
''Eskort kızlar da kim?'' demiyorsunuzdur herhalde, çünkü bu ''kızlar''ı tanımayan kalmadı...
Konuyu olay patlak verdiğinde ben de köşeme taşımıştım. Hem de ''kıyıda köşede kalan bir haber'' ve ''dikkat ettim benim gibi köşecilerin de konuyla ilgileri yok'' notunu düşerek.
''İnanılır gibi değil, bir "rüya" sanki bu!'' diyerek aktardığım hikaye gazetelerce şöyle haberleştirilmişti: ''Zanlıların sorguları sürerken, çetenin kurbanlarıyla tanışmak için ilginç bir yöntemin de ortaya çıktığı öğrenildi. İddiaya göre çetenin lideri konumundaki işadamı B.Ö ile üniversiteli N.K (25), önce tuzaklarına düşürecekleri askeri birimin sorumlularını belirliyor, ardından da eskort kızlardan biri, trafikte bu subayın otomobiline bilinçli olarak çarpıp madde hasarlı kaza yapıyordu. Burada telefon alışverişiyle başlayan tanışmanın ardından birlikte oldukları subayların gizlice görüntülerini çekip şantaj yapıyorlardı. Üniversiteli N.K"nin bu tür bağlantılarla, Türkiye"nin birçok ilindeki askeri birliklere rahatça girip çıktığı belirlendi.''(!)
Hoş bir hikayeydi doğrusu... ''Üniversiteli N.K (25)''in yönetiminde subayların üzerine salınmış sayıları 52"yi bulan ''eskort kız''...
Bu hikayeye ilişkin ilk yorumumu yazarken de düşünmüştüm: Bu hikayeyi –bu zamanda- nasıl bir zihin üretebilirdi? ''Mata Hari'' hikayelerinden başını kaldıramayan bir karşı-casusluk görevlisi mi, casusluk-komplo dünyasına yeni giriş yapan iddialı bir kalem mi, yoksa düpedüz içinde yaşadığı toplumun sağduyusunu dalgaya alan komiklik sever birisi mi?
Ama işin safahatı konunun basbayağı ciddiye alındığını gösteriyordu. Şaka değil, içlerinde Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı bir korgeneralin de bulunduğu 27"si muvazzaf subay 93 kişi tutuklanmıştı. (Yani bir bakıma ''eskort kızlar'' iyi çalışmış, hiç değilse bu sayıda arabaya arkadan bindirmişti. ''Bindirme''yi takiben de hemen ''telefon alışverişleri'' ve de ''birlikte olmalar'' filan...)
Peki bu son derece enteresan hikaye giderek nasıl gelişti?
İşin bu faslıyla ilgili olarak Murat Yetkin"in (Radikal) konuyu ilişkin yayımladığı iki yazının birincisinden alıntı yapmak istiyorum. Yetkin, 18 Eylül"de yayımlanan ''Amiral kime casusluk yaptı?'' başlıklı yazısında dosyayla ilgili olarak ''Suçlamalar ağır. Sanıklar, bir fuhuş şebekesinin ya tuzağına düşerek ya da onu kullanarak ellerinde devlete ait gizli bilgileri "siyasi ve askeri casusluk" yaparak "yabancı istihbarat örgütlerine" aktarmakla suçlanıyor'' değerlendirmesini yaptıktan sonra şöyle devam ediyordu: ''Bu davada, en azından iddianameyi okuyarak, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının ellerindeki askeri sırları hangi ülkeye ya da hangi örgüte ya da şirkete verdikleri belli değil.'' Yetkin, içinde Deniz Kuvvetleri"nin kurmay başkanı (Veysel Kösele) gibi kuvvet komutanından sonra gelen bir mensubunun da bulunduğu bu subayların tutuklanmalarına ilişkin yorumunda da haklıydı: ''Ama vatana ihanet niteliğinde bir suçlamada bulunmanın da bir ciddiyeti olmalı. Casusluk kovuşturması belki şu anda kamuoyunun bilmediği gizli bilgiler içeriyor ama bunlar iddianamede yok. (...) casusluk suçlamasına denk bir ciddiyet ne yazık ki bulunmuyor.''
Peki bu casusluk işine Genelkurmay Başkanlığı nasıl bakıyordu?
Öyle ya şöyle ya da böyle ama madem ki dosya ''askeri casusluk'' gibi doğrudan askeriyeyi ilgilendiren bir konuyla ilgiliydi, Genelkurmay"ın buna kayıtsız kalması söz konusu olamazdı.
Genelkurmay da bu fikirde olmalı ki, sanık sayısı 400"ü bulan bu dosyayla ilgili olarak 19 Eylül"de yaptığı 8 maddelik açıklamanın bizi özellikle ilgilendiren bölümünde konuyu şu sözlerle değerlendirdi:
''5. Soruşturmanın gizliliği sebebiyle hakkında işlem yapılan TSK personelinin gizli belgeleri elde edip etmedikleri, etmişler ise hangi personelin hangi tarihte hangi belgeleri elde ettikleri, bu belgeleri hangi maksatla bulundurdukları konularında Genelkurmay Başkanlığında bilgi ya da belge bulunmamaktadır.
6. Bahse konu hususların yürütülmekte olan adli soruşturma sonucunda tespit edilebileceği değerlendirilmekte olup, henüz soruşturma tamamlanmamış iken 400 personelin casus olarak yansıtılması her şeyden önce ilgili personel bakımından Anayasa ile güvence altına alınan masumiyet karinesine aykırılık teşkil etmektedir.''
Genelkurmay çıkışlı açıklamalara haklı olarak çoğu zaman şaşkınlık ve olumsuz yargılarla yaklaşılsa da, ''Casusluk Davası''na ilişkin bu sözlere –bu sefer bir başka ''şaşkınlık'' yaratıyor olsa da- hakkını teslim etmek gerekir herhalde. Gerekir, çünkü bu konu ''vesayet'' vb. gibi sözcüklerin kullanımıyla geçiştirilecek türden değil. Şaka değil, TSK"nın ''400 personel''nin basbayağı ''casus'' olarak yansıtıldığı bir dava var ortada.
Bu arada bugüne kadar pek çok zihinde ''casusların başı'' olarak canlandırılmış olması muhtemel olan Korgeneral Veysel Kösele"nin Balyoz davası kararının açıklandığı gün tahliye edildiği bilgisini de verelim. Çok incinmiştir mutlaka bu korgeneral; kendisine ve meslektaşlarına ve TSK"ya hangi misyonu yakıştırıyor olursa olsun (bu konuda bir bilgim yok, ''ihtimaldir'' diye söylüyorum sadece) Deniz Kuvvetleri"nde kurmay başkanlığı makamına kadar yükselmiş bir subay olarak adının ''eskort kızlar'' ya da ''casusluk'' hikayesinde geçmesi kendisini tabii ki derinden haklı olarak çok üzmüş, belki de –yine haklı olarak- öfkelendirmiştir.
Bugün bu konunun üzerinden bir kere daha geçmemin nedeni şu: Ülke artık, ''polis fezlekeleri''ne ya da iddianamelerine hakim hayal gücünün sınır tanımaz genişliğinden yoksa bütününde ''Yargı'' denilen yapının aşırı rehavete kapılmış olmasından mıdır nedir, dışarıdan bakınca ''ciddiyet''ten uzak bir manzara arz etmiyor mu? Şu kadar yıldır modern siyaset ve hukuk ile tanışmaya çabalayan bir ülkede zehirlenmiş olabileceği şüphesiyle 18 yıl önce vefat eden bir cumhurbaşkanının kabrinin açılmasının ''medeni dünya''da bir benzeri var mıdır? Dışarıdan gözleyen birisinin kafasından ordusunun ''eskort kızlar'' hikayesinin ışığında ''400 personel''inin ''askeri casusluk'' ile suçlandığı, ailesinin rıza göstermemesine rağmen –ailenin işin bu noktaya gelmesindeki katkısını unutmadan- bir anıt mezarının mermerlerinin nasıl söküleceği konusunda keşif yapıldığı bir ülke hakkında neler geçer acaba? Burası Beria"nın Sovyetler Birliği mi, Kim İl-sung"un Kuzey Koresi mi, ''Kültür Devrimi''nin ''Kızıl Çin''i mi, yoksa (hadi bir örnek de günümüzden verelim) yakın döneme kadar ülkesini ''sulh'' içinde yaşatdığı ve yaşatacağı söylenen Esad"ın Suriyesi mi? Kendimize bunu niçin reva görüyoruz...
''Zengin hayal gücü''nün tek başına zararı olmadığı gibi tam tersine yararı da çok tabii ki... Ama ait olması gereken yerde kaldığı müddetçe, yani siyasete ve hukuku bulaşmadığı müddetçe.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.