1990'lı yılların fırtınalı günlerinde meydana gelen faili meçhul suikastların en önemli tanıklarından biri Sönmez Köksal. Dışişleri Bakanlığı kökenli olan Köksal, 1992 - 1998 yılları arası puslu dönemde Türkiye'nin ilk sivil MİT Müsteşarı olarak görev yaptı. Ancak Köksal, o dönemle ilgili konuşmak istemediğini söylüyor. “Eski bir MİT Müsteşarı olarak konuşmam doğru olmaz, yakışık almaz" diyen Köksal, "Devlet 1990'lı yıllarda Güneydoğu'da PKK'yı topluca imha etmeye çalıştı. Şartlar bunu gerektiriyordu. Arada birileri de gitmiş olabilir” tespitinde bulunuyor. Faili meçhuller hakkında konuşmaktan imtina eden Köksal ile Ortadoğu'nun durumunu, Arap Baharı'nı Türkiye'nin yeni dış politikasını konuştuk.
Eski bir MİT Müsteşarı olarak konuşmam doğru olmaz, yakışık almaz. Yalnızca şunu söyleyebilirim. Türkiye o yıllarda önemli bir başkaldırı ile karşı karşıya kaldı.
PKK saldırılarının başlangıç ve gelişme noktası var, bunu görmek lazım. Birinci Körfez Savaşı sonrası Irak'ta PKK adeta küllerinden yeniden doğdu. Tüm Avrupa'ya yayıldı ve Türkiye'yi parçalanma noktasına getirdi. Bıçak sırtında giden bir ülke gibiydik.
1990'lı yıllarda Güneydoğu'da büyük bir mücadele verildi. O dönem PKK topluca imha edilmeye çalışıldı. Arada birileri de gitmiş olabilir. Hata yapılmış olabilir. Devletin izlediği politika böyle bir politikaydı. Şartlar bunu gerektiriyordu. Silah zoruyla Türkiye Cumhuriyeti'ne bir şey kabul ettirilemeyeceğinin adeta ispatlandığı bir dönemdi.
Bu mücadele sırasında yanlış adım atmış olanlar varsa tabii ki onlara bakılmalı, konuşulmalı ama bir bütün olarak istikrarsız, nereye gideceğini öngöremediğimiz bir coğrafyada böylesi bir mücadele vermiş olan kişi ve kurumları suçlu duruma; topluca düşürmemek lazım. Türkiye'nin emniyet, MİT, ordu gibi kurumlarını yıpratmamak gerekir. Bu mücadeleyi yürütmüş olan insanları pişman etmemeliyiz. Çünkü benzeri bir tehdit ortaya çıktığında karşı koyacak güçler yine bu kurumlardır. Aksi halde mücadeleyi yürütecek tek adam bulamazsınız.
Türkiye'nin hem Batıyla hem de Doğu dediğimiz içinde bulunduğumuz bölgeyle çok önemli çıkar ilişkileri var. Her ikisini de telif etmek çabası içinde. Aslında küresel demek lazım artık. Çünkü Doğunun da anlamı değişti. Ortadoğu çok büyük bir derinlik kazandı. Bulunduğu coğrafya itibarıyla doğu, batı, kuzey ve güneyi kapsayan ama öncelikli olarak çıkarlarını koruyan bir politikaya sahip.
Suriye'de şu an olduğu gibi, Irak'ta da Baas rejimi vardı. Beşşar Esad'ın kardeşi Mahir Esad'ın kontrolünde 30 bin kişilik Cumhurbaşkanlığı muhafızları ve bunun dışında, üst kısmı Alevi ve alt kısmı Sünni olan 300 bin kişilik bir nizami ordu bulunuyor. Irak'ta bu yapı 1990'dan 2003'e kadar devam etti. Ancak ABD'nin istilası ile çökertilebildi.
Suriye'deki rejimin sonu bu kadar uzun sürmeyebilir. Zaten bir iç savaşa doğru gidiliyor. Suriye iç savaşa gittiği takdirde Irak gibi yatay değil de dikey bölünme söz konusu olacak. Irak'taki parçalanmanın ne kadar ağır sonuçları olduğunu görüyoruz. Üzerine bir de Suriye eklenirse coğrafya tamamen istikrarsızlık örneği sergileyecek ve bu durum ister istemez Türkiye'yi de etkileyecek.
Türkiye'nin bir hayat tarzı, benimsediği bir rejim, bağlı olduğu birtakım değerler var. Avrupa Konseyi üyesiyiz. Avrupa Birliği ile müzakere içindeyiz. NATO üyesiyiz. Demokrasi kültürü olarak benimsediğimiz Batı değerlerine daha yaklaşmış bir politika içindeyiz. Bu Cumhuriyet'in adeta istikameti. O değerleri muhafaza edip dış politika üretmek çok doğal bir şey. Batı değerlerini ifade ediyor olmak çok önemli. Zaten globalleşen dünyada Batıyla olan bağlantımız sadece değerler üzerinden.
Demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü gibi bir takım konular bizim Batıyla ortaklaşa paylaştığımız değerler. Türkiye'nin rotası falan değişmiş değil! Tam tersi dünyanın rotası artık değişiyor.
Dünya alt gruplarla çıkar birlikteliklerin yaşandığı bir oluşuma doğru gidiyor. Uluslararası sistem değişiyor. Ekonomik faaliyetlerin Güneydoğu Asya'ya kaymasıyla beraber kaçınılmaz olarak güç dengesi de oraya doğru kayıyor. Bunun yavaş yavaş emareleri ortaya çıkmaya başladı. Bu nedenle artık Türkiye'nin ekseni kayıyor söylentilerinin içi boş!
Çıkar birliktelikleri ortaya çıkmaya başladı. Geçen haftalarda ABD Başkanı Barack Obama'nın Uzakdoğu'ya yaptığı bir ziyaret oldu. Orada “Pasifik Atlantik Partoneryası” adında ticari çıkarları koruyan yeni bir oluşum yaratılıyor. Sonra bir başka oluşum da “CIVETS” (Kolombiya, Endonezya, Vietnam, Mısır, Türkiye ve Güney Afrika). Bu ülkeler - Mısır son dönemde güvenini kaybetti - istikrarlı, serbest ekonomi kurallarını uygulayan, geniş bir nüfusa sahip olan ülkeler. Artık eskiden olduğu gibi büyük bloklar değil, ortak çıkarları koruyan küçük alt gruplar göreceğiz.
Çok önemli bir plan yürürlüğe koydular ve adeta bu bahar hareketini fiyatlandırıp satın aldılar. Tarihin gidişine belki bir süre 'Dur!' diyebilirler. Ama öyle zannediyorum ki er ya da geç oyunun üçüncü dördüncü perdesinde onlar da bu isyandan etkilenecekler. Etkilenmemeleri mümkün değil!
Türkiye'deki demokratik rejimin yararını işte burada göreceğiz. Farklı rejimlere takılıp kalsaydık, Türkiye de bu etki altında kalacaktı.
Ortadoğu'da 'beş perdeli' yeni bir drama yaşanıyor. Biz şu an ilk perdesini yaşıyoruz. Bugünden yarına sonuçlanacak bir olay değil bu. Komplo senaryolarını severiz ya! “Kim bu süreci başlattı?” diye sorulup duruldu. Oysa ki Ortadoğu'da yaşananları deprem gibi düşünmek lazım. Depremin ne zaman olacağı bilinmez, öngörülemez! Bu nedenle “Birisi düğmeye bastı ve süreç başladı” anlayışı doğru değil! Sıfır sorun ile yola çıkmak ise bir iyi niyet ifadesi, çözüm arayışını ortaya koyan bir söylemdi. Tabii Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da yaşanan olaylar sıfır sorunlu ilişki kurmak şansını ortadan kaldırdı.
Arap dünyasında isyan içinde olan 6 ülke var: Tunus, Mısır, Libya, Bahreyn, Yemen ve Suriye. Ama şu an Suriye'nin anahtar ülke olduğunu da görmek lazım. Kontrolü kaybetmemeye çalışan ülkeler Suudi Arabistan, Kuveyt ve Umman. Gerçi Umman'ın ne olacağı belli değil. Şiiler de Kuveyt'te tehdit olarak duruyor.