6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunundaki amaçlar ile sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerezler kullanılmaktadır. Detaylı bilgi için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.

1876'dan günümüze; Türkiye'nin Anayasalar Tarihi
- Twitter'ta paylaş
- Facebook'ta paylaş
- BiP'te paylaş
- Telegram'da paylaş
- Whatsapp'ta paylaş
- Pinterest'te paylaş
- Flipboard'da paylaş
- E-posta gönder
- 1808: Sened-i İttifak
- 1876: Kanuni Esasi/Meclis-i Mebusan
- 1908-1909: Abdülhamid'in tahttan indirilmesi
- 1921: Teşkilatı Esasiye
- 1924 Anayasası
- 1928 ve 1937 Anayasa değişiklikleri
- 1960 Darbesi ve 1961 Anayasası
- 1971 Darbesi ve 1972 değişiklikleri
- 1980 darbesi ve 1982 Anayasası
- 1987 Anayasa Referandumu
- 1995 Anayasa değişikliği
- 1997 Postmodern darbesi
- 2007 e-muhtıra ve referandum
- 2010 Anayasa Referandumu
1808: Sened-i İttifak
Osmanlı Devleti, gerileme döneminden sonra devletin yeniden güçlenmesi için askeri ve siyasi ağırlıklı reformlar yapmaya başladı. Ancak söz konusu reformların başarısız olmasından sonra Osmanlı’da başlayan toprak kayıpları yönetim zafiyetini de görünür hale getirdi. Osmanlı’da ilk ciddi değişim sinyalleri ise III. Selim döneminde başladı. III. Selim, devletin karşı karşıya kaldığı siyasi ve askeri sorunlar ve Yeniçeri Ocağı’nda yaşanan isyanların süreklilik kazanmaya başlamasının ardından ordunun yeniden yapılandırılmasına ihtiyaç olduğunu fark etti. Bu kapsamda, modernleşme faaliyetine ilk olarak ordudan başlandı ve Yeniçeri Ocağı kaldırıldı. Batılı ülkelerde yaşanan gelişmeler de dikkate alınarak ‘Nizam-ı Cedit Hareketi’ ile yeni bir ordu kuruldu.
Ancak, Osmanlı Devleti’nin karşı karşıya kaldığı sorunların derinliği nedeniyle söz konusu reform çabaları yeterli etkiyi gösteremedi. Nitekim III. Selim’in başlattığı Nizam-ı Cedit Hareketi de Kabakçı Mustafa Ayaklanması ile sona erdi. Kabakçı Mustafa Ayaklanmasından sonra III. Selim tahtan indirildi. Kabakçı Mustafa Paşa Ayaklanmasına karşı çıkan ayanlardan Alemdar Mustafa Paşa’nın İstanbul’a yürümesi üzerine III. Selim Kabakçı Mustafa tarafından öldürüldü ve II. Mahmut ayanların da desteği ile III. Selim’den sonra tahta çıktı.
II. Mahmut, Batı’da yaşanan gelişmeleri yakından takip eden ve Osmanlı Devleti’nin yaşadığı krizi ve yaşanan toplumsal çalkantıları iyi gözlemleyen bir isimdi. Tahta çıktıktan sonra da Osmanlı Devletini içeriden tehdit eden ayanları dengelemeye çalıştı. Ayanlar, Osmanlı'da dirlik sisteminin bozulmasından sonra devletin vergi ve asker toplama işini üstlendikleri için zamanla güçlü bir aktöre dönüşmüşlerdi. Ayanlar güçlendikçe Osmanlı merkezi otoritesi için de bir tehdide dönüşmeye başlamıştı. Nitekim kendisi de bir ayan olan ve güçlü bir nüfuzu bulunan Alemdar Mustafa Paşa, II. Mahmut tarafından sadrazamlığa getirilmişti.
II. Mahmut bozulan devlet sistemini yeniden tesis etmeyi ve ayanların merkeze itaat etmesini istiyordu. Sadrazam Alemdar Paşa da ayan ve hanedanların merkeze itaat etmeleri ve çeşitli reformların yapılması için ayanlarla bir uzlaşı yapılmasını savunuyordu. Bu kapsamda Sadrazam Alemdar Paşa’nın daveti ile ayanlar İstanbul’a davet edilmiş ve merkezi otorite ile ayanlar arasında yeni bir ittifak için görüşmeler yapılmıştır. Osmanlı merkezi yönetimi ile ayanlar arasında yapılan görüşmelerin sonucunda 7 Ekim 1808’de merkezi yönetimin yetkilerini sınırlandıran ve bunun karşılığında ayanların merkeze bağlılığını belirten Sened-i İttifak isimli protokol imzalanmıştır.

İttifaka göre “Padişah’ın otoritesi devletin temelini oluşturur ve bu durum ayanların taahhüt ve güvencesindedir. Padişaha karşı bir itaatsizlik gelecek olursa, ayanlar buna yeltenenleri cezalandırır.” Sened-i İttifak ile ayanların merkezi otoriteye bağlı oldukları vurgulanıyor. Sened-i İttifak’ın metni ‘Başlangıç’, ‘Yedi Şart’ ve bir de ‘Zeyl’den yani ekten oluşmaktadır. İttifak padişah ile yerel güçler arasında yapılan ilk anlaşma olması ve merkezi otoritenin yanında ayanları da aktör olarak tanıması açısından bir ilktir. İttifak’ın ikinci maddesine göre ayanlar bir kriz anında merkezi otoriteyi destekleyeceklerdir. Ayanların vergi toplama yetkisi de devam etmiştir.
Anlaşmanın önemi
- Osmanlı Devleti ile yerelde gücü elinde bulunduran Ayanlar arasında imzalandı.
- Bu anlaşma ile Ayanlar'a hukuki statü verildi ve padişahın otoritesi kısıtlandı.
- Merkezi otoriteye karşı ortaya çıkan krizler karşısında Ayanlar padişahı destekleyecekti.
1876: Kanuni Esasi/Meclis-i Mebusan
Tanzimat ve Islahat Fermanları
II. Mahmut’tan sonra tahta çıkan Abdülmecid döneminde de önemli reformlar yapıldı. Sultan Abdülmecid döneminde gerçekleştirilen reformlar Tanzimat ve Islahat fermanları olarak biliniyor. Her iki ıslahatta anayasal bir metin olmamakla birlikte Osmanlı'daki anayasal sürece zemin hazırlayan değişikliklerdir. Bu değişiklikler daha çok ülkenin karşı karşıya kaldığı krizlerin çözümü ve dış müdahalelerin önlenmesine dönük yapılmış olan reformlardan oluşan padişahın fermanlarıdır. Abdülmecid döneminde 3 Kasım 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı’nın temel hedefi de bu doğrultuda ülkeyi yıkılmaktan kurtarmak ve tebaanın devlete bağlılığını güçlendirmektir. Tanzimat fermanı ile gerçekleşen en önemli değişiklik ise merkezi otoritenin, “Din, dil, ırk ve mezhep farkı gözetmeksizin herkesin canı ve malı devletin güvencesi altında olacak” ilkesini kabul etmesi oldu. Kanunun üstünlüğü ilkesinin esas alınması anayasal sürecin Osmanlı devletinde tesis edilmeye başlaması açısından önemli olmuştur.
Osmanlı Devletinin 1856 yılında ilan ettiği bir diğer ferman ise Islahat Fermanı oldu. Kırım Savaşı sonrasında başlayan Paris Barış Konferansı öncesi Batılı ülkelerin desteğini almak isteyen Osmanlı, Islahat Fermanı ile azınlık ve gayrimüslimlere bazı ayrıcalıklar tanıyor. Savaş dönemi şartlarında yayınlanan ferman, devletin bütünlüğünün korunmasını hedefliyordu.
Hem Tanzimat hem de Islahat Fermanları anayasal bir değişiklik olmasa da hukuki olan birçok yeniliği içine alması açısından önemlidir. Bu yönüyle her iki ferman da 1876’da kabul edilen Kanun-i Esasi öncesi anayasal sürecin zeminini oluşturması açısından önemli olmuştur.
Sultan Abdülmecid’in ölümünden sonra yerine Sultan Abdülaziz geçti. Onun döneminde de önemli reformlar gerçekleşti. Onun döneminde idari yapılanmada önemli değişiklikler yapıldı ve vilayet meclisleri kuruldu. Ancak Balkanlarda devam eden isyanlar ve yaşanan toprak kayıpları ülkenin istikrarını olumsuz etkiledi. Sultan Abdülaziz özellikle Balkanlarda yaşanan krizle yoğun bir şekilde mücadele etti. Mayıs 1867’da başkentte halk gösterileri gerçekleşti ve bu durum Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin başkanlığını da yürüten Mithat Paşa ve taraftarları tarafından kullanıldı. Mithat Paşa, serasker Hüseyin Avni Paşa ve Süleyman Paşa, dönemin Şeyhülislamı Hasan Hayrullah Efendi’den Sultan Abdülaziz’e karşı darbe yapmak için fetva aldı. 30 Mayıs 1876’da Mithat Paşa ve taraftarları tarafından Sultan Abdülaziz darbe ile tahtan indirildi ve 4 Haziran 1876 yılında da öldürüldü. Mithat Paşa ve taraftarları tarafından Abdülaziz’in yerine IV. Murad padişah ilan edildi. Ancak Osmanlı döneminin tek mason sultanı olarak bilinen IV. Murad’ın deli olması nedeniyle kısa süre sonra IV. Murad’da tahtan indirildi.
Mithat Paşa ve taraftarları Kanun-i Esasi’nin ilanı karşılığında Sultan Abdülhamid’in padişah olmasına razı oldular. Abdülhamid sultan olduktan sonra Server Paşa’nın başkanlığında 30 kişilik bir Anayasa Komisyonu (Meclis-i Mahsus)’nu kurdu. Komisyonda iki asker, 16 bürokrat ve 10 ulema bulunuyordu. Komisyonun hazırladığı anayasa taslağı önce Mithat Paşa’nın başkanlığındaki Heyet-i Vükelada kabul edildi. 20 Kasım 1876’da padişaha sunuldu. 23 Aralık'ta I. Meşrutiyet ilan edildi. Kanun-i Esasi’nin kabul edilmesi ile birlikte Meclis-i Mebusan’da açıldı. Mecliste Müslüman ve gayrimüslim vekiller yer aldı. Kanun-i Esasi Osmanlı dönemindeki ilk resmi anayasa oldu.
Kanun-i Esasi'nin önemi
- 23 Aralık 1876 tarihinde I. Meşrutiyet ilan edildi.
- Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan Kanuni Esasi kabul edildi.
- Meclis-i Mebusan kuruldu.
- Osmanlı Anayasası, Türkiye'de anayasal bir dönemin başlangıcı oldu.
- Bakanlar Kurulu'nun başkan ve bakanlarını padişah seçer, atamalarını yapar ve gerektiğinde azleder.
- Mebusan Meclis'i üyeleri dört yılda bir seçilmektedir. Kanun tekliflerini sadece hükümet yapabilecektir.
1908-1909: Abdülhamid'in tahttan indirilmesi
II. Meşrutiyet'in ilanı
Sultan Abdülhamid karşıtları tarafından kurulan Jön Türkler 1889 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni kurdu. Sultan Abdülhamid karşıtı kara propaganda yapan cemiyet mensupları Osmanlı Rusya arasında gerçekleşen 93 Harbi sonrası kapatılan Meclisi Mebusan’ın yeniden açılması için baskı yapmaya çalıştı. Bu dönemde Rusya ve İngiltere Reval’de gerçekleştirdikleri görüşmelerin sonucunda Osmanlı’nın Balkanlarda ıslahat yapmasını istedi ve bunun için baskı yapmaya başladı.
Sultan Abdülhamid karşıtları Paris’te de güçlü bir yapı kurdu. Özellikle medya üzerinden Abdülhamid’i karalayan çalışmalar yaptılar. Giderek güç kazanan İttihat ve Terakki Cemiyeti, zamanla Abdülhamid’in tahtan indirilmesini gündeme getirmeye başladı. Meşrutiyet yanlısı olan Hürriyet Taburları Rumeli’de ayaklanma çıkardı. Binbaşı Enver ve Niyazi Beyin başında yer aldığı gruplar, Rumeli’de halkı ayaklanmaya teşvik etti. Selanik’te bulunan hükümet konağı İttihatçılar tarafından işgal edildi.
Krizin daha da büyümesini istemeyen II. Abdülhamid, 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyeti ilan etti. Ancak II. Meşrutiyetin ilanı krizin büyümesini engellemedi. Özellikle Balkanlarda ve Osmanlı başkentinde yaşanan karışıklıklardan yararlananan Bulgaristan bağımsızlığını ilan ederken, Girit ise Yunanistan’a bağlandığını ilan açıkladı.
31 Mart Ayaklanması ve İttihat ve Terakki Partisi
Meşrutiyet’in ilanından sonra gerilim düşmezken, meşrutiyete karşı olanlar da protesto gösterisi düzenledi. İttihat ve Terakki Partisi’nin başarısız politikaları ve parti içerisinde de yaşanan karışıklıklar krize yol açmıştır. Meşrutiyet karşıtlarının başlattığı ayaklanmanın ilk gününde hükümet istifa etmiştir. Ayaklanma nedeniyle bir milletvekili, bir Nazır ve çok sayıda asker ve sivil hayatını kaybetti. İstanbul’da başarısız olan İttihat ve Terakki iktidarı esas güçlü oldukları Selanik’te bulunan güçlerini harekete geçirdi. Selanik’teki Harekat Ordusu, İstanbul’a gelerek ayaklanmayı bastırdı. Harekat ordusu daha sonra sıkıyönetim ilan etti ve ayaklanmayı çıkaran grupların liderlerini Divan-ı Harp’e gönderdi. Meclis-i Umumi adı altında toplanan Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan II. Abdülhamid tahtan indirildi.
31 Mart olayının ardından II. Abdülhamit tahtan indirilirken, yerine IV. Mehmet Reşat getirildi. İttihat ve Terakki iktidarı daha da güçlenirken, padişahın yetkileri sınırlandırıldı.

Padişahın yetkileri sınırlandırıldı
- Sultan Abdülhamit 1908’de II. Meşrutiyet’i ilan etti.
- 1909’da yaşanan 31 Mart Vakasının sonucunda İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) Sultan Abdülhamit’i tahtan indirdi.
- Kanuni Esasi’de revizyon yapılarak padişahın yetkileri sınırlandırıldı.
- İTC’nin yönetiminde ülke büyük toprak kayıpları yaşadı.
1921: Teşkilatı Esasiye
Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra yerine yeni bir devlet kuruldu. İşgal girişimine karşı Anadolu’da başlayan direniş Kurtuluş Savaşı ile başarılı oldu ve yeni kurulan devletin adı Türkiye oldu. Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkması ile Anadolu’da başlayan kurtuluş mücadelesi her geçen gün daha da güçlenmeye başladı. Başlayan Kurtuluş Savaşı ile bir yandan itilaf devletleri tarafından başlatılan işgal girişimi başarısız kılınırken, diğer yandan da yeni kurulacak olan ülkenin temelleri atılmaya başlandı. Kurtuluş savaşının her geçen gün başarılı olmasıyla birlikte Mustafa Kemal, itilaf devletleri tarafından dağıtılan meclisin Ankara’da toplanmasını istedi. Atatürk’ün çağrısından sonra 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan meclis, Misak-ı Milli kararlarını kabul etti.

TBMM açıldıktan sonra, bir yandan savaş şartlarında yurdun işgalden kurtarılması için çalışmalarını sürdürürken, diğer yandan da yeni kurulacak olan devletin temellerini atmaya çalıştı. Bu noktada TBMM’nin en önemli adımlarından biri ise yeni anayasa çalışmaları oldu. TBMM tarafından hazırlanan yeni anayasa 20 Ocak 1921’de Meclis tarafından kabul edildi. Toplam 24 maddeden oluşan Teşkilat-ı Esasiye, Osmanlı sonrası kurulan Türkiye’nin ilk yazılı anayasasıdır. Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan Kanun-i Esasi’nin devamı niteliğinde olan yeni anayasa, şekil bakımından ise kısa ve özdür. Teşkilat-ı Esasiye’nin hazırlandığı dönemde, ülkede Meclis Hükümeti Sistemi bulunuyordu. Devletin rejimi ise henüz netleşmemişti. Anayasada güçler birliği vardı.

Teşkilat-ı Esasiye'nin önemi ve maddeleri
- Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk anayasasıdır.
- Güçler birliğine dayalı bir anayasadır.
- Meclis hükümetine dayalı bir sistem uygulamasıdır.
- Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. İdare şekli, halkın mukadderatını bizzat ve fiili olarak yönetmesi ilkesine dayanır. (Madde 1)
- Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare edilir ve hükümeti “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti” adını taşır. (Madde 3)
- Yasama, yürütme ve yargı gücü TBMM’dedir.
- Seçmen yaşı 18’dir.
- Savaş döneminde uygulamada kalmıştır.
- 1923 yılında yapılan değişiklik ile ‘Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir’ maddesi eklenmiştir.
1924 Anayasası
Türkiye’nin ilk anayasası olan 1921 Teşkilatı Esasiye’de, 1923’te Cumhuriyetin ilanı ile birlikte sınırlı bir değişiklik yapıldı. 1921 yılında henüz netleşmeyen devletin şekli/rejimi 1923 yılında Cumhuriyetin ilanı ile netleşti ve bu değişiklik anayasaya da eklendi. 1921 Teşkilat-ı Esasiye 1924 yılına kadar yürürlükte kaldı. Cumhuriyetin ilanı ve yeni yönetimin oluşmasından sonra 1924’te yeni bir anayasa için çalışmalar yapıldı.
Cumhuriyetin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk’e göre artık olağanüstü şartlarda çıkarılan ve bir yanıyla Osmanlı döneminde çıkarılmış olan Kanun-i Esasi’nin devamı niteliğindeki 1921 Anayasasının değiştirilmesi gerekiyordu. Özellikle olağanüstü şartların ortadan kalması, saltanatın ve hilafetin kaldırılması yeni anayasa yapımı için öncül koşullar olmuştur. Nitekim 1924’te Cumhuriyet Halk Partisi’nin tek parti iktidarında yeni anayasa hazırlanmıştır. 1924 Anayasası da tıpkı 1921 anayasası gibi kuvvetler birliği esasına dayanıyor. Anayasaya bütün yetkileri TBMM’nin bünyesinde toplanmıştır. (Çiçek,2005; s. 54)
20 Nisan 1924’te TBMM tarafından kabul edilen yeni anayasa Meclis Hükümeti Sistemi yerine Karma Hükümet Sistemi'ni benimsiyor. 1924 Anayasasına göre daha sert ve demokratik yapısı tartışmalı bir metindir. 1924 Anayasasında sıkıyönetim uygulamasına yer verilmiştir.

1924 Anayasası ve önemi
- 1921 anayasası kadar demokratik bulunmayan bir anayasadır.
- Karma bir hükümet sistemi benimsenmiştir.
- Güçler ayrılığı ilkesi yoktur.
- Yürütme ve yargı parlamentonun kontrolü altındadır.
- Çok partili bir sisteme geçilmemiştir.
- Mebus seçilebilmek için otuz yaşını bitirmiş olmak gerekir.
- Devletin resmi dini İslam'dır.
- ‘Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir’ maddesi korunmuştur.
1928 ve 1937 Anayasa değişiklikleri
1924 Anayasası'nın yapıldığı dönemde olağanüstü savaş şartları ortadan kalkmasına rağmen, içerideki ortam kurucu kadroların istedikleri bütün değişiklikleri gerçekleştirmek için uygun değildi. Özellikle hilafetin kaldırılması birçok kesimin tepkisini çekti. İktidar bu dönemde gerçekleşen değişikliklere karşı ortaya çıkan muhalefeti bastırmak ve yaşanan gerilimi düşürmek için 1924 Anayasası'na ‘Devletin dini İslam’dır’ ibaresini eklemiştir. Ancak anayasanın tamamı göz önüne alındığında bu maddenin bir geçiş dönemi maddesi olduğu anlaşılıyor. Nitekim iktidar 1928 yılında anayasada yeni bir değişiklik yaparak ‘Devletin dini İslam’dır’ ibaresini anayasadan çıkardı. 1929 yılında ise toprak reformu yapıldı.
1924 Anayasası'nda yapılan ikinci değişiklik ise 1934 yılında gerçekleşti. Yeni değişiklik kapsamında kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. 1937 yılında Laiklik başta olmak üzere Cumhuriyet Halk Partisi’ne ait altı ilke anayasaya eklendi. 1946 yılında ise çok partili hayata geçiş yapıldı.
1924 Anayasasında yapılan değişiklikler
- 1928'de yapılan değişiklikle 'Devletin dini İslam'dır' maddesi anayasadan kaldırıldı.
- 1929'da toprak reformu yapıldı.
- 1934 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi.
- Laiklik ilkesinin de aralarında bulunduğu 6 ilke 5 Şubat 1937’de Anayasaya eklendi.
- Anayasanın 2. maddesine Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik ve İnkılapçılık eklendi. Bu maddeler 1950 yılında 2. maddeden çıkarılmıştır.
1960 Darbesi ve 1961 Anayasası
1924 Anayasası Türkiye’de en uzun süre uygulamada kalan anayasa oldu. Tek Parti döneminde ve 1950 yılında Tek Parti iktidarına son vererek iktidara gelen Demokrat Parti döneminde anayasada bazı değişiklikler yapılmış olsa da köklü bir değişimden bahsetmek mümkün değildir.
Türkiye’deki ikinci anayasa değişikliği 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra gerçekleşti. Başbakan Adnan Menderes hükümetine karşı darbe gerçekleştiren askerler, yönetime el koydu. Halkın oylarıyla seçilmiş olan Menderes hükümetine yönelik darbe yapan Milli Birlik Komitesi’nin darbeden sonraki ilk işi ise TBMM ve anayasayı feshetmek oldu. Darbeciler, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’in de aralarında bulunduğu 400 Demokrat Partili'yi Yassıada’ya gönderdi. Başbakan Menderes’i ve diğer yetkilileri, anayasayı ihlal, örtülü ödenek ve 6-7 Eylül olayları gibi suçlamalarla yargılayan darbeciler, Menderes, Bayar, Zorlu ve Polatkan’ın idamına karar verdi.
Muhalefet referanduma destek çıkıyor
Darbe sonrası Cemal Gürsel Cumhurbaşkanı oldu ve Milli Birlik Komitesi fiili olarak ülkeyi yönetmeye başladı. Cunta rejimi, darbeden sonra Sıddık Sami Onar başkanlığında bir anayasa komisyonu oluşturdu. Asker kökenli isimlerin ve üniversitelerde görev yapan bazı isimlerin yer aldığı komisyon 1961 Anayasası'nı hazırladı. Komisyonun hazırladığı anayasa, TBMM’de iki çekimser oya karşılık 261 oy ile kabul edildi ve yeni anayasa referandumu süreci başladı. Darbecilerin hazırladığı yeni anayasaya başta CHP Genel Başkanı İsmet İnönü olmak üzere CKMP lideri Osman Bölükbaşı ve AP lideri Ragıp Gümüşpala da destek verdi.

Başbakan Menderes'in idamı
Darbeciler tarafından hazırlanan yeni anayasa, 9 Temmuz 1961’de gerçekleşen referandumda kabul edildi. Referandumda sandığa gitmeyenlerin oranı yüzde 19 oldu. Referandumdan iki ay sonra 16 Eylül’de Polatkan ve Zorlu, 17 Eylül’de ise Başbakan Menderes hasta yatağından alınarak Yassıada’da idam edildi. Celal Bayar ise yaşının ilerlemesi nedeniyle idam edilmedi.
1961 Anayasası birçok tartışmaya yol açtı. Türkiye’de darbelerin başlangıcı olan ve sonraki dönemlerde yaşanan darbeler için örnek teşkil eden 1960 darbesi sonrası hazırlanan Anayasa darbecileri meşrulaştırdı. Milli Birlik Komitesi’nin filli yönetimi altında gerçekleşen halk oylamasında yüzde 61,7 “evet” oyu ile kabul edilen anayasa ile çift meclisli bir sisteme geçildi. TBMM’nin yanı sıra üyelerinin çoğunluğunu Milli Birlik Komitesinin oluşturduğu Senato kuruldu.
1961 Anayasası ile Anayasa Mahkemesi kuruldu, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) ortaya çıktı ve Devlet Planlama Teşkilatı oluşturuldu. Özellikle MGK üzerinden etkinliğini sürdürmeye devam eden ordu, bir vesayet kurumuna dönüştü.
Darbenin gölgesinde 1961 Anayasası
- Yeni anayasa ile Parlamento ve Senato olmak üzere iki meclisli sisteme geçildi.
- Yasama yetkisi hem TBMM hem de Senato'ya ait.
- Kuvvetler ayrılığı ilkesi kabul edildi.
- Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kuruldu.
- Anayasa Mahkemesi kuruldu.
- Sendikalara toplu sözleşme ve grev izin verildi.
- Milli Güvenlik Kurulu (MGK) anayasal bir kurum haline getirildi.
- Devlet Planlama Teşkilatı kuruldu.
- Temel haklar genişletildi ve sosyal devlet ilkesi kabul edildi.
- Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Uyuşmazlık Mahkemesi gibi yüksek mahkemeler tek tek düzenlendi.
1971 Darbesi ve 1972 değişiklikleri
1960 askeri darbesini gerçekleştiren cuntacıların eliyle hazırlanan 1961 Anayasası aynı zamanda darbecilere bir meşruluk sağladı. Bu dönemde gücü ellerine geçiren darbeciler, siyasal mekanizmayı sınırlandırmaya başlamışlardır. Bu dönemde kurdukları vesayet ile yönetim konusunda esas belirleyici aktör olmaya başladılar. 1961 Haziran’ında seçimlerin yapılması ile birlikte Türkiye yeniden sivil bir iradeye dönmesine rağmen, ordunun etkisi devam etti. Türkiye, 1960’lı yılların ortalarından itibaren birçok siyasi krizle karşı karşıya kaldı. Bu dönemde kurulan başarısız koalisyon hükümetleri ve iktidar-muhalefet ayrışması gittikçe derinleşti.
Koalisyonlar dönemi ve istikrarsızlık
Nitekim darbe sonrası yapılan seçimler de siyasal istikrarsızlığı derinleştirdi. Tek partili bir iktidarın oluşamaması nedeniyle 1961’de başlayan koalisyonlar dönemi 1965’e kadar devam etti ve bu süreçte üç koalisyon ve bir geçici hükümet kuruldu. Bunun içeride ortaya çıkardığı kutuplaşma siyasal alanı olduğu gibi toplumsal alanı da olumsuz etkiledi. 1965 yılında gerçekleşen seçimlerden ise Süleyman Demirel başkanlığındaki Adalet Partisi iktidara geldi. 1965’ten 1971’e kadar iktidarda kalan AP döneminde Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı sorunlar daha da derinleşti. Bu dönemde istikrarlı bir yapının kurulamaması ve içeride yaşanan ideolojik kamplaşmalar büyük krizlere yol açtı.
Öğrenci eylemleri-Yön dergisi-DİSK eylemleri
İki kutuplu bir dünya sisteminin egemen olduğu Soğuk Savaş döneminde NATO’nun en uç ülkesi konumunda bulunan Türkiye’de yaşanan ideolojik kamplaşmalar, beraberinde ABD karşıtlığını getirmiştir. Bu dönemde ABD’ye ait 6. Filo'nun Türkiye’ye gelmesi, bu ideolojik bölünmeyi daha da keskin hale getirdi. 6. Filo’ya karşı başlayan protestolar kanlı olayların yaşanması ile sonuçlandı. Bu dönemde Taksim’de toplanan gruplar 6. Filo’yu protesto ederken, karşıt görüşlü başka bir grup ise Beyazıt Meydanı'nda toplandı. Bu iki grubun karşı karşıya gelmesi ile başlayan olaylarda iki kişi hayatını kaybetti. Sağcı-solcu çatışmasına dönüşen olaylar Türkiye’de yaşanan krizi derinleştirdi.

Darbenin ayak sesleri
Bu döneme damga vuran konulardan biri ise 1691 yılında yayıncılık hayatına başlayan ve Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk, Mümtaz Soysal gibi isimlerin etrafında birleştiği Yön dergisinin yazıları ve darbe yanlısı yayınları olmuştur. 27 Mayıs darbesinin beklenildiği gibi sonuçlanmadığını savunan Yöncülere göre yeni 27 Mayıs’lara hazırlık yapılmalıydı. 1967’de kapatılan Yön Dergisi'nin yazarları, 1969’dan itibaren Devrim isimli dergide görüşlerini savunmaya başlamıştır. Devrimciler çok partili siyasal sisteme karşı çıkmış ve tek partili sisteme geçiş için tek yolun darbe olduğunu savunmuşlardır. (Köse, 2010; s.55)
Yön ve Devrim dergilerinin propagandası bu dönemdeki kutuplaşmayı derinleştirirken, bu döneme damgasını vuran esas olay ise 27 Mayıs darbesi sonrası siyasi yasak getirilen isimler için af çıkarılması oldu. Bu durum ordunun siyasal alanı tekrardan hedef haline getirmesine neden oldu. Dönemin Genelkurmay Başkanı Tağmaç, af çıkarılmak istenmesi karşısında siyasileri uyardı. Ordunun uyarısı siyasal alandaki kaygıları derinleştirdi. (Köse, 2010; s.138-145) Anayasada yapılmak istenen değişiklik ordunun müdahalesinden çekinen Demirel hükümeti tarafından komisyona geri çekildi. Demirel, yaşanan olaylar sonrası erken seçim kararı aldı. 1969’da yapılan seçimlerde AP yeniden tek başına iktidar oldu.
1969 seçimleri ordunun müdahale etmesinin önüne geçse de ülkedeki sağ-sol çatışmasını ve istikrarsızlığı gidermesine yetmedi. Özellikle bu dönemde işçi sendikalarının ve öğrencilerin gerçekleştirdiği eylemler büyük kırılmalara yol açtı. DİSK’in ve diğer işçi sendikalarının başlattığı ve bu dönemde gerçekleştirdiği eylemler, yaşanan istikrarsızlık ve öğrenci eylemleri, darbeye giden sürecin önünü açtı.
Doğan Avcıoğlu çizgisinde hareket eden bir grup asker 9 Mart 1971’de darbe girişiminde bulunmuş ancak, darbe planının ortaya çıkması ile darbe girişimi başarısız olmuştur. Ancak kısa süre sonra Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve üç kuvvet komutanının katılımıyla gerçekleşen toplantının ardından ordu, yeniden siyasal alana müdahale girişiminde bulunmuştur. Ülkede yaşananları tehlike olarak tanımlayan ve kendisini ‘Cumhuriyet değerlerinin koruyucusu’ olarak tanımlayan ordu 27 Mayıs askeri darbesinden sonra bir kez daha darbe yapmıştır. Genelkurmay tarafından hazırlanan muhtıra ile hükümetin istifası istenmiş, aksi halde ordunun müdahale edeceği 12 Mart günü açıklanmıştır. TRT’de okunan darbe muhtırası, aynı gün TBMM’de de okunmuş ve böylece darbe muhtırası tarihte ilk defa TBMM’de okunmuştur. (Köse, 2010; s.142)

Muhtıranın ardından Demirel hükümeti istifa etmiş ve muhtırayı veren komutanların desteği ile Nihat Erim başbakanlığında bir teknokratlar hükümeti kurulmuştur. 12 Mart darbesinden sonra anarşi, istikrarsızlık ve çatışmalar devam etmiştir. İsrail Başkonsolosu'nun kaçırılması ve öldürülmesi ile başlayan çatışmalar daha da derinleşmiştir. Yaşan olayların sonucunda Erim hükümeti 26 Nisan’da sıkıyönetim ilan etmiştir. Bu durum ülkedeki istikrarsızlığın ve askeri vesayetin daha da kökleşmesine yol açmıştır. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 6 Mayıs 1972’de idam edildi.
1971-73 Anayasa Değişiklikleri
- 1971 darbesi sonrası anayasada bir takım değişiklikler yapılmıştır. 1971-1973 yıllarında yapılan değişiklikler ile;
- Bakanlar Kuruluna, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarma yetkisi verilmiştir.
- Temel haklara bazı sınırlandırmalar getirilmiştir.
- Anayasa Mahkemesine iptal başvurusu yapacak mercilere sınırlandırma getirildi. AYM, değişiklikleri sadece şekil yönünden denetleyebilecek.
- Askeri Yüksek İdari Mahkemesi kurulmuştur.
- Devlet Güvenlik Mahkemeleri kuruldu.
- TRT’nin özerkliği kaldırılmış ve Üniversitelerin özerkliği sınırlandırılmıştır.
- Anayasada yapılan değişiklikle memurların sendika kurma hakkı kaldırılmıştır.
- Askerin siyaset üzerindeki etkisi artmış ve Üniversitelerin özerkliği zayıflamıştır.
1980 darbesi ve 1982 Anayasası
12 Eylül'e darbesine giden yol
12 Eylül 1980 askeri darbesi Türkiye’nin siyasi ve sosyal hayatını en fazla etkileyen ve büyük yıkımlara yol açmış olan darbesidir. 27 Mayıs ve 12 Mart darbelerinden sonra gerçekleşen üçüncü darbe olan 12 Eylül darbesi ile yönetime el koyan darbeciler ülkenin siyasal alanını yeniden dizayn etti. Darbeden sonra 650 bin kişi gözaltına alındı, 7 binin üzerinde kişi idam ile yargılandı ve 50 kişi idam edildi. Bütün siyasi liderlerin tutuklandığı, cezaevlerinde işkencelerin yapıldığı bu dönem Türkiye’nin siyasi tarihine kara bir leke olarak geçti.
12 Eylül askeri darbesine giden süreç ise Türkiye’nin en kanlı günlerinin yaşandığı dönemlerden biri olarak kayıtlardaki yerini aldı. Darbeye giden sürecin önünü açan sokak çatışmaları, istikrarsızlıklar ve siyasi cinayetler 1977’den itibaren artış göstermeye başladı. 1 Mayıs kutlamaları için Taksim’de toplanan kalabalığın üzerine ateş açılması sonucu 33 kişi öldü. Yaşanan katliamdan sonra Demirel hükümeti istifa etti ve yerine Ecevit hükümeti kuruldu. 1978’de artış gösteren çatışmalarda onlarca kişi öldü. Üniversitelerde karşıt gruplu öğrenciler arasında yaşanan çatışmalarda derin krizlere yol açtı. 19 Aralık’ta Kahramanmaraş’ta meydana gelen olaylarda 100’ün üzerinde kişi hayatını kaybetti. Kentte yaşanan Alevi aileler hedef alındı ve Alevi-Sünni çatışması istendi. Yaşanan çatışmaların artmasından sonra birçok ilde sıkıyönetim ilan edildi.
Kenan Evren'in darbesi
1 Şubat 1979’da ise Abdi İpekçi evinin önünde öldürüldü. Siyasetçilere ve gazetecilere yönelik suikastlar yapıldı. Tüm bu gelişmeler yaklaşmakta olan bir tehlikenin adımlarını işaret ediyordu. 27 Mayıs ve 12 Mart öncesi yaşanan olayların en şiddetlilerinden biri yaşanıyordu. Ordu, yeniden ortaya çıkacak ve istikrarsızlık vurgusu yapacaktı. Nitekim öyle de oldu. 27 Aralık’ta harekete geçen ordu, Cumhurbaşkanı’na gönderdiği bir mektupta ülkede yaşanan iç karışıklıklardan duyduğu ‘endişeyi’ dile getiriyordu. Mektubu imzalayan kişi 12 Eylül’de darbe yapan Kenan Evren’di…

Darbeye giden süreçte ülkedeki şiddet dalgasının her geçen gün artması karşısında ordunun uyarıları da sertleşiyordu. 1 Ocak’ta Kenan Evren ve kuvvet komutanları Çankaya Köşkü’ne çıkarak Cumhurbaşkanı Korutürk ile görüşecekti. Ülkede yaşanan çatışma ve şiddete bir de ekonomik sorunlar eklenince istikrarsızlık daha da derinleşti. Buna karşı ’24 Ocak Kararları’ olarak bilinen ekonomik program açıklandı. 24 Ocak kararlarından sonra Türk lirasında büyük bir devülasyon yaşandı.
Görev süresi sona eren Cumhurbaşkanı Korutürk’ün yerine yeni ismin belirlenmesi için TBMM 6 Nisan’da toplandı ve meclis yeni Cumhurbaşkanını seçemedi. Yeni ismin belirlenememesi nedeniyle Korutürk görevinde kalmaya devam etti.
4 Temmuz 1980’de bu defa Çorum’da büyük bir kriz patlak verdi ve yaşanan olaylarda 57 kişi hayatını kaybetti. 19 Temmuz’da ise eski Başbakan Nihate Erim suikast girişimi sonrası hayatını kaybetti.
Tüm yaşanan bu olayların ardından ordu devreye girdi ve daha önce Ağustos ayı içerisinde planlanan ‘Bayrak Harekatı’ devreye sokuldu ve darbe yapıldı. Kenan Evren ve kuvvet komutanları TRT’den darbe bildirisini duyurdu. Darbe sonrası Demirel hükümeti ve TBMM feshedildi. Bütün siyasiler tutuklandı ve bütün siyasi partiler kapatıldı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. Kenan Evren yıllar sonra bu dönemde gerçekleştirdikleri idamlar için “Bir sağdan bir soldan astık” diyecektir.
Yönetime el koyan darbeciler yeni anayasanın yapımı için çalışma başlattı. Darbecilerin hazırladığı 200 maddelik yeni anayasa tasarısı 13 Temmuz 1982’de açıklandı. 1961 Anayasasının yerine geçecek olan yeni anayasanın TBMM’de kabul edilmesinden sonra halkoyuna sunuldu. 7 Kasım’da gerçekleşen referandumla yeni anayasa yüzde 92 ile kabul edildi. Yeni anayasa ile ordunun vesayeti daha da güç kazandı. Referandum sonrasında Kenan Evren’de yeni Cumhurbaşkanı oldu.

1982 Anayasası Türkiye’nin 1921, 1924 ve 1961’den sonraki anayasası oldu. Halen yürürlükte olan darbe anayasası birçok dönem değiştirilmek istenildiyse de başarılı olunamadı. 200 maddeden oluşan anayasanın getirdiği en önemli yenilikler ise;
Darbe ve 1982 Anayasası
- Süleyman Demirel hükümeti feshedildi.
- Siyasiler tutuklandı ve siyasi partiler kapatıldı.
- Cumhuriyet Senatosu kaldırıldı. Tek meclisli sisteme geri dönüldü.
- Cumhurbaşkanına geniş yetkiler verildi.
- Bir önceki anayasaya göre insan odaklı bakış devlet merkezli bakışa kaymıştır.
- Ordunun rolü güçlendirildi.
- Seçmen yaşı 18’e düşürüldü.
- Devlet Denetleme Kurulu kuruldu.
1987 Anayasa Referandumu
Cuntanın siyasi yasakları
1980 darbesinden sonra siyasi partiler kapatıldı ve birçok siyasetçi de tutuklandı. Yönetimi ele geçiren Milli Güvenlik Konseyi yasama, yürütme ve yargıyı tek elde toplayarak ülkeyi yönetti. 1961 Anayasasının feshedilmesinden sonra yeni anayasa için de çalışmalar başlatan konseyin eliyle hazırlanan 200 maddelik anayasa metni 7 Kasım 1982’de halk oylamasına sunuldu ve yüzde 92 ‘Evet’ ile kabul edildi. Darbeyi gerçekleştiren Milli Güvenlik Konseyi’nin başkanı Evren ise Cumhurbaşkanı seçildi. Yeni anayasa ile birlikte ordunun rolü güçlendirildi ve siyaset mekanizması zayıflatıldı. Nitekim yeni anayasaya eklenen geçici 4. Madde ile birlikte siyasilere yasaklar getirildi.
Milli Güvenlik Konseyi, kabul edilen 1982 anayasasına ekledikleri 15. maddeyle çıkardıkları yasaların Anayasaya aykırılığının iddia edilmesinin yolunu da kapattı. 5 General ayrıca kapatılan siyasi partilerin genel merkez yöneticilerine 10 yıl, il ve ilçe yöneticilerine ise 5 yıl siyaset yasak getirdi.
1983 yılına kadar ülkeyi fiili olarak yöneten cunta yönetimi, Mayıs 1983’te siyasi parti kuruluşlarını serbest bıraktı. Ancak söz konusu siyasetçi yasaklarından dolayı Adalet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milli Selamet Partisi parlamenterleri ve yöneticileri yeni oluşumların içerisinde yer alamıyorlardı. Milli Güvenlik Konseyi’ni oluşturan beş general yayınladıkları yeni bildiriler ile siyasi partilerin kurucularını veto etme hakkını da kendilerinde tuttu.

Referandum ve siyasi yasakların kaldırılması
Siyasi partilerin kurulmasına izin verilmesinden sonra Turgut Özal tarafından ANAP kuruldu. Darbe sonrası yapılan ilk genel seçimleri de Özal’ın partisi ANAP kazandı. Bu dönemde birçok siyasetçiye yönelik yasaklar ise devam etti. Siyasetçilere yönelik yasaklar zamanla tartışılmaya başlandı. Nitekim anti-demokratik bu uygulama, kendi partilerini kuran liderler ile partileri arasında bir kopukluğa yol açsa da söz konusu yasaklı liderler perde arkasından partilerini yönetmeye devam ediyordu. Buna karşı ortaya çıkan tartışmalar yasakların kaldırılması ile sonuçlanan 1987 referandumu ile sonuçlandı. Başbakan Özal, bu dönemde siyasi yasaklardan yana bir tutum sergilerken, muhalefet ise yasakların kaldırılmasını savundu. Nitekim 12 Eylül 1987 yılında yapılan referandumda halkın yüzde 50,16’sı siyasi yasakların kaldırılmasını kabul etti. Böylece geçici 4. Madde kaldırılırken, siyasilerin tekrar partilerine dönmelerinin de yolu açıldı.
Yasakların kaldırılmasının ardından Demirel, Ecevit, Türkeş ve Erbakan'ın önü açıldı. Bülent Ecevit Demokratik Sol Parti'nin, Alparslan Türkeş Milliyetçi Çalışma Partisi'nin, Necmettin Erbakan ise Refah Partisi'nin genel başkanı oldu. Anayasa değişikliği ile seçmen yaşı 19’a indirilirken milletvekili sayısı da 450'ye çıkarıldı.
1987 Anayasa referandumu ve değişiklikler
- Özal yasakların sürmesinden yana tavır sergiledi. Muhalefet ise yasakların kaldırılmasını istedi.
- Anayasa değişikliği halkın yüzde 50,16’sı tarafından kabul edildi.
- Geçici 4. Madde kaldırıldı. Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş ile ilgili yasaklar kalktı.
- 75. maddenin yeniden düzenlemesiyle 400 olan milletvekili sayısı 450'ye çıkarıldı.
- Seçmen yaşı 19’a indirildi.
- Anayasa'nın 67, 75. ve 175. maddeleri yeniden düzenlendi.
1995 Anayasa değişikliği
Türkiye’de darbe dönemine ait 1982 anayasasının değiştirilmesi uzun yıllar boyunca tartışılan bir konu olmuştur. Henüz 1980’lerin ikinci yarısından itibaren anayasa değişikliği gündeme gelmiştir. Bu dönemden itibaren başlayan değişiklik talebi iki boyut üzerine inşa edilmiştir. Bir kesim anayasada sınırlı değişikliklerin yapılmasını talep ederken, bir diğer kesim ise anayasanın tamamen değiştirilmesini istemiştir. Bu iki kesimin üzerinde uzlaştığı ortak nokta ise 1982 anayasasının anti-demokratik uygulamaları içerdiği ve darbeci zihniyetin bir ürünü olduğudur. Nitekim bu tartışmalar çerçevesinde 1982 anayasasında ilk sınırlı değişiklikte 1987’de referandum ile yapılmış ve siyasi yasaklar kaldırılmıştır. İkinci değişiklik ise 1993 yılında gerçekleşmiş ve anayasanın 133. Maddesi TBMM’de değiştirilmiştir. Bu kapsamda Radyo ve TV’lerin kurulumunun önü açılmıştır. Bu çerçevede devlet tekeli sona erdirildi. Aynı değişikliğin getirdiği bir diğer yenilik ise TRT’nin özerkliğinin yeniden sağlanması oldu.

1995 yılına gelindiğinde ise anayasanın başlangıç kısmında ve bazı maddelerinde önemli değişiklikler yapıldı. Başlangıç bölümünde yapılan değişiklikle anayasada 1980 darbesine atıf yapan maddeler çıkarılmış ve anayasaya daha demokratik bir ruh kazandırılmıştır. TBMM’de kabul edilen değişiklikler kapsamında başlangıç bölümünün 33, 53, 67, 68, 69, 75, 84, 85, 93, 127, 135, 149. ve 171. maddeleri yeniden düzenlenmiştir ve 52. madde de yürürlükten kaldırılmıştır.
Yapılan değişiklikler kapsamında memurlara sendika kurma hakkı tanınıyor. Yine benzer şekilde işçi ve kamu görevlilerine iş sözleşmesi hakkı verildi. Derneklerle ilgili sınırlandırmalar kaldırıldı ve bir takım özgürlükler tanındı.
1995 değişiklikleri
- 1995’te TBMM’de yapılan değişiklikler şu şekildedir;
- Milletvekili sayısı 450’den 550’ye çıkarıldı.
- Oy kullanma yaşı 18’e düşürüldü.
- Anayasanın başlangıç bölümünde değişiklik yapıldı.
- Memurlara sendika kurma özgürlüğü tanındı.
- İşçi ve kamu görevlilere iş sözleşmesi hakkı verildi.
- Cezaevlerindeki tutukluların oy kullanmasına imkan verildi.
- Yasam yılının başlangıcı Eylül yerine Ekim olarak değiştirildi.
- Anayasanın 52. Maddesi yürülükten kaldırıldı.
1997 Postmodern darbesi
28 Şubat ve vesayet mekanizması
1990’lı yıllar Türkiye’de ordu ve bürokratik oligarşi etkin bir aktör olarak öne çıkmıştır. Bu aktörlerin oluşturduğu vesayet mekanizmaları siyasal alanı sınırlandırmıştır. Bu kesimler 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren laiklik ve irticayı tartışmaların merkezine koyarak siyasal iktidarı zayıflatmaya çalışmıştır. 1990’lı yıllarda devletin güvenlik bakış açısını öne çıkarması, güvenlik bürokrasisini öne çıkarmış ve özellikle ordunun etkinliğini artırmasına yol açmıştır.
Nitekim Refah partisinin yükselişi ve sonrasında iktidara gelmesiyle birlikte ordunun söylemi de keskinleşmeye başlamıştır. Laiklik ve irtica tartışmalarını öne çıkaran ordu ve bürokratik oligarşi, siyasal iktidara yönelik söylemini sertleştirdi. Bu dönemde irtica tartışmalarının odağında olan ve ‘laiklikle uyuşmayan eylemleri’ nedeniyle hedef haline gelen Refah Partisi’nin iktidara gelmesi, ordu, bürokrasi ve onlarla birlikte hareket eden medya tarafından ‘öteki’ olarak ilan edilip yıpratılmaya çalışılmasına neden oldu. Bu durum 28 Şubat sürecinin önünü açtı. Bu ortamda ülkedeki demokratikleşme de güvenlik bürokrasisinin tahakkümü altına girdi ve TBMM’nin etkinliği zayıfladı. Nitekim ordunun kurduğu vesayet, siyasal iktidarın yönetişim kabiliyetini olumsuz etkiledi. Bu durum gerilimi artıran bir unsur oldu.
Meşru hükümete darbe
28 Şubat’ta toplanan MGK’da ordunun öne sürdüğü kararları imzalamayan Başbakan Erbakan, ordu, bürokrasi ve medya tarafından hedef haline getirildi. Ordu oluşan kamuoyunun da etkisi ile irtica söylemi üzerinden hükümete bir ültimatom vererek post-modern darbe girişimini başlattı. 21 Mayıs 1997'de Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, ‘‘Ülkeyi iç savaşa sürüklediğini’’ söyleyerek, Refah Partisi'nin kapatılması için dava açtı. 10 Haziran'da Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ile Danıştay başkan ve üyeleri Genelkurmay Başkanlığı'na çağrılarak kendilerine irtica konusunda brifing verildi.

Yaşanan krizin ve baskıların ardından Başbakan Erbakan, 18 Haziran’da istifasını sundu. Bu durum Türkiye’deki anayasal ve demokratik düzenin yıpranmasına neden oldu. Nitekim post modern darbeyi yapan kesimler de darbe sonrası ortam için ‘bin yıl sürecek’ mesajını veriyordu. Nitekim darbe sonrası Türkiye hem demokratikleşme hem de kalkınma noktasında geriye gitmeye başladı. Meşru hükümetin baskı ve darbe tehdidi (Sincar’da tankların yürütülmesi) yapılarak istifaya zorlanması, Türkiye’nin anayasal sürecine de zarar vermiştir.
Bu dönemde duraksayan Türkiye’deki reformlar ve demokratikleşme süreci 1999’a kadar devam etmiştir. 1999’da Türkiye’nin AB ile kurduğu yakın ilişkiler ve adaylık sürecinin başlayacak olması Türkiye’deki demokratikleşmeye hız kazandırmıştır. Bu kapsamda 18 Haziran 1999’da yapılan anayasal değişiklikle Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde yer alan asker üyelerin yerine sivil yargıçların atanması sağlandı. Bu durum askeri vesayetin geriletilmesi ve demokratikleşme adına önemli bir adım olmuştur.
28 Şubat'a giden süreç
- İrtica ve laiklik tartışmaları öne çıkarıldı.
- Vesayet mekanizması güçlendi.
- Meşru hükümete baskı yapılarak istifaya zorlandı.
- Medya, bürokrasi ve ordu işbirliği yaptı.
- 1999'da yapılan anayasa değişikliği ile DGM'nin asker üyelerinin yerine sivil yargıçlar atandı.
2007 e-muhtıra ve referandum
2000'li yıllar: Değişim dönemi
2000’li yılların başı Anayasa değişikliği konusunda en etkili adımların atıldığı dönemdir. Özellikle Türkiye’nin Helsinki Zirvesinde AB adayı olarak ilan edilmesi sonrasında, AB müktesebatına uyum için anayasada kapsamlı değişiklikler yapılmaya başlanmıştır. Türkiye bir yandan anayasa değişiklikleri ile demokratikleşmeye çalışırken, diğer yandan da içeride karşı karşıya kaldığı sorunları aşmaya çalışmıştır. Sivil-asker ilişkilerinin yeniden düzenlenmeye çalışıldığı 2000’li yılların başında sivil iradeye karşı bir direnç ortaya çıktı. Ordu, bürokratik oligarşi ve medyanın oluşturduğu vesayet düzeni AK Parti’ye karşı güç birliği yapmayı çalıştı. Özellikle 1990’lı yılların sonundan itibaren gündemi işgal eden laiklik ve irtica tartışması bu dönemde de AK Parti üzerinden tartışıldı. Bu durum zamanla iktidar karşıtı kesimler tarafından araçsallaştırılan bir konu oldu. Nitekim 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi artan gerilim, darbe tehdidinden dolayı daha da derinleşti.
- 2000’li yılların başında gerçekleşen anayasa değişiklikleri şu şekilde oldu:
- 1999 yılında Helsinki’de gerçekleşen zirvede AB’nin Türkiye’yi aday ülke ilan etmesi ile birlikte, içeride demokratikleşme yönünde önemli adımlar atılmaya başlandı. Türkiye, 1999 yılından itibaren AB müktesebatına uyum çalışmaları kapsamında birçok reform yaptı. Bu çerçevede;
- 3 Ekim 2001 tarihinde anayasada altı değişiklik yapıldı. Bu değişiklikler AB müktesebatına uyum çalışmaları çerçevesindeki en kapsamlı değişiklikler oldu.
- Yapılan düzenleme ile anayasanın başlangıç metninde birçok değişiklik yapıldı ve başlangıç bölümünün demokratik yönü güçlendirildi. Yine değişiklik çerçevesinde anayasanın 13, 14, 19, 20, 21, 22, 23, 26, 28, 31, 33, 34, 36, 38, 40, 41, 46, 49, 51, 55, 65, 66, 67, 69, 74, 86, 87, 89, 94, 100, 118. ve 149. maddeler ile geçici 15. maddede değişiklik yapıldı.
- Yapılan diğer bazı önemli değişiklikler ise özel hayatın gizliliği, haberleşme özgürlüğü, kadın-erkek eşitliğinin anayasal güvenceye alınması, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü, parti kapatmaların zorlaştırılması konularında oldu. Bu durum Türkiye’nin AB müktesebatına uyumu konusunda önemli yenilikler oldu.
- AK Parti’nin iktidara gelmesinden sonra 26 Aralık 2002’de yapılan düzenleme ile anayasanın 76. ve 78. maddelerinde değişikliğe gidildi. Bu kapsamda milletvekillerinin seçilme yeterliliği düzenlendi ve terör eylemlerinde bulunanların milletvekili seçilemeyeceği belirtildi. Yapılan bir diğer değişiklik ise bir ilin milletvekilinin olmaması halinde o ilde veya çevrede ara seçime gidilebileceği maddesi oldu.
- 2004 yılında ise AB müktesebatına uyum çalışmaları çerçevesinde Anayasa’nın 10, 15, 17, 30, 38, 87, 90, 131. ve 160. maddelerinde değişiklik gidildi ve 143. Maddede yer alan DGM’ler kaldırıldı. Basın özgürlüğü konusunda yeni reformlar yapıldı. 2005’te ise Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'na (RTÜK) üye seçimine ilişkin yeni bir düzenleme yapıldı. 13 Ekim 2006 tarihinde yapılan değişiklikle kapsamında ise 76. Maddede yer alan milletvekili seçilme yaşı 30’dan 25'e indirildi.
2007’ye gelindiğinde ise Türkiye büyük krizlerle karşı karşıya kalmıştır. Bunların en önemlileri, 367 krizi, Cumhuriyet mitingleriyle birlikte yapılan darbe çağrıları, ordudan gelen darbe tehditleri ve AK Parti’ye açılan kapatma davası olmuştur.
Vesayet rejimi ile mücadele
2002’de iktidara gelen AK Parti ilk yıllarından itibaren vesayet rejimi ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. 28 Şubat’ın etkilerinin devam ettiği bu dönemde AK Parti, vesayetçilerin hedefinde oldu. 2003 yılında ‘Genç Subaylar Rahatsız’ manşetini atan Cumhuriyet gazetesi, darbe mekaniğinin işlediğinin de sinyalini veriyordu. AK Parti’yi laiklik ve irtica üzerinden hedef alan bu kesimler, iktidarı yıpratmaya gayret etti. Nitekim bu durum 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde keskinleşen bir söyleme dönüştü. Bu dönemde gerçekleşen suikast ve cinayetlerle kaos oluşturulmak istendi. 5 Şubat 2006'da Trabzon'daki Santa Maria Kilisesi'nin Katolik rahibi Andrea Santoro öldürüldü ve 17 Mayıs 2006’da Danıştay 2. Dairesi'ne saldırı yapıldı. 19 Ocak 2007’de Türkiye’nin Ermeni aydınlarından Hrant Dink, 18 Nisan 2007’de ise Malatya'daki Zirve Kitabevi'de biri Alman ikisi Türk 3 Hristiyan misyonerin boğazları kesilerek öldürüldü. Bu cinayetler Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi kutuplaşmayı artırdı.
Darbe tehdidi: 27 Nisan e-muhtırası
Seçim öncesinde Türkiye’de laiklik tartışmaları da gittikçe alevlendi. AK Parti’nin Cumhurbaşkanı adayının kim olacağı ile ilgili tartışmalar sürerken, Nisan ve Mayıs aylarında Başbakan Erdoğan'ın veya diğer AK Partili isimlerin olası adaylığına karşı Cumhuriyet Mitingleri düzenledi. Düzenlenen mitinglere katılanlar “Ordu göreve!” çağrısı yaparak ordudan adeta darbe yapmasını istedi. Çankaya Köşkü’ne eşi başörtülü olan bir ismin çıkması ihtimali bu kesimler tarafından laikliğe aykırı olarak nitelendiriliyor ve iktidar karşı cephe gittikçe keskinleşiyordu.
CHP ise bu süreçte, TBMM’nin yeni Cumhurbaşkanını seçemeyeceği iddiasında bulundu. Genelkurmay Başkanı Yaşar Yaşar Büyükanıt ise Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili olarak "Cumhuriyetin temel değerlerine, devletin üniter yapısına, laik demokratik devlete sözde değil özde bağlı bir cumhurbaşkanının seçileceğini umut ediyorum" açıklamasını yaptı. Cumhuriyet Mitinglerinin devam ettiği Nisan ayında laikliği savunmak adı altında bazı gruplar sokaklara döküldü. 27 Nisan tarihinde ise tehdidin dozu daha da arttı. Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi internet sitesi üzerinden yapılan açıklamada cumhurbaşkanlığı adaylık süreci öncesi yaşanan bazı gelişmeler tehdit olarak sıralanıyor ve bunun rejime meydan okuma olarak değerlendirilmesi gerektiği belirtiliyordu. Bildiride TSK'nın yasalar ile kendine düşen görev ve yetkileri kullanmaktan çekinmeyeceği dile getiriliyordu.
AK Parti’nin Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül oldu. TBMM’de yapılan ilk oylamada CHP, toplantı yeter sayısı olan 367 sayısına ulaşılamadığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine itiraz başvurusu yapıldı. 367 sayısının ortaya çıkardığı krizin mimarı ise Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’ndan başkası değildi. AYM, CHP’nin itirazını ‘haklı’ bularak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 1. turunu iptal etti. Bunun sonucunda AK Parti, erken seçim kararı aldı. 22 Temmuz’da gerçekleşen seçimlerde yüzde 46 oy alan AK Parti, büyük bir zafer elde etti. Ordu ve diğer kesimlerden gelen tehditlerin seçim yoluyla bertaraf edilmesinden sonra önce Cumhurbaşkanlığı seçimi gerçekleşti. BU dönemde bir kez daha ortaya konulmak istenen 367 krizi MHP’nin sürpriz desteği ile engellendi. MHP’nin "AKP kimi isterse aday gösterebilir. Biz Meclis'e gireriz, 367 sorunu yaşanmaz" açıklamasıyla krizin çözülmesi sağlandı. Abdullah Gül bütün engellemelere rağmen 20 Ağustos’ta yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin üçüncü turunda Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. Cumhurbaşkanı seçildi.

AK Parti bu dönemde yaşanan krizin bir daha yaşanmaması için Anayasa’nın değiştirilmesini gündemine aldı. AK Parti’nin hazırladığı anayasa önergesinin TBMM’de kabul edilmesinin ardından Cumhurbaşkanı’na sunuldu. Dönemin Cumhurbaşkanı ve iktidara karşı statükodan yana tavır alan Ahmet Necdet Sezer söz konusu kararı onaylamadı ve bir kez daha TBMM’ye gönderdi. TBMM’de Anavatan Partisi’nin desteği ile tasarının tekrardan Cumhurbaşkanına gönderilmesinin ardından referanduma giden süreç başladı. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin anayasa değişikliği 21 Ekim 2007’de halkoyuna sunuldu ve yüzde 68,9 evet oyu ile kabul edildi.
2007 referandumu ile ne değişti?
- Cumhurbaşkanının halkoyu ile seçilmesinin önü açıldı. (Cumhurbaşkanı Erdoğan 2014 yılında halkoyu ile seçilen ilk Cumhurbaşkanı oldu)
- Cumhurbaşkanlığı seçimleri 7 yıldan 5 yıla indirdi.(Cumhurbaşkanı Abdullah Gül için geçerli değildi.)
- ''Seçim kanunlarında yapılacak değişikliklerin 11. Cumhurbaşkanı seçiminde uygulanmasına imkan tanıyan'' Geçici 18. madde Anayasa metninden çıkarıldı.
- ''Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin getirilen yeni düzenlemelerin 11. Cumhurbaşkanı seçiminde de uygulanmasını'' öngören Geçici 19. madde Anayasa metninden çıkarıldı.
- 4 yılda bir yapılan seçimlerin süresi 5 yıla çıkarıldı.
2010 Anayasa Referandumu
12 Eylül ile hesaplaşma
1980 darbesinden sonra cuntacılar tarafından hazırlanan 1982 Anayasası uzun yıllar boyunca tartışmaların konusu olmuştur. 1983’e kadar devam eden cuntanın filli yönetimi, seçimlerle birlikte sona ermiş olsa da 1960 darbesinden sonra ortaya çıkan ve 1980 darbesi ile daha fazla güçlenen vesayet mekanizması varlığını sürdürmeye devam etti. Darbelerden dolayı hem siyasal alanda hem de demokrasi alanında büyük bir tahribatlar yaşayan Türkiye’de yeni gelen siyasi iktidarlar da demokratikleşmeyi sağlayabilmek için darbe döneminin bir ürünü olan 1982 Anayasası’nı değiştirmeye çalıştı. Değişim talepleri her dönem gündeme gelen bir konu olmuş ancak kalıcı bir değişim gerçekleşmemiştir. Nitekim 1987’den itibaren anayasada sınırlı değişiklikler yapılmış ve 2007’ye gelindiğinde anayasada 15 değişiklik yapılmıştı. Bu değişikliklerin en önemlileri AB müktesebatına uyum için yapılan değişiklikler olmuştur.

Tüm bu değişikliklere rağmen 1982 anayasası yürürlükte kalmaya devam etti. Bu durumun ortaya çıkardığı tabloya karşı yeni anayasa tartışmaları 2010’dan itibaren yoğun bir şekilde gündeme gelmeye başladı. İktidar partisi tarafından gündeme getirilen bu tartışmalar kamuoyunda destek görürken, TBMM’de benzer bir uyumu ortaya çıkaramadı. Yeni anayasa için ortak zeminin oluşmamasına karşın AK Parti, özellikle yargı konusunda yaşanan sorunlara çözüm bulmak için 26 maddeden oluşan bir anayasa değişikliği paketi hazırladı. İktidar partisinin hazırladığı anayasa paketinde birçok değişikliğin yapılması hedeflendi. Bu dönemde kamuoyundan da destek bulan yeni paket, vesayetin ve bürokratik oligarşinin tartışılmasına da zemin hazırladı. 12 Eylül darbesi ile hesaplaşmanın yolunu açan yeni değişiklik toplumda olumlu karşılandı. AYM’ye bireysel başvurunun önünü açan, daha fazla şeffaflaşmayı öngören, yargı bağımsızlığını artıracağı beklenilen yeni anayasa başta AB olmak üzere birçok kesim tarafından da destek gördü. Nitekim 12 Eylül’de gerçekleşen referandumda halkın yüzde 57,9’u değişikliğe onay verdi.
2010 referandumu ile ne değişti?
- HSYK’nın yapısı değişti. HSYK 22 asil ve 12 yedek üyeden oluşacak, 3 daire halinde çalışacak. Adalet Bakanı Kurul’un başkanı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurul’un doğal üyesi olarak kalacak. 4 üyeyi Cumhurbaşkanı hukukçular ve avukatlar arasından atayacak. Yargıtay’dan 3 üye, Danıştay’dan 2 üye, Türkiye Adalet Akademisi’nden 1 üye seçilecek.
- AYM’ye bireysel başvurunun önü açıldı.
- Memur ve diğer kamu görevlilerine toplu görüşme hakkı verildi. Memurların toplu sözleşmesinde son karar sahibi Bakanlar Kurulu değil, Kamu Görevlileri Hakem Kurulu olacak.
- Anayasal düzene karşı suç işleyen, darbe yapan veya darbe girişiminde bulunan askerler, sivil mahkemelerde yargılanacak.
- Obdusmanlık (Kamu Denetçiliği Kurumu) kuruldu.
- Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, özürlüler, şehitlerin dul ve yetimleri ile gazilere pozitif ayrımcılık getirildi.