|

Saddam’ın Kuveyt’i Putin’in Ukrayna’sı

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna için öne sürdüğü tezler, Saddam Hüseyin’in Kuveyt tezlerine çok benziyor. Putin de “tarihi haklar” ileri sürerek Ukrayna’nın “yapay bir devlet” olduğunu iddia ediyor. Putin’e göre Ukrayna, “Rus topraklarının ayrılmaz bir parçasıdır.”

00:00 - 14/03/2022 Pazartesi
Güncelleme: 22:24 - 13/03/2022 Pazar
Yeni Şafak
Vladimir Putin
Vladimir Putin
Doç. Dr. İsmail Şahin
Ankara Hacı bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi

Uluslararası ilişkilerin liberal kuramcıları uluslararası hukukun, kurumların ve teamüllerin; uluslararası barışı, adaleti ve düzeni koruyacağını iddia ederler. Fakat şimdiye kadar uluslararası düzeyde meydana gelen olaylar esas alındığında, bu beklentinin umulan ölçüde gerçekleşemediğini söylemek mümkün. Uzak ve yakın tarihte patlak veren savaşlar, hukuk ve normların devletleri silaha başvurmaktan alıkoymadığını işaret ediyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD), Japon şehirleri Hiroşima ve Nagasaki’ye Ağustos 1945’te gerçekleştirdiği atom bombası saldırısından bugüne, uluslararası sistemin büyük güçleri arasında savaş türünde bir olayın meydana gelmediği görülüyor. Bunun yanında, doğrudan birbiriyle savaşmayı göze alamayan büyük devletlerin, küçük devletler üzerinden çok sayıda vekâlet savaşına müdahil olması ise çok iyi bilinen bir gerçek.

FİİL DEĞİL, FAİL ÖNEMLİ

Uluslararası hukuk, meşru müdafaa dışında devletlerin kuvvet kullanmasına açık bir şekilde karşı çıkıyor. Nitekim Birleşmiş Milletler Şartı’na göre bir devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasi bağımsızlığına karşı “kuvvet kullanma tehdidi” veya “kuvvet kullanılması” yasaktır. Yine uluslararası hukuk “savaş yoluyla toprak kazanımlarını” kabul edilemez bir davranış olarak tanımlıyor. Bir diğer önemli kural ise bir devletin “tehditler yoluyla” bir antlaşmaya rıza göstermesi halinde söz konusu antlaşmaların geçersiz kabul edileceğine ilişkindir. Tüm bu ilke ve normlara rağmen uluslararası hukukun, onu koruyup kollayan mekanizmaların zayıflığı nedeniyle, arzu edilen düzeyde işlerlik kazanamadığı görülebilir. Dahası bu norm ve ilkelere gösterilen aidiyet ve duyulan sorumluluğun, güçlü devletlerin çıkarlarına göre kolayca değişebildiği, geçmişteki olaylardan rahatlıkla anlaşılabiliyor. Bir başka ifadeyle, politik gücün eşit bir şekilde dağılım sergilemediği küresel bir sistemde, fiilden ziyade faile göre değişen bir tavır söz konusu.

PETROLÜN CAZİBESİ

Irak’ın eski lideri Saddam Hüseyin, Kuveyt’in Irak topraklarına ait olduğunu ileri sürüyordu. Bu görüşün taraftarlarına göre, sömürgecilik yıllarında Kuveyt, Irak’tan koparılmıştı ve bu yüzden Irak’ın Kuveyt’in üzerinde tarihi hakları bulunuyordu. Irak’ın güneyinde Basra Körfezi kıyısında yer alan petrol zengini Kuveyt, 1961 yılında İngiltere’den ayrılarak bağımsızlığını kazanmıştı. Saddam’ın Kuveyt üzerindeki hak iddialarının 1980-1988 yılları arasında İran ile Irak arasında yaşanmış yıpratıcı savaşın ardından yoğunlaşması, çoğu kimse tarafından tesadüf olarak yorumlanmıyordu. Saddam’ın uzun süren savaşın ekonomik yaralarını sarmak üzere Kuveyt’in petrol zenginliklerine göz diktiği, çoğu kimsenin kabul ettiği bir görüştü. Örtülü veyahut gizli hedef ne olursa olsun, Saddam’ın ileri sürdüğü “meşru tez”, Kuveyt’in üzerindeki “tarihi haklar” iddiasıydı. Tezlerine güvenen Saddam, 2 Ağustos 1990 tarihinde Kuveyt’i işgal etti ve ardından ülkeyi ilhak ettiğini duyurdu.

Bunun üzerine dünyanın petrol rezervi açısından en zengin beşinci ülkesi Kuveyt’i, Irak’a kaptırmak istemeyen ABD, hem hukuki hem de askeri tedbirleri sıkı ve hızlı bir şekilde işleterek oluşturduğu koalisyon güçleriyle, Kuveyt’teki Irak işgalini sona erdirmek üzere Ocak 1991’de “Çöl Fırtınası Operasyonu” adını verdiği askeri müdahaleyi başlattı. Diğer taraftan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi nezdinde yürüttüğü aktif ve etkili diplomasiyle, “Irak’ın Kuveyt’i ilhakının hiçbir biçimde ve hiçbir gerekçeyle hukuki geçerliliğinin olmayacağını” belirten kararı, oybirliğiyle geçirmeyi başardı. Böylece Amerika, bir taraftan uluslararası kurum ve normları devreye sokarak diğer taraftan da “televizyonlardan naklen izlenen ilk savaş” olma şöhretine kavuşan “Körfez Savaşı” ile Irak’ın Kuveyt işgalini sonlandırmıştı. Ayrıca Amerika’nın Ortadoğu’daki temel jeopolitik gerçeğinin petrol olduğu, bir kez daha iyiden iyiye anlaşılmıştı.

BATI’NIN JEOPOLİTİK MANTIĞI UKRAYNA’DA İŞLEMİYOR

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna için öne sürdüğü tezler, Saddam Hüseyin’in Kuveyt tezlerine çok benziyor. Putin de “tarihi haklar” ileri sürerek Ukrayna’nın “yapay bir devlet” olduğunu iddia ediyor. Putin’e göre Ukrayna, “Rus topraklarının ayrılmaz bir parçasıdır.” İddianın kaynağı her ne olursa olsun, modern devletler hukukuna göre, Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ve egemenlik haklarını tartışmaya açmak, en basit haliyle revizyonist saldırgan bir niyeti yansıtır. Öyle ki uluslararası hukuk ve normların Saddam’ı durduramadığı gibi Putin’i de durdurmaya yetmediği görülüyor.

Fakat Kuveyt’in petrol kaynaklarını korumaya kararlı olan ABD Başkanı George H. W. Bush, ülkesini ve etrafındaki koalisyon güçlerini bugün olduğu gibi, “savaştan başka bütün yaptırımlar” sloganıyla sınırlamadı ve Irak’a tüm gücüyle askeri müdahalede bulunmaktan geri durmadı. Bunun en belirgin ve şaşırtıcı olmayan nedeni, Ortadoğu petrollerinin Amerika’nın ekonomi güvenliğinde oynadığı nazik jeopolitik roldü.

Ancak Amerika’nın nazarında, Ukrayna’nın demokratik bir blok inşa etme rolünün dışında, böylesine hayati bir değeri bulunmuyor. Kısacası, Ortadoğu’daki Batılı güçlerin jeopolitik mantığının Ukrayna’da işlemediği anlaşılıyor. O nedenle Ukrayna’nın geleceği, Rusya’nın jeopolitik ihtiraslarına terk edildi. Demek ki Avrupalılar, Ukraynalıları her ne kadar insan hakları bakımından Ortadoğulularla eşit görmediğini ifade eden açıklamalar yapsalar da jeopolitik açıdan Batılı güçler nezdinde “Ukrayna ne bir Irak’a ne de bir Kuveyt’e eşit.” Ayrıca Putin de bir Saddam değil!

#Rusya
#Ukrayna
#Irak
#Kuveyt
#İran
#Putin
#Saddam
#ABD
2 yıl önce