|
Bazı gezi notları: İki günde Anadolu

Bulduğum bir boşlukta kızımı ve yeğenlerimi arabaya doldurup sürdüm. İlk gün Konya, ikinci gün Kapadokya…

Aslında, iki farklı dünyanın kapılarını aralamak gibiydi bizim açımızdan üst üste bu iki şehre sürmek.

Konya’dan başlayayım. “Bir tam günde, üstelik çocuklarla Konya’da ne yapılabilir?” sorusunun bendeki cevabı şuydu: Konya Bilim Merkezi’ne gidilir, Mevlana Müzesi ve Karatay Medresesi gezilir, gün Sille köyünde bitirilir.


Daha önce hakkında müstakil yazı da yazdığım Konya Bilim Merkezi, şu ana kadar gördüğüm en güzel bilim merkezi hiç şüphesiz. Bir kere birbirinden eğlenceli 6 sergiyi dolaşmak, sergileri dolaşırken yüzlerce faydalı bilgiye “doğal erişim” sağlamak gerçekten ayrıcalık. İki sergiden bağımsız olarak bahsetmek isterim. İlki “Bilimin Sultanları Sergisi.” Kanlı canlı şekilde İslam bilim tarihinin içinde geziyorsunuz. İbn Heysem’in camera obscurasından duvara görüntü yansıtabiliyor, Cezeri’nin ilginç robotik makinelerini incelebiliyorsunuz. İkincisi ise “Yeni Ufuklar Sergisi.” Teknolojinin nereye doğru gittiğini anlamak açısından çok öğretici bir sergi. Bilhassa robotlar çok dikkat çekici.

Ayrıca planetaryumda şahane bir “Dinamik Dünya” filmi de izledik ki bırakın çocukları ben bile çok faydalandım filmdeki bilgilerden. Kafesi, dükkânı derken 2 saati biraz aşkın şekilde vakit geçirdik merkezde. Unutmadan… Konya Bilim Merkezi’ne giriş yetişkinler için 5, öğrenciler için 2 lira.

Mevlana Müzesi’ne giriş ise ücretsiz. Daha önce ücretli imiş, bir süre önce kaldırmışlar. Her zamanki gibi iğne atsan yere düşmez bir görüntüsü vardı müzenin. Çok kalabalıktı. Uzun yıllardır bir yol düşürüp uğramadığım müzenin yeni düzenlemesini çok sevdim. Bahçesi harika olmuş. Aynı şeyi cami önü meydanı için söyleyemem fakat. Bir çeşit beton yığınına dönmüş güzelim meydan. Hani Hak rızası için altına saklanacak tek bir gölge bırakılmamış meydanda.

Eh, merkezdi, müzeydi, 4 çocukla seyahat etmenin beklenebilir zorluklarıydı derken Karatay Medresesi’ni pas geçip sürdük Sille’ye. İyi ki sürmüşüz. Beş bin yaşındaki bu kadim köyün güzellikleri anlatmakla bitecek gibi değil. “Tarihin doğrudan içindesiniz” demekle yetineyim.

Ve bir başka güzellik, Sille Baraj Parkı… Selçuklu Belediyesi, hemen her detayı düşünerek tam bir “mesire alanı” oluşturmuş baraj göletinin yanında. İster bisiklet kirala, ister mangal yelle, ister bot gezisi yap, ister uçurtma uçur, ister yürü, ister çocukları parka götür. Botta çalan Ankara oyun havası hariç 10 üzerinden 10 verdik bu şahane alana.

Konya’yı böylece bitirip ertesi sabah Kapadokya bölgesine geçtik. Konya’da gün boyu biriktirdiğimiz güzel anıların üzerine yeni anılar eklemekti muradımız, fakat beklediğimiz gibi olmadı.

İlk kızgınlığımızı Göreme Açık Hava Müzesi’ne girerken yaşadık. 54 lira giriş ücreti olur mu yahu? Müze Shop’ta 3 top dondurma 24 lira olur mu? Koskoca müzenin tuvaletlerinde su kesik olur mu? Üçü de geldi başımıza. Üç yetişkin 162 lira bedel ödedik. Dondurma tabii ki almadık ve “koskoca müzenin aklına bir su depolama sistemi yapmak gelmemiş mi?” diyerek hayıflandık.

Devletin müzesi böyle olur da, özel sektör geri kalır mı? “Turistik” kelimesinin bütün hakkını veriyorlar maşallah. Öyle ki “nerede yemek yenir be abi?” diye sorduğum esnaf “Göreme’de, Ürgüp’te, Avanos’ta yenmez. Çocuklar simitle mimitle idare etsinler, Nevşehir’de yiyin yemeğinizi. Maaşın yarısını bırakırsın burada yemek yersen” dedi iyi mi?

“Turist ise mutlaka kazıklamak gerekir” fikri, bütün canlılığı ve haşmetiyle yaşıyor Kapadokya bölgesinde anlayacağınız.

İkinci kızgınlığımızı da söyleyeyim. 1000 yılın yıpratıcılığına dayanmış mağara kiliseleri, “turist milletinin zulmü”ne dayanamamış. Hazreti İsa Efendimiz’in Kudüs’e girdiğini resmeden freskte Maria’dan Ahmet’e, Olga’dan Hacer’e onlarca isim kazılı yahu. Doğa, insandan daha şefkatli.

Elhasıl, Konya’daki “yerleşiklik” duygusunun onda birini bulamadık Kapadokya bölgesinde… Evet, peri bacaları, mağara kiliseleri, yeraltı şehirleri, Avanos’un içinde ırmak gezisi, seyri doyumsuz üzüm bağları, atlar, develer, hatta çömlek yapımı bile olağanüstü bir gezi tecrübesi yaşatıyor insana ama iş “insan ve hizmet kalitemize” gelince sınıfta kalmışız bu yörede.

Ve elbette dönüşte bakmaya doyamadığımız, pespembe bir deniz gibi solumuzda akıp duran Tuz Gölü. Gezinin bir başka üzüntüsü de o oldu bizim için. Yağmur çok kuvvetli yağıyordu. Durup çıplak ayaklarımızla gezemedik doya doya. “Nasipse bir dahakine ve daha uzun geliriz” dedik. Kapadokya’sız Konya gezisi yapmaya karar verdik. Kelebekler Vadisi, Beyşehir Gölü gibi yerler kaldı çünkü aklımızda. Nasip.

#Gezi
#Konya
#Kapadokya
5 yıl önce
Bazı gezi notları: İki günde Anadolu
Kara dinlilerle milletin savaşı
Gerginliğe 'dur' demek lazım
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından