|
Ramazan’ı karşılayan heyecan

Rabbimiz nâmütenâhi şükürler olsun ki, bir mübarek Ramazan ayına daha kavuştuk. Cenab-ı Hak, daha nice ‘Ramazan’lara ve bayramlara mülaki olmayı cümlemize nasip eylesin. Bilindiği üzere, “şehr-i Ramazan” ibadet zevkinin ve şevkinin galeyana geldiği mübarek bir mevsimdir. Ve unutmayalım ki, Ramazan medeniyeti gibi bir de Ramazan edebiyatı vardır. Türk edebiyatının gözde isimleri tarafından kaleme alınan oruç eksenli yazılar ve kitaplar böyle güzide bir edebiyat türünün teşekkülüne vesile olmuştur.

Bu edebiyat türünden ben de bir hisse almak için -bundan kısa bir süre önce- “Dersaâdet’te Ramazan Akşamları” adıyla bir kitap hazırladım. Yahya Kemal Beyatlı, Mehmet Akif Ersoy, Cenap Şahabeddin, Nihat Sami Banarlı, Refik Halit Karay, Halit Fahri Ozansoy, Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa, Samiha Ayverdi ve Mehmet Kaplan gibi edebiyatçılarımızın yanı sıra bazı tarihçilerimizin de konuyla ilgili yazılarını bir araya getirdim. Bunların içinde tabii ki Ramazan medeniyetiyle ilgili makaleler de bulunuyor. Özellikle Ord. Prof. Dr. Ahmed Süheyl Ünver’in aynı başlığı taşıyan makalesi büyük önem arzediyor.

“Dersaâdet’te Ramazan Akşamları”nda yer almayan harika bir inceleme var ki, o da “Ramazan’ı Karşılama Hazırlıkları” başlığını taşıyor. Merhum Cemaleddin Server Revnakoğlu tarafından kaleme alınan bu makalenin bir bölümünü mübarek ayın ikinci gününde -teberrüken- siz değerli okuyucularıma takdim ediyorum. Aşkla, şevkle ve büyük bir titizlikle hazırladığı cilt cilt eserleriyle İstanbul’un manevi ve deruni hayatını bütün güzellikleriyle canlandıran cennetmekân Revnakoğlu şunları söylüyor:

“Evlerin Ramazaniyelik masrafları Recep, Şaban ayları içinde düzülür, çarşı ve pazarda halkın ve cemaatin gelip geçtiği yerlerde, dükkânların ve mağazaların camekânları, vitrinleri boydan boya süslenir, böylece daha da zenginleştirilirdi.

İstanbul ve Galata çevresindeki piyasa yerleri, özellikle Yemiş, Asmaaltı cihetlerinde Yağkapanı’nda, Balkapanı’nda, hele hele Mısır Çarşısı’nda ticaret yapan esnafın faaliyetleri, alışverişleri diğer her günden ziyade olurdu.

Devrinin İslam üniversitesi haysiyetini taşıyan ve yetiştirdiği benam (namlı) ulemasıyla meşhur olan Fatih Camii başta, Ramazan’a mahsus sergilerle şehrin içinde birinci gelen Bayezid Camii’nin avlusunda biriken kalabalık ve diğer selatin camilerini tıklım tıklım doldurup taşan cemaatin azamet ve kesafeti avlu meydanlarını ve sergi önlerini mahşerden bir nümune haline getirirdi.

Bu aylarda dükkân saçaklarında ve zengin sofralarında görünmeye başlayan şeylerden biri de güllaç demetleri, güllaç tatlıları idi.

Eski Türk tatlıcılığının güzellerinden ve en hafiflerinden biri olan güllaçlar İstanbul’da Mevlânâ Kapısı ile Silivri Kapısı arasındaki imalathanelerde yapılırdı. Bunlar gayet büyük küfelere konulur, küfenin gıcırtısına ayak uyduran, adım adım yürüyen köylü kılıklı bir takım adamların sırtlarında Yemiş taraflarına, bilhassa Asmaaltı’na getirilir; renkli sazlarla bağlanmış, incecik elvan kağıtlarla süslenmiş, hatta bazılarının üstüne yine renkli camlardan onluk aynalar takılmış, büyüklü küçüklü, inceli kalınlı güllaç demetleri dükkân saçaklarına, daha bu aylarda taraf taraf asılmaya başlanması, saz şairlerinin toplanıp yârenlik ettikleri ‘semai kahveleri’nin ‘muamma askısı’na benzerdi.

Güllaç ocaklarında çalışanların ekseriyeti kadındı. İmalathaneleri işletenlerin büyük bir kısmı da, yine kadın işçilerdendi. Bu sanatkâr insanlar senede ortalama olarak yüz bin okka güllaç çıkarırlardı. Bu ustaların tezgâhından çıkan ‘Mevlânâ Kapı Güllaçları’ çok meşhur olmuştu. Kendileri de o civarda otururlardı.

Selatin camilerinde kürsü şeyhlerine mahsus ‘Mev’izeler’, minare mahyaları, mahyalarda türlü türlü resimler, bu ayların girmesiyle hazırlanmaya başlardı. Üç ayların başında ‘müjdeci kandil’ ile beraber giren ve birbirini ara ile takip eden kandillere daha sonra gelen Ramazan, Kadir ve bayram gecelerine eskiler ‘leyali-i mübareke’ derlerdi. Pek azametli şekilde geceli gündüzlü kutlanıp ihlas içinde ihya edildiğinden tekke ve tarikat mensuplarınca da ‘ihya gecesi’ denilmiştir.

Cami ve tekkelerde bu gecelere mahsus olarak yapılan çok cemaatli ve cemiyetli ibadetler, Müslüman gönüllerini hakikaten ihya ve imar etmekteydi.

Kandillerin gelişi, sadece minarelerin donatılması, akşam sofralarına simit ve çörek konması veya sokak başlarında mahalle delikanlılarının ‘sebilüllah sebilüllah’ diye gelene geçene su dağıtmış olmasından ibaret bırakılmamıştı. Ayrıca Kandil Alayları, Mevlid Alayları, Sürre-i Hümayun Alayları yapılır, zamanın padişahı da, saray erkânı ile birlikte bu alaylarda bulunurlardı.

Okumuş okumamış, şehirli köylü her sınıf halkı kubbesi altında, postları üstünde bir araya getiren ve hepsini karşı karşıya, diz dize oturtan bir sofranın başında çevreleyip yan yana yemek yediren yemekten sonra da hepsine aynı dersi okutan, aynı telkini yapan İstanbul tekkelerinde, ihya geceleri için mükellef cemiyetler tertip olunur, büyük merasim ve âyinler yapılırdı.

Bugün tamamen unutulmuş bulunan ‘Regaibiyye’ ve ‘Miraciyye’ler de pir-i sani Selahaddin-i Uşşaki’nin ‘Regaibiyye’si, Kutb-u Nâyi Osman Dede’nin meşhur ‘Miraciyye’si teşvihleriyle (kendine mahsus) ilaveleriyle birlikte okunur, saatlerce süren Kuud Tevhidleri, Dalga Tevhidleri, ayrıca kıyam zikirlerinden kıyam ismi-i celili, kıyam hayyi, iç içe iki üç halkalı muhteşem birbirinden zevkli, feyizli ve gayet âhenkli olarak çok defa sabah namazı vaktine kadar bıktırmadan, usandırmadan vecd içinde sürüp giderdi. Bunların en ihtişamlısı Kocamustafapaşa’da Sünbül Efendi Hânigâhı’nda olurdu. Drağman Sünbüli Tekkesi’nin son postnişini Şerefüddin Efendi merhum aynı zamanda bu makâm-ı âlide ‘piş-i kadem’ (şeyhin kıdemli muavini) bulunuyordu. Basbariton sesiyle ve çok güzel idaresiyle gayet ustalıklı devran ettirdiğinden, devranın birinci faslını açmak ve yürütmek usulen ve daima ‘piş-i kadem’ efendiye aitti. Sünbül Efendi Hânigâhı’nda Şeyh Şerefüddin Efendi’nin idaresindeki devran zikrine, bundan dolayı doyulmaz ve dayanılmazdı.

Hülasa, gerek ‘üç aylar’ dediğimiz Recep, Şaban ayları ve onları takip eden Ramazan-ı Şerif daha görülmeden, gelmeden aylarca önce hazırlanan bin bir ihtimam ve ihtiram ile karşılanırdı. ‘On bir ayın bir sultanı’ tam manasıyla ibadet ayına yakışan bir şekilde mübarek bir vakarın doyulmaz hazzı içinde kutlanır ve uğurlanırdı.”

Bu güzel Ramazan’a hazırlık yazısını, Mehmet Âkif merhumun şu mısralarıyla bitirelim:

Yâ Rab, şu muazzam Ramazan hürmetine

Kaldır aradan Vahdet’e hâil ne ise;

Yâ Rab, şu asırlarca süren tefrikadan

Artık ezilip düşmesin ümmet ye’se

Mâdâm ki verdin bize bir rûh-i nevîn

Yâ Rab, daha bir nefha-i te’yid insin!

#Ramazan
#Dersaâdet
#Yahya Kemal Beyatlı
#Mehmet Akif Ersoy
#Cenap Şahabeddin
#Nihat Sami Banarlı
#Refik Halit Karay
#Halit Fahri Ozansoy
#Necip Fazıl Kısakürek
#Peyami Safa
#Samiha Ayverdi
2 yıl önce
Ramazan’ı karşılayan heyecan
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi