
Mahmûd-ı Şebüsterî’nin “Gülşen-i Râz” adlı ünlü eseri, Sait Okumuş’un çevirisiyle Hece Yayınları’nın şiir serisinden Sırlar Güllüğü adıyla okurla buluştu.
Mahmûd-ı Şebüsterî’nin “Gülşen-i Râz” adlı ünlü eseri, Sait Okumuş’un çevirisiyle Hece Yayınları’nın şiir serisinden Eylül 2025’te yayımlandı. Eserin Türkçe adı “Sırlar Güllüğü”. Gerçekten de çevirisini okurken bile insanın gönlüne bir ferahlık geliyor ve adeta bir gül bahçesine girdiğiniz duygusunu kapılıyorsunuz.
33 YAŞINDA VEFAT EDER
Asıl adı Şeyh Sadüddîn Mahmûd b. Abdülkerîm b. Yahyâ olan mutasavvıf şair, Tebriz yakınlarında Şebüster’de dünyaya gelir ve doğduğu yerin adıyla birlikte Mahmûd-ı Şebüsterî olarak tanınır. Doğum tarihi bilinmeyen Şebüsterî’nin mezar taşına ölüm tarihi 1320 olarak yazılmıştır. Genç denecek yaşta, otuz üç yaşında vefat etmiştir.
Tebriz’de eğitim gören Şebüsterî, Bahâeddin Ya’küb-i Tebrizî’nin müridi ve öğrencisidir. Kendisi, Sa’âdetnâme adlı eserinde Eminüddin-i Tebrizî’yi de üstadı ve şeyhi olarak kaydeder. İlhamlı hükümdarları Sultan Muhammed Hudâbende ve Ebû Said Bahadır Han zamanında âlimlerin toplandığı bir ilim şehri olan Tebriz’de iyi bir eğitim görür. Fıkıhta Şafiî, itikatta Eş’ari mezheplerine bağlı olduğu söylense de Sa’âdetnâme adlı eserinde Sunnî-Eş’ari olduğunu belirten Şebüsterî, tasavvuf, kelam ve felsefe konularında derinleşmiştir. Ebû Said Ebu’l-hayr, Feridüddin-i Attar, Mevlâna Celaleddin-i Rumi, İbn-i Arabî’den etkilenmiştir. Kendisinden sonra gelen Elvân-ı Şirazî, Cemâleddin Hulvî, İdrîs-i Bitlisî, Hüsameddin Bitlisî, Abdullah Salâhî Uşşâkî, Harîrîzâde, Ahmet Avni Konuk gibi pek çok kişiyi de etkilemiştir. Genç yaşta Bağdat, Şam gibi şehirlerine, Yemen, Hicaz, Mısır, Endülüs, Kafkasya gibi İslam memleketlerine seyahat eden Şebüsterî, bu yolculuklarında pek çok âlimle tanışır ve onların ilimlerinden yaralanır. Kirman’a yerleşir ve burada evlenir. Ailesi “Hâcegân” adıyla anılır ve çocuklarının, torunlarının arasında pek çok ilim sahibinin bulunduğu bilinmektedir. Hatta torunlarından biri olan Abdullah Şebüsterî’, İstanbul’a gelerek Yavuz Sultan Selim’e Farsça Şem’u Pervâne adlı mesnevisini sunar ve Kanunî Sultan Süleyman’a da methiye yazar.
Nazarî-irfanî geleneğe bağlı olan Şebüsterî, felsefeye olumsuz bakar. İbn Sinâ başta olmak üzere Meşşâî (Aristo doktirinini benimseyen) filozofları değerlendirmede Gazzâlî ile aynı görüştedir. “İbn Sînâ’yı üç meselede imanın üç rüknünü (kudret, ilim ve cismanî haşr) inkâr etmekle suçlar ve âlemin kadîm olduğunu ileri sürmesini dine aykırı görür” diyen Adnan Karaismailoğlu: “Şebüsterî, İbnü’l-Arabî ile Feridüddin Attar-Mevlânâ geleneklerini eserlerinde meczeden, Fahreddin-i Irâkî istisna tutulursa İbnü’l-Arabî düşünce ve terminolojisini Farsça şiire dahil eden en önemli sûfîlerdendir. Sa’âdetnâme’de gençliğinde İbnü’l-Arabî’nin el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’sini ve Fusûsü’l-hikem’ini okuduğunu, ancak bu okumalardan gönlünün sükûnete ermediğini, konu hakkında karşılaştığı müşkilleri şeyhi Emînüddin’e sorduktan sonra kalp aynasına çirkin bir zenci suretinde yansıyan İbnü’l-Arabî metinlerindeki karışıklığın ortadan kalktığını söylemektedir. Ayrıca İbnü’l-Arabî metinlerinin bu özelliğinin, müelliften kaynaklanan bir fitne değil, okuyucunun kalp aynasını tasfiye etmemesinin neticesi olarak kendine has bir insicam içinde görmemesinden doğduğunu belirtir” der. (TDV İslâm Ansiklopedisi)
MANZUM BİÇİMDE VERİLER CEVAPLAR
Gülşen-i Râz, dönemin büyük sufîlerinden Sühreverdî şeyhi Emir Hüseynî Sâdât’ın 1317-18’de mesnevi tarzında gönderdiği on beş soruya, Şebüsterî’nin yine manzum biçimde verdiği cevaplardan oluşur. Sorular şunlar:
1.Kendi fikrimce ilk şaşırdığım şu: Tefekkür (düşünme) dedikleri şey nedir? 2.Hangi düşünce (fikir) bizim için yol şartıdır? Bu düşünce niçin bazen ibadet, bazen günahtır? 3.Ben kim olayım? Bana benden haber ver. ‘Kendinde yolculuk yap!’ ne mânâ taşır? 4.Yolcu nasıl olur? Yola düşen hangisidir? Kim için ‘bu tam, kâmil bir insandır’ diyeyim? 5.Sonuçta vadet sırrına kim vâkıf oldu? Sonuçta ârif, neye tanık, aşina oldu? 6.Bilenle bilen, o pâk zât (Hak) ise, bu bir avuç toprak üstündeki sevda nedir? 7.Hangi noktada Enel-Hakk (Ben Hak’ım) denir? Ne dersin o ağartılmış gümüş para, saçmalık mıydı? 8.Yaratılmışa neden eren (vâsıl) derler? Erenin yolu, yolculuğu, ermesi nasıl gerçekleşti? 9.Mümkün ile vâcib’in birbirine kavuşması nedir? Yakınlık, uzaklık, çok, az sözü nedir? 10.Sözü sahil olan deniz, hangi denizdir? Dibinden ne tür cevher çıktı? 11.Küll’den fazla olan cüz hangi cüzdür? Bu cüzü arayıp bulmanın yolu nasıldır? 12.Kadim ile muhdes birbirinden nasıl ayrıldı da bu, âlem oldu, öteki Allah? 13.Mânâ eri, şu göz ve dudak tarafına işaret taşıyan ifadeyle ne demek ister? Makamlarda, hâllerde bulunan biri; zülüf ucunda, yüzdeki tüyde, bende ne arar? 14.Şarab, mum ve güzelin (şahid) anlamı nedir? Sonunda harabâtî olmak, meyhane eri olmak neyin davasıdır? 15.Bu muhitte put, zünnar ve gâvurluk, hep küfürdür. Değilse nedir, söyle!
Mahmûd-ı Şebüsterî, bu soruları şeyhi Bahâeddin Ya’kûb’un işaretiyle irticalen birkaç saat içinde cevaplar ve daha sonra da kitap hâline getirir. Onun bu sorulara verdiği cevaplar arasında günümüze ışık tutan tespitler de bulunur. Zaten bir eseri klasik yapan en önemli özelliklerden biri de eserin her çağa seslenmesi değil midir? Gülşen-i Râz da böyle bir eserdir. Örneğin, Şebüsterî 15. Soruyu cevaplarken: “Ortada hürmet, merhamet, insaf kalmadı; hiç kimse de cahillikten utanmıyor” der. Tam da günümüze hitap etmiyor mu? Moğol istilasının hüküm sürdüğü dönemde cahil kişilerin şeyh, önder olarak ortaya çıkmasından rahatsızlık duyan ve dönemin tasavvuf hayatını eleştiren Şebüsterî, yine aynı sorunun cevabında: “Eşeklere bak, hepsi birden o eşeğin peşindeler! Mâlûm eşek de cahâletten onlara öncü olmuş” derken, günümüzdeki durumun o zamandan çok da farklı olmadığını gözler önüne serer.
Kitabın sunuşunda, Sait Okumuş Gülşen-i Râz’a dair şu önemli bilgileri verir: “Tasavvufun vahdet-i vücud görüşünün temel argümanlarını, mantık, dönemin felsefesi, filozof hakimlerin kanaatleri eşliğinde veciz bir üslûpla ortaya koyan Gülşen-i Râz, yazıldığı tarihten itibaren Kur’an, hadis ve Mesnevî’den sonra başvurulan eserlerden olmuş, bu yüzden otuza yakın şerh, haşiye yazılmış, nazireler söylenmiş, Almanca, İngilizce, Türkçe, Urduca başta olmak üzere birçok dile çevrilmiştir. (….) Her sözde olduğu gibi, bu kitapta da anlaşılması çaba isteyen ifadeler bulmak mümkündür. Bütün hususların ayrıntılı olarak açıklanması yoluna bilerek gidilmedi. Anlam yolunda belirsizlikler duyumsandığında, kelime ve kavramların sözlük anlamlarıyla yetinmeden esere dair yazılmış şerhlere, açıklamalı çevirilere bakmak, anlamın peşine düşmek yarlı olacaktır.”
Bir dönem Kırıkkale Üniversitesinde birlikte çalıştığımız, şimdilerde Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi olan, değerli kardeşim Sait Okumuş’un titiz bir çalışmayla Türkçeleştirdiği Gülşen-i Râz, bir kez okunup geçilecek bir kitap değil. Mutasavvıfların, felsefecilerin binlerce yıldan beri tartıştıkları konulara küçük hacmine rağmen açıklık getiren bu eseri okurken, aklımızın ve ruhumuzun gülşene dönüştüğünü hissederiz.
Mahmûd-ı Şebüsterî’nin zarif ve tatlı bir söyleşi var. Birkaç örnek: “O, kediyi fareden, iyiyi kötüden ayıramazken, senin içini, senin sırrını nasıl temizler? / “Ey eşek! Eşeklikte senden daha eşek olan bir eşeği, şimdi sen, kendine şeyh yaptın.” / “Beyefendi git, kendini iyice tanı! Çünkü şişmanlık, hasta şişliğine benzemez.” / “A boynu bükük, ayağı çıplak! Gönül âlemi bahsinde sana ne söyleyebilirim?” / “Gönül dânesi (habbe) o kadar küçük olduğu hâlde, iki âlemin Rabb’i için konaktır.” / “Allah, mektubun adını Gülşen koyunca, bütün gönül gözleri artık onunla aydın olsun.” / “Bütün bunlardan maksat, bir sevgili okuyucunun, beni anması, ‘ona rahmet ola’ demesidir.”
Biz de Mahmûd-ı Şebüsterî’ye sonsuz rahmet diliyoruz.






