|
Türk sinemasının son 50 yılının özeti olan aktör: Levent Çakır
- "Emek Bayramı"nda, sinemamızın en kıdemli ve fedâkâr emekçilerinden birine ithafen -
* * *
Çocukluğumun -bir sinema biletinin çoğu kez kan kusarak alınabildiği- o
“açık hava sinemalı”
günlerine damgasını vurmuş bu kıpır kıpır, akrobatik adamı
35
yıla yakın bir süredir neredeyse her jest ve mimiğiyle tanıyordum aslında… Onun, sayıları
100
''ü bulan
“avantür”
filmleriyle büyümüş, sinema çıkışlarında iyice havaya girerek yanındaki yöresindeki çocuklara aynen onun gibi tekmeler ve yumruklar savurmuş bir neslin mensubuydum ben de…
Bizler, mertçe dövüşmeyi, dövüşürken yere düşen hasmına vurmamayı, kadınlara iyi davranmayı, onlara incelikli sözlerle iltifat etmeyi, dostlarını zor durumdayken yalnız bırakmamayı ve daha pek çok önemli hayat bilgisini beyazperdenin bu siyah-beyaz adamlarından öğrenmiştik. Sözünü ettiğim insanlar, ilkokulda hayatımızın yalnızca dar bir zaman aralığına hükmeden öğretmenlerimizin çok ötesinde, bütün bir
1970''ler
boyunca gerçek akıl hocalarımız olmuşlardı.
Evet; şu sıralarda
40
''lı yaşlarını süren milyonlarca vatandaş gibi ben de o günlerden gayet iyi tanıyordum
“kült”
aktör
Levent Çakır
''ı… Fakat, kendisiyle bizzat tanışmak, simâsını dünya gözüyle görmek, benim kuşağıma -bedenini helâk etmek pahasına- izlettiği bütün o fantastik hikâyeler için
“Sağol be ustacığım!”
deyip ellerinden öpmek, ancak yakın bir zamanda kısmet olabildi.
2010
yılı
Eylül
ayında, Türk sinemasına büyük emekleri geçmiş klasik dönem Yeşilçam oyuncularına ilişkin bir belgesel film kapsamında, çekim ekibimi de toplayıp yollara düştüm ve
Edirne
''ye gittim.
O günlerde,
Çakır
''ın cep telefonuna ulaşabilmek bile başlı başına bir meseleydi. Çünkü, kendi döneminin pek çok jönü ve karakter oyuncusu gibi o da derin bir küskünlük duygusuyla piyasadan çekilmiş, bağrından çıkıp genç yaşlarda
“Yeşilçam kazanı”
na düştüğü ata topraklarına sessizce geri dönmeyi tercih etmişti.
1950-Edirne
doğumluydu
Çakır
… O henüz küçücük bir çocukken
Erzurum
''daki askerî bir tatbikatta vatanî görevini yaparken şehit düşmüş bir baba ile gencecik yaşta dul kaldıktan sonra bir daha hiç evlenmeyip kendisini kararlılıkla büyüten ev hanımı bir annenin oğluydu. Son 5-6 yıldır da
“İstanbul cangılı”
ndan, sinema piyasasından iyice kopup yeniden memleketine, anacığının güvenli ocağına geri dönmüştü.
Dönemdaşı olan pek çok sinema oyuncusunu tek tek yokladıktan sonra, telefon numarasını nihayet kendisinin yakın arkadaşlarından biri olan
Gani Rüzgâr Şavata
''dan bulabildim. Bulur bulmaz da aradım, kendimi tanıttım, meramımı anlattım. Beklediğim üzere, talebimi son derece sıcak karşıladı sevgili ağabeyimiz ve bizler de daveti üzerine 4-5 kişilik bir çekim ekibiyle kendisini ziyarete gittik.
Çakır
ile püfür püfür bir
Edirne
sonbaharında,
Koca Sinan
''ın yâdigârı
Selimiye Camii
''nin hemen önündeki yeşil alanda, giderek onun özel hayatı ve kariyerini de aşıp
Yeşilçam''ın son 50 yılının özeti
sayılabilecek geniş kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdik. Mesleğim gereği, Türk sinemasının uzun yıllar boyunca nasıl köhne bir temel üzerinde ilerlediğini yakından takip etmiş, bu konudaki araştırmalarım sırasında evlere şenlik set hikâyelerini kayıt altına almış biri olmama rağmen, o gün
Çakır
''ın kameralar önünde nasıl aktör olduğunun ve bu mesleği yarım yüzyıl boyunca hangi koşullar altında sürdürdüğünün hikâyesini bizzat kendi ağzından dinlediğimde, gerçekte sektör hakkında ne kadar az şey bildiğimi bir kez daha fark edecektim.
Henüz
13-14
yaşlarında, mensubu olduğu kumpanyayla birlikte şehir şehir dolaşıp gösterileri hayranlıkla izlenen bir akrobat ve sirk cambazı iken,
1960
''ların başlarında, onu
Beyoğlu
''nun arka sokaklarında dolaşırken gören bir yönetmenin,
“Sen bayağı yiğit bir çocuğa benziyorsun, tehlikeli sahnelerde bize senin gibi gözü kara gençler lâzım. Al şu kartımı, önümüzdeki günlerde bana uğra, seni arada sırada bazı hareketli filmlerde oynatalım”
demesi üzerine kanına girmişti sinema… Önce, canı tatlı jönlerin (ve bazen de yıldız kadın oyuncuların) yerine uçurumlardan, yüksek binalardan aşağı düşmeler, hareket hâlindeki trenlerin üzerinde kötü adamlarla kavga etmeler,
“esas oğlan”
lardan sıkı dayaklar yemeler falan derken, nâmı Yeşilçam''ın film yazıhanelerinde gitgide yayılacak ve figürasyon roller zamanla yerini daha geniş çerçeveli yardımcı rollere bırakacaktı. Ki, bu yükseliş sürecinde,
1969
yılında, İngiliz yönetmen
Peter Colinson
''un
Türkiye
''de çektiği üstün yapım
“Paralı Askerler”
de (You Can''t Win ''em All), dönemin Hollywood yıldızları
Charles Bronson
ve
Tony Curtis
ile birlikte oynama fırsatı bile bulmuştu. Tabiî, yine -sette doğru düzgün bir güvenlik önlemi olmaksızın- kendisini benzersiz bir sinema aşkıyla yerden yere vurduğu figürasyon rollerden birinde!
Öte yandan, gerçek adı olan
“Şükrü Ocak”
ı bırakıp,
“Levent Çakır”
a geçişi de yine aynı dönemde olacaktı emektar aktörün… Akıl hocalığını yapan bir başka Yeşilçam yapımcısının önerisiyle, 1960''ların sonlarından itibaren perde adı olarak,
çakır gibi masmavi gözlerinden
gelen bir esinlenmeyle
“Levent Çakır”
müstearını kullanmaya başlamıştı.
Çakır
''ı
“uçuran”
ve Türk sinema izleyicisine gerçek anlamda tanıtan asıl büyük rol ise
1970
''de gelecekti. O günlerde, çizgi roman severlerin İtalyan kökenli bir kahraman olan
“Zagor”
un serüvenlerine büyük bir ilgi duyduğunu fark eden dönemin eli çabuk yönetmenlerinden
Nişan Hançeryan
,
Tual Film
''in sahibi
Hasan Tual
nâmına çekmeyi planladığı iki
“Zagor”
filmi için bu popüler karakteri beyazperdede canlandıracak uygun fizikli bir aktörün arayışı içindeyken, henüz
20
yaşındaki
Çakır
ile karşılaşacaktı. Teknik dövüşü hiç bilmeyen, yerde iki takla atsa bir hafta hasta yatan çıtkırıldım jönlerle dolu bir piyasada,
Edirne
''nin yetiştirdiği bu çevik, yağız ve bol kaslı delikanlı, şirket olarak tam aradıkları adamdı. Sonuçta, çiçeği burnunda başrol oyuncusuyla kombine bir sözleşme imzalandı ve o yılın ilkbaharında,
Antalya-Kemer
civarlarında akıllara zarar bir bütçe eşliğinde önce
“Zagor: Kara Bela”
, hemen ardından da
“Zagor: Kara Korsan''ın Hazineleri”
çekildi.
Hançeryan
, çektiği bu filmlerde özgün çizgi romandaki hiç bir belirleyici unsuru zedelemeden, dibine kadar sâdık bir uyarlama yapmıştı.
Darkwood
ormanının gözüpek savaşçısı
Zagor
, ön cephesinde kartal figürü bulunan kırmızı gömleği, yuvarlak bir kaymak taştan yapılma baltası, yanları püsküllü pantolonu ve Meksikalı kader arkadaşı tombik
Çiko
''ya varıncaya kadar, her şeyiyle aynen çizgi romandaki gibi aktarılmıştı beyazperdeye… Ki o tarihe kadar beyazperdede böyle bir vizyonu, karakterin gerçek sahibi İtalyan
Bonelli
şirketi bile sergilemeyi düşünememişti.
Ardı adına gösterime sunulan her iki
“Zagor”
filmi,
1970
yılı boyunca Türk sinemasının gişede altın yumurtlayan tavuklarına dönüşürken, dünya sinema tarihine de ilk (ve hâlâ tek) Zagor uyarlamaları olarak geçtiler. Başrol oyuncusu
Çakır
''ın, dönemin hasılat rekorlarını kıran bu iki filmden aldığı başrol ücreti ise, (bana verdiği rakamları bugünün rakamlarına uyarladığımda) film başına
3''er bin Lira
''dan toplam
6 bin Lira
''ydı.
“Zagor”
lardan sonra, özellikle aksiyon sinemasında sergilediği göz kamaştırıcı performansla, Yeşilçam''ın bu kategoride çektiği filmlerin vazgeçilmez başrol oyuncusuna dönüşen
Çakır
,
100
''ün üzerinde serüven (o dönemdeki yaygın adıyla
“avantür”
) filminde ya başrol ya da en azından yardımcı roller üstlenecekti.
1970
''leri boylu boyunca kaplayacak olan nefes nefese bir koşturmacaydı bu ve anılan dönemde
sanatçının vücudunda kırılmadık kemik, çıkmadık eklem yeri kalmayacaktı.
Fakat,
Çakır
, aynı dönemde benzer filmlerde oynayan diğer bir meslektaşı, tehlikeli bir sahnenin setinde boynunu kırarak hayatını kaybeden
Metin Yankı
kadar şanssız olmadı ve bu gibi zor zamanlarda gelip geçici hastane tedavileriyle
“paçayı kurtarmayı”
başardı.
Çakır
''ın o dönemde çektiği filmler arasında, şimdilerde Hollywood yapımcılarının
“Bu Türkler nasıl da deli bir milletmiş yahu”
diyerek şaşkınlık içinde izledikleri, Amerikalı sinemacıların aklına gelmeden çok önce bizim aklımıza gelen ilk
“Yarasa Adam”
(Batman) ve ilk
“Kızılmaske”
(Phantom) gibi çizgi roman uyarlamaları da bulunmaktadır.
(Sinema tarihinin ilk
“Batman”
uyarlaması / Yıl 1971, Türkiye /
“Süper Adam”
/
Yönetmen:
Cavit Yürüklü… Sinema tarihinin ilk
“Phantom”
uyarlaması / Yıl 1971, Türkiye /
“Kızıl Maske''nin İntikamı”
/
Yönetmen:
Cavit Yürüklü)
Her biri bir diğerinden daha tehlikeli ve cüretkâr sahnelerle dolu onca aksiyon filminde rol alıp ardarda düzinelerce maskeli kahramanı canlandırdıktan sonra, 1980''lerin sonlarından itibaren
Levent Çakır
''ın vücudundan yavaş yavaş
“error”
sinyalleri gelmeye başlayacak ve bu tür bol vurdulu-kırdılı hikâyelerin yerini de özellikle
Halk Film
şirketi adına yönetmen
Nazif Tunç
''un çektiği eğitici-öğretici yönleri ağır basan, mistik öğelerle bezeli televizyon dramaları alacaktı. Aktörün, ak sakallı bir pir-i fâni olarak göründüğü bu yeni dönem filmlerinden en bilineni de
Kanal 7
''de gösterildiği dönemde çok büyük bir ilgi gören ve bir kaç kez tekrarlanan
“Kunduracı”
ydı. Onu
60
ve
70
''lerdeki uçtulu kaçtılı filmleriyle tanıma fırsatı bulamayanlar, günümüzde en azından
“Kunduracı”
gibi yakın dönem çalışmaları üzerinden tanımaktalar…
Geçtiğimiz yılın
Kasım
ayında,
“Zagor”
çizgi romanını bütün dünyaya tanıtan, bu karakterin yaratıcısı ünlü İtalyan çizeri
Gallieno Ferri
, yanında yeni kuşak Zagor ressamlarından oluşan kalabalık bir illüstratör topluluğuyla birlikte, İstanbul''daki
29''uncu TÜYAP Kitap Fuarı
''na katıldı. Bu ziyaretin vitrindeki amacı ülkemizde ilk kez bir
“Zagor sevenler buluşması”
düzenlemek olarak görünse de
Ferri
ve öğrencilerinin öncelikli arzusu kendilerinin hayâl gücünün ürünü bu çizgi kahramanı beyazperdede canlandırarak sinema tarihine geçen ilk oyuncuyla yakından tanışabilmekti.
Gallieno Ferri
ve
Levent Çakır
, o anlara tanık olanların gözlerini yaşartan duygusal bir organizasyon kapsamında bir araya geldiler. Büyük usta
Ferri
Türk aktörü
Çakır
''a sarıldı, onu omuzlarından sevgiyle kavradı ve
“Seni çılgın adam! Çektiğin Zagor filmlerini ilk duyduğumdan beri, 30 küsur yıldır hep seninle tanışmayı istemişimdir”
diyerek şöyle devam etti:
“Sen, hepimizin kalbinde yaşattığı büyük bir hayâli bizlerden çok önce gerçekleştirmiş özel birisin. İtalyan çizerleri olarak, Zagor''un beyazperdede nasıl görüneceğini öteden beri hep merak etmişizdir. Türkler bu işe bizden erken giriştiler ve Zagor''un iki sinema uyarlamasını yaptılar. Bu filmler de o gün bugündür İtalya''da, çizgi roman severler arasında birer efsanedir. Seni görmek, seninle tanışmak ve sana sevgilerimi sunmak için, ekibimle birlikte ziyaretine geldim.”
Daha sonrasında, organizasyonun yetkilileri
Ferri
,
Çakır
ve diğer konukları
İstanbul
''da iki-üç gün boyunca ağırlayıp birlikte hoşça vakit geçirmelerini sağladılar. Sohbetlerden birinde İtalyan usta,
“Sevgili Çakır, 1970''de sana benim kahramanımı canlandırman için ne ödediler?”
diye sorduğunda, aktörümüz
''İki film için toplam 3 bin Euro”
deyince,
Ferri
''nin üzüntüden bir yarım saat boyunca kendine gelemediğini de duydum. Tabiî, Allah''tan ona, Türk sinemasının bir dönemine damgasını vurmuş, bütün gençliğini, sağlığını, hayatının en güzel yıllarını bu ülkede fantastik serüven-aksiyon türünün bir adım daha ilerleyebilmesine adamış bu yaşlı adamın hayatı boyunca hiç bir sosyal güvencesi olmadığını,
Edirne
''deki mütevazı bir evde annesiyle birlikte şehit babasından kalan emeklilik parasıyla geçinmeye çalıştığını söylememişler. Mazaallah, bunları da söyleselerdi, pek muhtemeldir ki
“Zagor”
sayesinde İtalya''nın en zengin adamlarından birine dönüşen
82
yaşındaki
Ferri
kalp sektesinden oracıkta giderdi; cenazesini kaldırmak da yine Türk çizgi roman severlerine düşerdi!

Sözü daha fazla uzatmaya hacet yok…

Her dakikası sinemaya adanmış, yaklaşık
50 yıllık
müthiş bir kariyer… Setlerde yaşanan kazalardan hurdaya dönmüş bir vücut… Dünya sinema tarihine geçecek bir özgünlük ve cesaret içinde, hiç bir güvenlik önlemi alınmadan çekilmiş yüzlerce aksiyon sahnesi… Hem kendisi tarafından bizzat yetiştirilmiş nice dublör ve figüran, hem de yeri geldiğinde tehlikeli sahnelerden korunmuş nice ünlü oyuncu…
(Ki bunlardan en önde geleni de yıllarca dublörlüğünü üstlendiği
Cüneyt Arkın
''dır.)
Sinemamıza yaptığı bütün bu hizmetlerin karşılığında ise halen
SGK
güvencesine sahip olmayan, bir emekli maaşı bulunmayan, hatta hatta bu emekleri için şimdiye kadar simgesel bir plakete dahi lâyık görülmemiş
61
yaşında bir
“kült oyuncu”
Edirne
''deki müstakil bir evde, yaşlı anacığıyla birlikte yalnız başına ve ekonomik sıkıntılardan dolayı başını dışarı çıkaramaz bir hâlde yaşayan gerçek bir Yeşilçam kahramanı…
Böyle bir aktörün, eğer ki sinemaya aynı emeği ABD''de vermiş olsa, günümüzde ekonomik durumunun nasıl olacağını tahmin edebiliyor musunuz?
Yiğidim aslanım
Kültür Bakanlığı
… Yiğidim aslanım
SODER
… Yiğidim aslanım
ÇASOD
… Yiğidim aslanım
SESAM
… Ve diğer anlı şanlı sinema meslek örgütleri… Çok merak ediyorum, tam olarak ne yaparsınız siz?
Klasik Yeşilçam döneminden geriye kalan bu güzide topluluk, tıpkı
“kelaynak kuşları”
gibi nesilleri her geçen gün hızla tükenen bir avuç adam ve kadından oluşuyor. Çok mu zordur bütün bu insanların ad ve adreslerinin genel bir dökümünü çıkartmak; onları
İstanbul
''da ya da
Ankara
''da düzenlenecek olan özel bir gecede devletin ya da meslek örgütlerinin vereceği şükran plaketleriyle onurlandırmak ve hayatlarının kalan yıllarında artık daha fazla sıkıntı çekmeden yaşamalarını sağlayacak birer
SGK
güvencesine kavuşturmak… En azından asgari ücret üzerinden yahu!
Aslına bakarsanız cevabı ben de biliyorum; çok zordur bu işler Türkiye''de… Çözülmesi gereken kocaman kocaman meselelerden, bu gibi
“küçük ayrıntılar”
a hiç bir zaman sıra gelmez.
13 yıl önce
Türk sinemasının son 50 yılının özeti olan aktör: Levent Çakır
Satanistlerle rahatlayan karşı-satanistler
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..