|
Eski Ramazanlar

Belki toplum haya-tımızdaki hızlı değişmeler, otuz kırk yıl öncesini bile "Bir varmış bir yokmuş" zamanla-rı kadar uzak idrâk etmemize sebep oluyor.

Ramazan ayı gelince, televizyonlarda, radyolarda, gazete sayfalarında "Ah eski Ramazanlar!" sohbetleri başlar. Eski dediysek, neticede bize anlatılanlar yüz yüzelli yıllık hikâyelerdir. Aslında kimi orta yaşlıcalarımız : "Ah benim çocukluğumun Rama-zanları!" diye başladı mı, eskinin o kadar da eski olmadığı anlaşılır. Belki toplum haya-tımızdaki hızlı değişmeler, otuz kırk yıl öncesini bile "Bir varmış bir yokmuş" zamanla-rı kadar uzak idrâk etmemize sebep oluyor. Bu satırların yazarı da kendi çocukluk dem-lerini hatırladıkça demirci körüğü gibi iç geçirmiyor değil! Siz de aynı şeyi hissetmez misiniz, ey altmışlı nesiller? Hani yetmişli yıllarda ailecek, hatta konu komşu birlikte siyah beyaz televizyonumuzun başına oturup, bir taraftan ayçiçeği çekirdeklerini çıtla-tırken bir yandan da "Dünya Artistik Buz Patinajı Şampiyonası"nda Rus kızlarının lotus çiçeği gibi buz üzerinde dönüşlerini seyrettiğimiz kış geceleri... Devlet sanatçılarının olmadığı, ama kimi sanatçıların devlet-i ebed-müddet gibi yıllarca hiç değişmeden hep aynı şarkıları söyledikleri yıllar... Şimdiki kimi ünlü televizyon habercilerinin, "gasteci"lerin daha ünlü olmadıkları, ama komitacı/devrimci oldukları; sokakları korku-nun beklediği; yağın her türlüsünün, cigaranın, unun kuyrukla alındığı yıllar...Ah, o yıl-lar!..

Gerçi biz Ramazan geceleri boyunca süren Köroğlu, Battal Gazi hikâyelerine yeti-şemedik, ama Bonanza Çiftliği, Tatlı Cadı, Kaçak gibi televizyon dizileri de eski zaman hikâyeleri kadar heyecan vericiydi. Televizyonlarımız çoğu zaman karlı gösterir; kurta-rılmış caddeleri, sokakları gözleyerek, köşe başlarındaki gölgeleri kollayarak eve sağsalim gelebilenlerimiz derhal çatıya çıkar, anten çevirmeye başlardık. Akşam ezanı okunur, önce burcu burcu tarhana çorbası, sonra Allah ne verdiyse.. Meselâ, öyle her yerde bulunmayan, hatırlı bir tanıdığın tavassutuyla elde edilmiş beş kiloluk mis gibi sızma zeytinyağıyla yapılmış patlıcan dolmasına ne dersiniz?.. Dünya nimetlerinin tadı-na doyulur mu? Hele öğleden önce iki saat kuyrukta bekleyip gazyağı da alabilmişseniz elektrik kesintilerine de hazırsınız demektir. Bir de tekel kuyruğuna girip filtreli Samsun cigarasından beş paket almışsınız, oh.. değmeyin artık keyfe...

Her devir, kendi güzelliğini kendisi oluşturuyor. Şairin dediği gibi :

"Her devirde Vâmık u Azrâ olur, âlem bu yâ

Nev-be-nev efsâneler peydâ olur, âlem bu yâ"

Şimdi hayatının ilk gençliğini yaşamakta olanların bundan kırk elli sene sonra anlatacakları yok mu? Elbette var!

"Hey baksana, bizim zamanımızda Ramazanlar böyle miydi? Üsküdar''a koca bir çadır kurulurdu ki, vav!... Diller ile anlatılmaz. Zengin fakir, kimin yolu düşerse türlü yiyeceklerle iftar ederdik. Hele teravihten sonra, efendim ne eğlenceler, ne gösteriler... Sultanahmet Meydanı ışıklandırılmış, şıkır şıkır... Los Angels şehrinin lambaları haset-lerinden birer birer patlardı yanında. Karagözden kuklaya ne eğlenceler olurdu... Bizim zamanımızda televizyonda kadınlar ilahiler söylerdi; sanırdık ki, onlar huri, biz de cen-net ehliyiz.

Bir seferinde, Ramazan-ı mübârek ile Kırismıs-ı şerif aynı zamana tesadüf etmişti de vaktin şeyhülislâmına sormuşlardı : "Orucumuzu şarap ile açsak ne lâzım gelir?" diye. Kendisine "İkinci Ebussuud" denilen şeyhülislâm efendi yüksek esprili bir insandı; cevap olarak "Tövbe lâzım gelir!" demişti. Demiş miydi gerçekten?... Yoksa diyememiş miydi?... Epey zaman geçti tabii aradan, biz de kocadık.

Hey gidi günler..."

24 yıl önce
Eski Ramazanlar
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?