, kendi yolundan giden, güzel gönüllü dostum emaneti sahibine götürmüş. Dünya ahalisi olarak gafiliz ya biz; bu haber bize acı haber gibi geliyor, içimizi yakıyor, gönlümüzü afallatıyor; ne diyeceğimizi bilemez, ne yana bakacağımızı, sızlayan içimize ne söyleyeceğimizi bilemez hale geliyoruz işitince. Kaçtığımız yerden yakalanıyoruz. Ama hakikat böyle mi, insanın Rabbine kavuşması iyi haber değil mi, Mevlanalar için terk-i dünyanın aslı hakikatte vuslat değil mi? Amenna ve saddakna... Şu zamanda çok sık tekrar ettiğimiz gibi, inna lillah ve inna ileyhi raciun...
İnsanın kim olduğunu hatırında tutmasının zor olduğu zamanlarda aynı yolu yürüyen insanlardık biz, bir grup arkadaş... Aynı gür ırmağın yatağından birlikte aktık, birlikte boğuştuk hoyrat dalgalarla, birlikte büyüdük, birlikte adam olduk, mecazın kırlarında birlikte koştuk, kelimeler derledik yaşadıklarımızdan, dizdik iplere, karakışlarda lazım olur diye kuruttuk. Dergilerimiz, kitaplarımız, evimiz, çoluk çocuğumuz oldu. Farklı farklı yerlerde yaşasak da hep aynı paragraftaydık. Yolumuz nihayetinde hep bize, birbirimize, ortak şarkımıza çıktı.
Tanımayana anlatması zor Mevlana’yı. Hem bu dünyadaydı, hem başka bir alemdeydi. Şu kişiye benziyor diyemezdiniz, sadece kendiydi, kendisi gibiydi. Kendi ritminde, kendi ülkesinde, kendi zamanında yaşıyordu. Onu çekip oradan çıkaramazdınız, o sizi çeker dünyasının içine alırdı. Sesini yükselttiğini hiç duymadım; o kadar yükseltmezdi ki anlattıklarının bir kısmını hiç duyamazdım.
Hep anlatacak bir fıkrası olurdu. Kulağıma eğilip anlatır, sonra benimle birlikte gülerdi. Herkesi yaralayan dünya ona hiç dokunamıyor diye düşünürdüm. Meğer ki kalbi aynı fikirde değilmiş, beklemediğimiz bir vakit, ‘kâfi bu kadarı’ deyiverdi.
O kadar çok şeye aynı anda üzülmem gerekiyor ki... İçinde Mevlana İdris olmayan bir İstanbul nasıl olacak, bilmiyorum. Onu bir yerlerde aniden karşıma çıkarmayacak bir dünya neye benzeyecek, bilmiyorum. Beni bizzat tanıştırdığı şunca mekan neye yarayacak, bilmiyorum. Çocuklar onun gibisini nerede bulacak, bilmiyorum. Bu eksikliğe nasıl alışılacak, hiç bilmiyorum.
Sezai Bey, Akif, Asım, Bülent ve en son Mevlana... Dünyanın güzel adamları lafı çok uzatmadan bir bir terk ediyor kuru gürültüye boğulan şu yalan dünyayı... Ebediyet yurdunda belli ki daha güzel, daha neşveli, daha müzeyyen bir meclis var. Bizi burası eğler mi onlarsız? Elbet takdir-i ilahinin üstüne söylenecek söz yok; ama gönlümüz de o tarafa kaymıyor değil!
Rahmet olsun bayım, yolun açık, mekanın cennet, kabrin pür nur olsun. Ebedi hayatın hayırlı olsun. Meclisin mübarek olsun. Şahidiz, güzeldin, inceydin, zariftin, hep güzelliklerleydin, cümlemiz iyi biliriz, can biliriz seni. Allah da bilmez mi kullarının cümlesinin illa ki iyileri iyi bildiğini. Allah-u âlem, o iyi bilmese biz bilebilir miydik?