|
O sırrı sakla

Kalsın o sende ve seninle.

Gecenin ve gündüzün sahibini, açığın ve gizlinin sahibini, uzayan hikayelerin ve kısacık mutlulukların sahibini anıcak aydınlansın yüzün. Aydınlansın ki şairin “bir şulesi var ki şem-i canın / fanusuna sığmaz asumanın” dediği yerde bulasın kendini.

Geçesin kendinden. Öyle geçesin ki şarabı serap bilesin. Serabı sahi zannedesin. Dahi yanasın. Yanıp kavrulasın. Kavrulup pişesin. Dahi pişip akasın. Akıp doyurasın kurdu kuşu. Dahi Şehriyar’ın “herkes sana ulduz deye / özüm sana ay demişem” dediği yere gelesin. Döne döne yok olasın. Yok ola ola varlık bula cismin.

O hikayeyi şöyle anlatan da var. Ben onun yalancısıyım.

Adem aleyhisselam cennette uykudan uyananda yanında Havva validemizi görüp. Deyip ki “vay ki sen kimsin, sen ne güzelsin.” Havva valide ünleyip: “Ben ki namına Havva denilenim. Seni tamam edenim.” Eyitmiş Adem: “Vay ki aklım baştan gidiptir. Gönlüm sana düşüptür. Aşkın şemi dahi yakuluptur. Yanaram, yakılaram ben artukun.”

O hikayeyi şöyle anlatan da var. Ben onun da yalancısıyım.

Allah, “şu ağacın meyvesi hariç dilediğinizden yiyip için” dediğinde şeytan Adem ile Havva’yı ne ederse etsin kandıramıyor. Sonunda gelip şöyle fısıldıyor Havva’ya: “Havva. Bilir misin ki Allah’ın yemeyin dediği ağacın meyvesi insana ölümsüzlük verir. Bu adama, bu Adem’e sonsuza kadar aşık olmak istemez misin? Ölümsüz bir aşk olsun istemez misin?”

Kendisini başka hiçbir şeyle kandıramayacağınız Havva, işte tam burada ve bununla kanıyor şeytana. Aşk için ve aşk ile. Öyle ikna oluyor ağacın meyvesini yemeye.

Derler ki “Adem, ağacın meyvesini yiyen Havva’yı bu yanlışla baş başa bırakmamak için yemiştir meyveden.” Ve yine derler ki “aslında meyveyi ilk yiyen Adem’dir, çünkü aşka ilk düşen Adem’dir.”

Sonuç değişir mi? Değişmez. Hem zaten sonuçla ilgilenen kıpkızıl kafir olur da cehenneme sürerler onu. Eyit sözümü ve onatça düşün ki bu böyledir tastamam. Sonucu düşünen kafir olur.

O hikayeyi başka türlü anlatan da var. Ben onun bile yalancısıyım.

Adem ile Havva yeryüzünün başka noktalarına inmişler. Birbirlerinden uzak, birbirlerinin gurbetinde aşkla bile yanmışlar, yakılmışlar. Çığrışıp duaya çökmüşler. Birbirlerinden uzakta demişler ki “ey gurbetin de, vuslatın da sahibi. Ey kalpleri evirip çeviren… Ey hüznün de gülümsemenin de sahibi. Biz anladık ki ölümsüz olan aşkın kendisidir. Anladık ki aşıklar ölür de aşk kalır geriye. Beden ölür de ruh kalır geriye. Ten ölür de can kalır geriye. Sen ki her şeye gücü yetensin. Ey ayrılığın da kavuşmanın da sahibi. Biz ‘ey’ diyelim ve sen duy sesini ‘ey’ diyenlerin. Biz pişman olalım ve sen icabet et pişman olanın pişmanlığına.”

Derler ki kırk gün yahut kırk ay yahut kırk yıl sürmüş Adem ile Havva’nın ayrılığı. Yakarışları kırk gün yahut kırk ay yahut kırk yıl sürmüş. Hem cennetten ayrı düşmenin hem birbirlerinden ayrı kalmanın acısıyla ağlamışlar da ağlamışlar.

Derler ki dökülen ilk gözyaşı aşk için ve aşk ile olduğu için hürmet edilmiş gözyaşına hep.

Dua yönelmektir ve dua sensin. İkisi de aynı ve birbirinin eşiti. Sen sana yönelirsen yönelinmesi gereken asıl güce, bütün yönlerin sahibine de yönelmiş oluyorsun çünkü. Bu, böyle.

Biz, Adem’in ve Havva’nın kabul edilmiş dualarıyız. Bu, böyle.

O halde sakla o sırrı.

Aşk ile oldu her şey ve aşk ile döndü âlem. Aşıklar öldü lakin hiç ölmedi aşk.

O halde sakla o sırrı.

“O halde aşk önce aşk vardı ve aşk her şeydi” olsun sırrın adı.

#İsmail Kılıçarslan
#Aşk
#Sır
1 yıl önce
O sırrı sakla
Oydaşlarım cumaya gittim gelecem!
Darbeden çözüme iki farklı 28 Şubat
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar