|

Bir kıraathane hikayesi

Tarih 1555. “Halep’ten gelen Hakim adında bir ‘herif’ ile Şam’dan gelen Şems isminde bir ‘zarif’ Tahtakale’de birer büyük dükkan kiralayıp o sene kahvefüruşluğa başlamıştı.” Peçevî öyle diyor. Keyfine düşkün yâranı safa burada cem olup kimi satranç oynarmış kimi kitap okurmuş. Nevgüfte gazeller duvarlarını çınlatırmış.

00:00 - 12/11/2021 Cuma
Güncelleme: 23:04 - 11/11/2021 Perşembe
Yeni Şafak
Arşiv
Arşiv
ALİ SÜRMELİOĞLU
/ YAZAR

Tarih 1555. “Halep’ten gelen Hakim adında bir ‘herif’ ile Şam’dan gelen Şems isminde bir ‘zarif’ Tahtakale’de birer büyük dükkan kiralayıp o sene kahvefüruşluğa başlamıştı.” Peçevî öyle diyor. Keyfine düşkün yâranı safa burada cem olup kimi satranç oynarmış kimi kitap okurmuş. Nevgüfte gazeller duvarlarını çınlatırmış.

Kahve deyince eskiler şöyle bir durup düşünürmüş: Kuru mizaç sahipleri, hele de mizacı sevdavi olanların tüketmesinde sakınca görürlermiş. Uykusuzluğa sebep olabilir çünkü. Rutubetli mizaç sahiplerinin tüketimi daha münasiptir, der eski hatıratlarda.

Kahve Yemen’den gelirdi, Mısır Çarşısı civarındaki tahmislerde kavrulur, çekilir ve satılırdı. Değirmeni, zarfı, mazrufu ve kurulan sohbet meclisleriyle bir kültür unsuruna dönüşmüştü kahve:

Hak Teala başka vermiş lezzeti kahve sana

Ehli diller çok ederler rağbeti kahve sana

O denli yoğundu ki bu rağbet, kahvehane “Meyhaneden beterdir,” diyen müftü de çıkmıştır, “Halk kahvehanelere doldu mescitlere uğrayan yok” diyen de. Meşhur Cibali, yangından (1633) sonra IV. Murad’ın yasağına muhatap olduysa da ne kahve tüketen bitmişti ne kahvehanelerin halk nazarındaki yeri sarsılmıştı.

Biri “herif” ve biri “zarif” eliyle açıldığından mıdır bilinmez, zaman öldürülen, gayri ahlaki işlerin icra edildiği mekanlar da vardı; kültür dünyasına yön verenler de. Bu yazının amacı sanat ve kültür iklimini oluşturan mekanlardan yola çıkarak günümüze projeksiyon sunmaya çalışmak.

KÜLTÜREL MUHİT

Sadece yaz aylarında kurulan çadır kahveleri de vardı, ortası havuzlu, sütunlu, setli kahveler de. Duvarlarını Edirne aynalarının, Hazret-i Ali’nin Zülfikar ile İfrit’i öldürdüğünü temsil eden resimlerin ve levhaların süslediği; çırakların ellerinde makas mumların fitillerini kısalttığı, çini sobanın ve pirinç mangalın ısıttığı bir kahve tahayyül edin. Efendi peykesine oturan birinin elinde Battal Gazi ve Hamzaname; o okuyor, ahali dinliyor. Artık aynı zamanda adı kıraathanedir.

Makarayı yüz elli sene evvelinden bugüne doğru çevirelim. Üsküdar “Çiçekçi Kahvesi”. Bir köşede Ressam Ali Rıza çırağın resmini çiziyor. Ozanlar, hattatlar, kalem efendileri. Hersekli Arif ile Akif bir köşede. Necmeddin Okyay ya da Muallim Naci kahvesini yudumluyor. Burası bir sosyal kulüp. Hoca Ali Rıza kahvehane müdavimi. Harem’deki “Paşa Baba Kahvesi”ni resmettiği bir tablosu da bulunur.

HAK DOSTUM HAK

Direklerarası’na uzanın. “Hacı Reşit’in Çayhanesi”nde gazete ve kitap satılır, gelenler edebiyatçıların konuşmalarını dinler. Akif, Mısır’dan yeni dönen Neyzen Tevfik ile buluşur. Mithat Cemal ile tanışır. “Fevziye Kıraathanesi”nde Ramazan’da Karagöz, meddah, kuklacılar icray-ı sanat eyler. Adile Naşit’in pederi Naşit, Komik-i Şehir unvanını burada alacaktır. Ahmet Rasim için “Fevziye” demek Gamzedeyim Deva Bulmam’ın bestekarı Kemanî Tatyos Efendi demektir. Şehrin ilk apartmanı Letafet’in altındaki “Darüttalim”de Esafil-i Şark buluşacaktır. Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndeki karakterlerini onlardan ilham alacaktır.

Gündüz Divanyolu’ndaki “Arif’in Kıraathanesi”ne girin. Hayal perdesinin önünde sıralanmış çocuklar tempo tutar:

“Başlar mısın başlayalım mı, Karagöz’ün evini taşlayalım mı?”

Karagöz gösterisinin başlaması için sabırsızlanıyorlar. Teravihten sonra kahve dolar taşar. Meddah, omzunda beyaz makreme, elinde asa, setüstüne çıkar. Makreme biraz sonra asa ucunda bayrak, asa biraz sonra kopuza dönüşebilir. Ve bir nidayla nefesler tutulur:

“Hak dostum hak! Pirim Hazret-i Hamza ve gelüp geçen söz pehlivanının demine aşk ola!”

Bir de semai kahveler var ki onlar musikiyle gönlünü hoş etmek isteyenlerin uğrak mekanı: Maniyle girizgah yapılır, ardı sıra koşmalar, semailer, divanlar, destanlar birbirini izler.

AKADEMİ STATÜSÜNE GEÇİŞ

Mütareke döneminden sonra bazı kahveler “Akademi” statüsüne erişmiştir. Misal Sultanahmet’teki “Köşe Kahvesi”. Yahya Kemal, Tanpınar, Ataç, Ahmet Kutsi gibi isimler müdavimidir. Akademi unvanını veren Hasan Ali Yücel’den başkası değildir. Yahya Kemal ve etrafındakilerin bir diğer uğrak mekanı, Nuruosmaniye’deki “İkbal”dir. Dergah Dergisi buranın masalarında hazırlanmıştır. Dergah macerası 1940’larda bitse de 1950’den sonra Orhan Kemal ile İkbal için başka bir devir açılacaktır. “Ne hikayeciler, şairler, romancılar, oyunlar, dergiler burada az mı süzgeçten geçirildi” der Orhan Kemal.

1940 kuşağı için en mühim mekan Beyazıt Camii’nin duvar dibinde çınarlar altına kurulan “Küllük”tür. Rıfat Ilgaz’ın şiirinde bahsettiği, Sıtkı Akozan’ın bizzat hakkında şiir yazdığı, üniversiteden profesörlerin, Babıali’den yazar ve gazetecilerin, her türden sanat erbabının, talebelerin doldurduğu kahvehanedir Küllük; Necip Fazıl, Sebahattin Eyüpoğlu, Faruk Nafiz, İbnülemin, Reşat Nuri, Neyzen Tevfik, Yahya Kemal, Tanpınar, Mükrimin Halil, İbrahim Aleaddin, Orhan Seyfi ile Yusuf Ziya, Abidin Dino…

Birbirlerinin eserlerini eleştirdikleri, gençlerin kıdemlilerden istifade ettiği, sanat erbabının fikri ve sanatsal alışverişte olduğu bu tarz kıraathaneler, kültürel iktidar tartışmalarının yapıldığı günümüzde esas meselenin kültürel muhitler kurmaktan, var olanı muhafazadan geçtiğine güzel birer örnek. Zira bugün daha fazla “bireysel konfor” talebi “kültürel zemini” tehdit ediyor.

#Halep
#Tahtakale
#Mısır Çarşısı
#Yemen
2 yıl önce