|
Kitap merakı deyince

Kadıköy’de Moda’dan Bahariye’ye giden yolun üstünde bir sahaf dükkânı vardı. Sahibi deniz albayı Ferda Bey’di. Ben de buranın müdavimlerindendim. Tam bir İstanbul beyefendisi diyebileceğimiz Ferda Amca’nın renkli ve nev’i şahsına münhasır müşterileri vardı. Bir gün kendisiyle sohbet ettiğimiz sırada orta yaşlı bir zat içeri girip selam verdi ve rafları süzmeye başladı. Hayli göz gezdirdikten sonra, Ferda Amca, şu ikinci rafın köşesindeki kitaba bakabilir miyim, dedi. Ferda Bey, babacan bir tavırla, evladım, o geçen hafta aldığın “Lügat-i Naci”nin aynısı cevabını verdi. O zat, ama efendim, geçen hafta aldığım kırmızı ciltliydi, bu ise yeşil ciltli deyince Ferda Bey, mecburen onun istediği kitabı verdi.

Kitap meraklılarının arasında böyle cilt ve renk âşıklarının bulunduğu öteden beri biliniyor. İleri seviyede değilse bile, benim de böyle bir tutkum var. Daha açık söylemek gerekirse, mazrufu için olduğu kadar zarfı dolayısıyla da kitap almışlığım söz konusudur. Eşref Edib’in Mehmet Akif biyografisini buna misal olarak verebilirim. Kütüphanemde biri kırmızı ciltli, diğeri yeşil ciltli, öteki de imzalı Akif biyografisi, bulundukları rafı süslemeye devam ediyor.

Bir gün, tarihi bir mekânda kalabalık bir grupla sohbet ederken söz döndü dolaştı kitap kurtlarına geldi. Bir ara göz kamaştırıcı kütüphane sahiplerinden bahsederken, nasılsa ben de cilt hastasıyım demişim. Arkadaşlardan biri, ayağa kalkıp hocam ben cilt doktoruyum, görüşelim deyince hemen açıklama ihtiyacı duydum ve öyle değil, ben ciltli kitaplardan daha çok hoşlanıyorum, dedim. Mademki söz ciltten açıldı, müsaadenizle biraz daha malumatfuruşluk edeyim. Bilindiği üzere kitaplara gösterişli elbise giydirenlere “mücellid”, ciltleme işlemine “teclid”, ciltlenmiş eserlere “mücelled” kitaplar denir. Unutmayalım, sağlam, kaliteli ve gösterişli ciltçilik, güzel sanatların bölümlerinden biridir.

Geçen gün, Hilmi Yücebaş’ın, merhum Refi Cevad Ulunay’la ilgili eserinin sayfalarını bir kere daha çevirirken “Kitap Merakı” başlıklı bir yazı ile karşılaştım. Ben de, hem sizin merakınızı gidermek hem de bu yazıya bir çeşni olması için aşağıya iktibas edeyim.

Ulunay şöyle diyor:

“Rahmetli hocamız Hacı Zihni Efendi, ‘Şarkın ilimdeki kudretine bakınız ki, bu kadar kitap senelerden beri yakılıyor, denizlere atılıyor, mahvediliyor, fakat yine de bitmiyor!’ demişti.

Bizde kitaba, hele son zamanlarda hiç kıymet verilmiyor. Ağırdır, yerinden kalkmaz, toz toplar. Bunun için bir evde eşya satılmaya başlanırsa, evvela kitaplar satılır. Pek çok ev hanımı bilirim ki, kocalarına ayak diretmişler, ben kitap istemiyorum. Ya onlar ya ben diyecek kadar ileri gitmişler ve dediklerini yaptırmışlardır.

Bazıları da kitapları ciltleri için severler. Salonlarında güzel bir möble içinde, bir boyda maroken ciltli kitaplar salon için bir süstür. Ama kitabın kapağında, ‘Ben Kocamı Nasıl Aldattım?’ yazıyormuş. Bunun ne ehemmiyeti var? Mesele mazrufta değil, zarftadır.

Kitap merakına Bibliyofil, kitap deliliğine de Bibliyomani, denilir. Mesela eski Hazine-i Hassa Muhasebecisi Halis Efendi merhum da bir Bibliyofildi. Fakat Bakırköylü Mazhar Bey kazandığını, kazanacağını kitaba verirdi. Sandıklar dolusu kitaplar dostlarının, tanıdıklarının bodrumlarında, tavan aralarında sürünürdü. Zavallı Mazhar Bey, üstte yok, başta yok… Fakat yine kitaba para bulur. Hatta Sahaflar Çarşısı’nda son meteliğine kadar kitaba verdikten sonra, cebinde yol parası da kalmadığı için aldığı kitapları yüklenerek Bakırköyü’ne kadar yaya gittiği de olurdu. Vefatından sonra kim bilir bu kitaplar ne oldu?

Fakat bu kılık kıyafet düşkünü adam konuşmaya başladığı zaman dinleyenleri adeta mest ederdi.

Yine Paris’te böyle bir kitap delisi gördüm ki, bütün hayatı Milli Kütüphane’de geçerdi. Sabahleyin erkenden kütüphanenin kapısında bekler, açılır açılmaz içeri girer ve masasına giderek okumaya başlardı. Öğle tatili olduğu zaman kendini âdeta zorla çıkartırlardı. Uzağa gidemezdi. Kütüphanenin karşısındaki mahalle bahçesinde bir mendile sarılı olarak beraberinde getirdiği iki hazır lop yumurtayı ekmeğine katık eder ve yine kütüphaneye koşardı. O, bir kitap meraklısından ziyade, okuma delisi idi.

Acaba kendini dünyanın en büyük zevki olan mütalaaya verdiği için o bir deli miydi? Yoksa lüzumsuz eşya diye baba yâdigarı eserleri yok pahasına satanlar mı dersiniz.

Eğer insanlar için mutlaka bir cinnet mukadderse ben birincisini tercih ederim.”

Kitap merakı zirve yapan insanlara bir örnek daha vermek gerekirse hiç tereddüt etmeden Ali Emiri Efendi’nin adını zikredebiliriz. Bu zât-ı muhterem, hayatı boyunca kitap toplamıştır. Parasıyla elde edemediği kitapları binbir rica ile ödünç olarak alır, onları el yazısıyla kopya ettikten veya ettirdikten sonra geri verirdi. Hayatının sonlarına doğru Millet Kütüphanesine armağan ettiği 14 bin kitabın içinde işte böyle istinsah edilen bir hayli kitap vardır.

Yekpâre nûr olan bu kütüphâne-i nefis

Yekpâre servetiydi bu âlemde kendinin

Yahya Kemal

#Kadıköy
#Yahya Kemal
#Moda
2 yıl önce
Kitap merakı deyince
“Ayı kucaklaması” sonuç verecek mi?
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?