Birbirimizi anlama çabamızın, anlaşılmış olma hissimizin, “empati” diye anlatmaya çalıştığımız becerinin bilim dünyasında incelenmesini büyük bir takdir ve saygıyla karşılıyorum. Gerçekten de bu konuda çok çaba sarf ediliyor. Son zamanlardaki araştırmalar, empati becerisinin beyindeki karşılıklarını ortaya çıkarmaya yönelik. Bu konuda çok sayıda adım atılıyor.
Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme (fMRI) tekniği aracılığıyla empati kurduğumuz sırada beynimizin hangi bölümlerinin aktive olduğunu belirlemeye çalışan araştırmalar çok ilginç. En azından on ayrı beyin bölgesinin empati sırasında harekete geçtiği ve birbirleriyle etkileşim içinde bulundukları, muhtemelen devrevi bir etkinlik olduğu saptanmış durumda.
Dikkat çeken bir gelişme de “ayna nöron”lar konusunda. İtalyan sinirbilimciler, primatlarla yaptıkları çalışmada, bir hayvanın sadece kendisi bir faaliyet yaptığında değil başka bir hayvanın bir faaliyetini gördüğü sırada, beyinde bazı hücrelerin ateşlendiğini saptayıp kayıt altına almışlar. Başkalarının eylemini izleme sırasında ortaya çıkan beyin faaliyetini gerçekleştiren hücrelere “ayna nöron” adını vermişler. Net olarak ölçülemese de bu işleyişin insan beyni için de söz konusu olduğunu ve empati becerisinin bu sayede ortaya çıktığını düşünüyorlar. Bebeğine yemek verirken annenin de aynı şekilde ağzını açması, birisi esnediğinde bizim de esnememiz, korkan birini gördüğümüzde bizim de korkmamız gibi psikologların “bukalemun etkisi” dedikleri taklit davranışları, ayna nöronlarıyla ilgili olabilir ama empatiyi ayna nöronlarla izaha yeltenmek, bilimsel bir tutumla bağdaşmayan, hayli indirgemeci, kaba evrimci bir düşünce tarzı…
Psikolojik rahatsızlığı olanların, kişilik bozukluklarından mustarip bulunanların empati bakımından durumları da bilimsel tecessüsün içinde. Ağır içine kapanma gösteren ama kimseye zarar vermeyen otistik rahatsızlığı olanların halini anlayabilmek, dertlerine deva üretebilmek için empati araştırmalarından elde edilen sonuçlardan faydalanılmaya çalışılıyor. Yine aynı şekilde vicdansızlıklarıyla, başkalarının acısından hiç ama hiç etkilenmemeleriyle, sürekli suça meyyal oluşlarıyla öne çıkan antisosyal kişilik bozukları (psikopatlar, sosyopatlar); kendini beğenmekten başka bir gaileleri olmayan, sürekli başkalarından alkış bekleyen narsistik kişilik bozuklukları ve kimlik sorunları, duygusal gelgitler içinde dalgalanan, bıktırıcı dürtüsel davranışlar gösteren sınırda (borderline) kişilik bozuklukları da empati araştırmalarının kapsama alanına giriyor. Özellikle beyin araştırmalarında empati devresine giren bölümlerde, bu kişilik bozukluğu olanların daha çok sorun göstermesi, araştırmacıları heyecanlandırıyor. Bu kişilik bozukluklarında bariz bir empati eksikliği bulunması, acaba empatiyi anlamak için yeni bir fırsat mı sunuyor diye düşünüyorlar.
Tüm bu çalışmalar anlaşılabilir ve çabalayan bilim insanları takdiri hak ediyorlar. Daha gidilecek çok uzun yollar, yapılacak çok sayıda araştırma bizleri bekliyor. Acele etmemeli, önyargıyla, kestirmeci davranılmamalı. Empatinin tarifinden başka elimizde çok şey olmadığını, kendi ölçeklerimizle ölçtüklerimizle yetinmek durumunda kaldığımızı bilerek sakince konuşmalıyız. Lakin en hadlerini, sınırlarını bilmesi gerekenler onlar oldukları halde bazen bilim insanları arasından da bir vuruşta tüm kaleleri fethetmek isteyenler, keşif arzularını gemlenemez bir hırsa dönüştürenler çıkabiliyor. Onlardan birisi de Simon Baron-Cohen. İyi bir otizm araştırmacısı ve birçok çalışmayı yönetmiş olan Baron-Cohen, “Kötülüğün Anatomisi” kitabında maalesef gemi azıya alıyor. Dünyadaki tüm kötülüklerin, zalimliğin nedenlerini empati eksikliğinde arayacak, ellerinde olmayan bir şekilde empati eksikliğine duçar oldukları için antisosyal, narsistik ve sınırda kişilik bozukluğu olanlara suç işlediklerinde cezai müeyyide uygulanmaması gibi akıl-dışı önerilerde bulunacak kadar ileri gidiyor.
Kitapta misal olarak gündeme getirdiğinde, Ermeni ve Filistin meselelerinde ne denli cahil ve önyargılı olduğu görülen Baron-Cohen, empati sayesinde tüm dünya dertlerini çözebileceğine inanıyor: “Empati, evrensel bir çözücü gibidir. Empatiye batırılan her sorun çözülebilir hale gelir. İster evlilik içi bir anlaşmazlık, uluslararası bir çatışma, işteki bir problem, arkadaşlıktaki sorunlar, siyasi açmazlar veya bir aile kavgası olsun isterse de komşuyla yaşanan bir problem… Dinin aksine, doğası gereği empati kimseye zulmetmez” diyor. Biraz akıl ve izan, biraz bilim insanı vakarı!… Böyle bir yere varamazsınız. Sizden önce de sevgiyi din haline getirerek tüm sorunlara çözüm bulacağını sanan psikologlar oldu. Biraz yavaş ve sakin! Empatiye ihtiyacımız olduğu doğru ama asla din karşıtı, büyüsel bir “empati inancı” lazım değil bize.