“Cuma’nın farzından sonra ihtiyaten Zuhr-i âhir kılınması, Cuma’nın bir şehirde birden çok yerde kılınamayacağı zayıf görüşüne dayanır… Oysa ihtiyatlı olan Zuhr-i âhir’i kılmak değil, kılmamaktır. Çünkü ihtiyat daha güçlü olan delille amel etmektir.
Bu konuda güçlü delil, Cuma'nın birden çok yerde kılınmasının caiz olduğu delilidir.
Ayrıca böyle bir namazı kılmak işi bilmeyenlerde, asıl farzın Cuma’nın iki rekatı değil bu ikincisinin olduğu, ya da Cuma’da farzın birden çok olduğu kanaati oluşturur. Bu da bir yanlışa sebep olur. Yine böyle bir namaz Cuma’nın rekatlarını çoğaltıp onu zorlaştırma, bu sebeple Cuma'ya gitmeme, bazen de Cuma'nın var olan sünnetini dahi terk ettirme sakıncası doğurur… İbn Nüceym de Bahr-ı râik’te der ki, ‘Zuhr-i âhir sonrakilerin, Cuma’nın bir şehirde birden çok yerde kılınamayacağı görüşlerine dayanır ki, bu doğru değildir. Böyle bir namaz ne Ebu Hanife’den ne de onun iki meşhur öğrencisinden rivayet edilmiştir.
Cuma’nın asıl farzı budur diye itikat edilmesi endişesine binaen ben bu namazın kılınmaması gerektiğine dair defalarca fetva verdim'.
Artık İbn Nüceym gibi baba fukaha tarafından böyle söylendikten sonra İbn Abidîn ve benzerlerinin söylediğinin anlamı kalmaz” (Nimet-i İslam s. 784-785).