Unutmayalım ki
(1978) ve
(1979) birbirine yakın târihlerde gerçekleşti. Camp David ile Mısır-İsrâil barışı sağlandı. Buna Irak ve Sûriye ve Libya BAAS’ları reddiye koydu. Evvelâ Irak ile İran’ı savaştırdılar. Daha sonra sırasıyla Irak ve Libya’daki BAAS rejimlerini yıktılar. Tabiî ki bunda, içeride güç zehirlenmesine mâruz kalan diktatörlerin Dolar kumpasını nihayetlendirmek isteyen “ölçüsüz” açıklamaları rol oynadı.
Arap Baharı, dâhilî olarak despot, lâkin hâriçte anti-emperyalist olabilen BAAS kadrolarının tasfiyesi için
yapıldı. İşler iyi gidiyordu. Ama Sûriye’ye gelindiğinde her şey sarpa sardı. İran, Saddam sonrasında, nüfûsunun çoğunluğu Şiî olan Irak’da nüfûzunu arttırmış; Lübnan’da yine İran’ın uzantısı olan Hizbullah üzerinden İsrâil’in çok yakınına ulaşmıştı. Hâsılı uzakta kalması beklenen düşman yakınlaşmıştı. İran, bölgesel gücünü ve mezhebî yakınlığını kullanıp Sûriye’de oyunu bozuyordu. Kısa bir zaman sonra Rusya da oyuna dâhil oldu. Sûriye BAAS’ı bu iki gücün koruması altına girdi. Atlantik hegemonyası hemen durumdan yeni vazifeler çıkardı. ABD’nin bu gelişmelere karşı açtığı kartlar, bir emme basma tulumbası misâli
oldu. IŞİD, hem rejim hem de Rusya- İran unsurlarına, hem de PKK’ya karşı savaşıyordu. Gelin görün ki, IŞİD Amerika ve İsrâil’e karşı tek bir mermi harcamıyordu.
Radikal Sünnîliği temsil eden IŞİD
ile
radikal Şiîliği temsil eden İran uzantısı örgütlerin savaşı
İsrâil’i rahatlatıyordu. Diğer taraftan, ABD ve İsrâil tarafından Kuzey Irak ve Kuzey Sûriye’de devletleştirilmek istenen
PKK, IŞİD’e karşı verdiği savaşla kahramanlaştırılıyor ve dünyâ kamuoyuna lânsmanı
yapılıyordu. Bu arada Yemen’de örtük bir
Suudî Arabistan-İran Savaşı
da başlatılmış,
ile Körfez Araplığı İran tehdidi karşısında İsrâil’in kucağına itilmişti. İmzâlanan silâh alım anlaşmaları da ABD’li silâh şirketlerinin kasalarına gidiyor; yukarıda bahsedilen parasal çevrimler işliyordu. Kırılmalar Trump’ın ve Cumhûriyetçiler’in iktidârı Biden ve Demokratlar’a bıraktığı andan itibâren yaşanmaya başladı.