|

Edebiyatın sezgileri ve gücü

Edebiyat insanların vaktini öldürmez, bereketlendirir, çoğaltır, zenginleştirir. Bir vaazdan, felsefi metinden, hukuk tartışmalarından çok daha fazla bir deneyimi, ufuk açıcı gözlemleri aktarır. Bunlar kuru bilgi değil, sarsıcı tecrübe örnekleridir, temsillerdir.

Yeni Şafak
04:00 - 12/09/2018 Çarşamba
Güncelleme: 18:15 - 11/09/2018 Salı
Yeni Şafak
​Edebiyatın sezgileri ve gücü
​Edebiyatın sezgileri ve gücü

NECİP TOSUN

Tarihsel süreç içerisinde edebiyatçıların belki de en büyük işlevleri, insanların yaşayacakları büyük dramları, sosyal olayları, toplumda meydana gelecek büyük olayları önceden sezmeleri, bunlara eserlerinde yer vererek insanları uyarmaları olmuştur. Ancak sınırlı okurları olduklarından devlet yöneticileri, toplumların tarihi üzerine karar verenler bu gizli ya da aşikâr göndermeleri ciddiye almamışlardır.

Edebiyat birikimi yansıtır ve insanlığın medeniyet birikimini gelecek kuşaklara aktarır. Onu yeniler ve gizlerini ortaya çıkarır. Mevlanâ birikimi vaaz ile değil, hikâye ve şiirle ifade eder. Fabllara başvurur. Dostoyevski Suç ve Ceza’da Rasknolnikov’a suç işleterek, merhamet, katil, suç, ceza, Tanrı, toplum kavramları etrafından hukuk terminolojisini alt üst edecek hukuk tartışması başlatır. Tolstoy Savaş ve Barış’ta her iki olguya nüfuz eder, gizlerini ortaya çıkarır. Hem de başka disiplinlerle ortaya konamayan yeni düşünceleri ortaya koyar. Çünkü elinde hem kurmacanın gücü hem de insanlık denen büyük bir giz vardır.

Sait Faik İstanbul’u gezgin gibi aktarmaz âdeta ruhunun fotoğrafını çeker. Sezai Karakoç şiirleri okunmadan Orta Doğu’da şu an olup biteni anlamamız imkânsızdır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’u okunmadan ülkemizde yaşanan mazi-gelecek, Doğu-Batı çatışmasını bütünüyle kavrayamayız. Çünkü edebiyat gündelik hayatın puslu gözlüğü ile göremeyeceğimiz dünyaları bize gösterir. Bilginin, aklın ötesine geçip sezdirir, yeni ufuklar açar. Edebiyat insanların vaktini öldürmez, bereketlendirir, çoğaltır, zenginleştirir. Bir vaazdan, felsefi metinden, hukuk tartışmalarından çok daha fazla bir deneyimi, ufuk açıcı gözlemleri aktarır. Bunlar kuru bilgi değil, sarsıcı tecrübe örnekleridir, temsillerdir.

EDEBİYAT OLMASA ÖFKEMİZİ BAĞIRAMAZDIK

Edebiyat olmasa Yunus gibi inancımızı, Köroğlu gibi başkaldırımızı, Şeyh Galib gibi aşkımızı anlatamazdık. Edebiyat olmasa Moğol yağmasının açtığı yaraları Mevlanâ ile saramaz, atlatamazdık. Edebiyat olmasa emperyalistlere olan öfkemizi Mehmet Âkif vasıtasıyla haykıramazdık. Edebiyat olmasa Binbir Gece biriktirdiğimiz hakikatleri birbirimize aktaramazdık. Masumların kanı ve sömürü üzerine oturmuş emperyalist bir dünyanın farkına ancak edebiyatın sezgileri ve keşifleriyle varırız.

Edebiyatçı gelir-geçer olayları aşarak hakikate ulaşmaya çalışır. Edebiyatçı, herkesin bildiği durumları, olayları aktaran değil, olaylar olmadan önce hisseden, kimse duymadan işiten kişidir. Edebiyatçı, büyük olaylara, yıkımlara gidilen yolları hisseder ve eserlerinde bunu sezdirir. Tıpkı Ömer Seyfettin’in Balkan Savaşı’nı tıpkı Kafka’nın yaklaşan II. Dünya Savaşı’nı tıpkı Sezai Karakoç’un Ortadoğu’da yaşanacak dramı önceden haber vermesi gibi.

Cemil Meriç edebiyatın gücünü şöyle ifade eder: “Karanlıkları devirmek ve aydınlık bir çağın kapılarını açmak için en mükemmel silâh: kalem. Sözle, yazıyla kazanılmayacak savaş yok... Kalem sahiplerine düşen ilk vazife: telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcısı olmamak. Halkı okumaya, düşünmeye, sevmeye alıştırmak.”


DERİN, KÖKTEN VE YIKICI

19. ve 20. yüzyılda edebiyatın insanı değiştirme, dönüştürme gücünü yaşadık. Ne var ki içinde bulunduğumuz zaman diliminde edebiyatın eski gücünü önemli ölçüde yitirdiğini görüyoruz. Edebiyat 19. ve 20. yüzyıldaki o görkemli dönemlerinin çok uzağında. Sanki tüm dayanaklarını yitirmiş, insana söyleyeceği, ileteceği hiçbir şeyi kalmamış gibi. Bunu hemen hemen her alanda görmek mümkün. Peki edebiyatın gücünü yitirişinin arkasındaki nedenler neler? Bunları şöyle sıralamak mümkün: küreselleşme; her alanda aynileşme, birbirine benzeme, farklılıkların yitmesi; edebiyatın popülerleşerek tüketim unsurunun bir parçası hâline gelmesi; reklamların manipülasyonu; iktidarların eğitim, kültür ve sanat politikaları; edebiyatçıların muhalif, başkaldırı kimliğinden vazgeçişleri; yazıya yüklenen anlamın değişmesi; etkin bir edebiyat ortamının olmaması; yazarların değişen ve gelişen toplum dinamiğini yakalayamamaları, bir alternatif sunamamaları; reel sosyalizmin yenilgisi, soğuk savaşın sona erişi; edebiyatçıların çağ insanına yeni alternatifler sunamaması; sosyal medyanın gelişmesi vb.

Ne var ki günümüzde edebiyat anlamını/gücünü yitiriyorsa bunun tek ayağa indirgenmesi pratik ve kolay bir çıkış yolu olmasına karşın yanıltıcıdır. Hiç kuşku yok ki bu sorunun sağlıklı bir cevabını bulmak için konunun teknolojik, tarihsel, sosyolojik, siyasal pek çok açıdan incelenmesi gerekir. Çünkü bu sorun birbirini besleyen pek çok nedenden kaynaklanmakta ve karmaşık bir durum arz etmekte. Ama bu tartışmayı, kökenleri 1930’lara dayanan ve on yılda bir “şiir bitti, roman öldü” türü bildik, artık gına getiren çıkışlarla karıştırmamak gerek. Çünkü bu daha derin, kökten ve yıkıcı. Ortada topyekûn bir sarsılış, kopuş var.

İYİ BİR ROMAN HER ŞEYİ DÜZELTEBİLİR

Ancak yaşananlar göstermiştir ki bunlar dönemsel ve geçici durumlar. İnsanlığın iyi, güzel, doğru arayışı dahası hakikate ulaşma arzusu bitmeyeceğine göre edebiyatın ateşi de hiçbir zaman sönmeyecektir. Sonuçta süfli duygular değil, aşkın, yüce duygular, yani edebiyat kazanacaktır. Şaire, öykücüye, romancıya düşen görev yaptığı işin hakkını verebilmek okura düşen de edebiyata sahip çıkmaktır.

Bu topraklardaki karabulutları ve hüznü dağıtmak için iyi bir roman, iyi bir şiir, iyi bir öykü yazılsa, güzel bir film çevrilse sanki her şey düzelecek ve güzelleşecek... Büyük şiirler, büyük öyküler, büyük romanlar yazmalı, büyük filmler çekmeliyiz. Edebiyat sınırları aşar, kalpleri fetheder. Şimdi geçmiş hakkında konuşurken, birikime ulaşabilmek için ancak camilerden, köprülerden, çarşılardan, şiirlerden, romanlardan, öykülerden bir yol bulabiliyoruz. Bizim bu topraklarla varoluşumuzu temellendirecek, geleceğe aktaracak yegâne şey kültür, sanat ve edebiyattır. İktidarlar gelir, iktidarlar gider. Yerli, millî iktidarların siyasi anlamda başarıları aynı yollardan bir başka iktidarca kısa sürede yok edilebilir. Ancak kültür, sanat alanındaki kazanımlar yok edilemez. Tarihe baktığımızda geride, Mimar Sinan’ın eserlerinin, Yunus Emre’nin, Mevlânâ’nın, Şeyh Galib’in kalması boşuna değil. Cemil Meriç’in dediği gibi: “Bir kılıcın kazandığı zaferi, bir başka kılıç yok edebilir. Oysa kalemle yapılan fetihler, tarihe mal olur, tarihe yani ebediyete.”

#kitap
6 yıl önce