|
Eksilip gidenler

Ayrılığın birçok çeşidi var, vedaların gizli ve saklı hikayeleri. Bazen iki insan, iki uçsuz bucaksız deniz gibi büyük bir sarsıntıyla birbirinden ayrılıyor da, kimsenin haberi olmuyor. Bazen birkaç kelime, hayatı öncesi ve sonrası diye ikiye bölüyor da, hiç kimsenin dikkatini çekmiyor. Bazen nefes alıp veren herkes, kıpırdanıp duran her şey durup kalıyor da, ayrılık belki de herkesin duyacağı bir fısıltıyla kendi son sözlerini söylüyor. Bazen sessiz bir kırılma, adı çok sonra konacak bir kopuşun ilk kurduğu cümle oluyor. Bazen tanıdığımız ya da hiç tanımadığımız biri, patlamış bir tomurcuğun akşam saatinde yeniden toplanıp kapanışı gibi, kendi alacakaranlığının kederine sarılarak kapanıveriyor içine, bir daha açılmamak üzere. Bazen alabildiğine bir konuşkanlık, kontrolden çıkmış bir lafazanlık sarıyor ortalığı, sözlerin tükenişini gizlemek, saklamak üzere. Bazen sarpa sarıyor her zaman telaşsızca yaşayıp gittiğimiz her şey, çünkü o her şeyi birbirine bağlayan anlam elimizden öylece kayıp gitmiş oluyor. Bazen nasıl külleneceğini bilmeyen acılar, seğirmeye daha çok benzeyen tebessümler olarak yüzümüzde asılı kalıyor. Bazen göğsümüzde bir batmaya, karnımızda bir sancıya, kafamızın içinde bir zonklamaya dönüşüyor kendini olur olmaz zamanlarda dışa vuran bir ayrılık. Bazen hiç beklemediğimiz yerden çıkmış bir soru olarak aniden karşımıza çıkıyor, hüznü kendisinden daha hızlı büyüyen bir yorgun beden bırakıyor ardında. Bazen her an biraz daha uzaklaşan bir geçmiş, soluklaşan renkler, aksileşen bir hafıza kalıyor sadece elde avuçta.

“Tenha sokaklarda giderken yalnız,/ Durdurur bir başkası beni dalgınlığımda;/ Sallanır iki el, anlatır bir ağız,/ Kırık dökük sözler kalır aklımda:/ - Görüşelim, siz şimdi neredesiniz?” diyor Behçet Necatigil, ‘Sisler İçinde İnsanlar’ şiirinde.

Uzaklarda olmak ayrı olmayı gerektirmiyor her zaman. Birbirlerinin çok yakınlarında bulunmak da yakın kılmıyor insanları. Ayrılık, yüzeyde, daha derinlerde, en derinlerde kendini başka başka biçimlerde gerçekleştiren bir şey. Yüzeyde olan ayrılıkların bıraktığı yaralar, zaman eczanesinin merhemleriyle kolayca iyileştiriliyor ve kısa zamanda gelip geçiyor. Daha derinlerde yaşanan ayrılıklar daha sarsıcı tecrübeler yaşatıyor, daha dayanıklı acılar, daha uzun bir nekahat devresi... En derinlerde olanlar, onlar bırakıp gitmiyor, her şeye, her duyguya sirayet ederek büyüyor, habisleşiyor. Tabiatı üzere, yüzeyden bakıldığında görülmese bile alttan alta, derinden derine bütün hikayenin içine işliyor.

“Şöyle bakınca sanki her şey tamammış gibi geliyor” diye mırıldandı kendi kendine, “ne kadar arasam da beni neyin eksik bıraktığını bulamıyorum!”

Bir de şunu düşünün; gittiğini hiç kimsenin farketmediğini farkeden bir insan ne hisseder?

“Veda edenin sevilmesi ne kadar da kolaydır! Çünkü uzaklaşan kişi için, gemiden ya da trenin penceresinden sallanan o varla yok arası bez parçasının beslediği alev daha saftır. Uzaklık, gözden kaybolmakta olanın içine bir boya gibi işler ve onu munis bir kora çevirir” diye yazmış ‘Tek Yön’de Walter Benjamin.

“Her yer o kadar kalabalıklaştı ki” diye geçirdi içinden beyaz saçlı adam, “eksilip gidenleri hiç kimse fark etmiyor!”

#Ayrılık
3 yıl önce
Eksilip gidenler
Kalkavan ve zemine rağmen 1 puan
Bilgin İtirafnamesi
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar