|

Türkiye karşıtlığı Avrupa’yı kurtarır mı?

Türkiye’ye daha fazla saldırmak Almanya’yı da diğer Avrupa ülkelerini de kurtarmaz. Avrupa’yı içine girdiği bu girdaptan ancak sorunları ile yüzleşebilecek güçlü bir liderlik kurtarabilir. Tıpkı Tayyip Erdoğan liderliğinin Türkiye’yi korkularından kurtarıp bugünlere taşıdığı gibi.

Yeni Şafak
04:00 - 7/03/2017 Salı
Güncelleme: 00:15 - 7/03/2017 Salı
Yeni Şafak
Türkiye karşıtlığı Avrupa’yı kurtarır mı?
Türkiye karşıtlığı Avrupa’yı kurtarır mı?
Doç. Dr. Kudret Bülbül- Siyaset Bilimci


Berlin duvarının yıkılması ile başlayan Batılı ülkelerdeki özgürlük şarkıları, 11 Eylül sonrasında yerini güvenlik eksenli politikalara bıraktı. Batı'nın içine girdiği, özgürlük, demokrasi, çoğulculuk krizleri bugün artarak devam etmekte. Eurosentrik bir yaklaşımla genelde Batılı olmayana karşı gittikçe artan tepkisellikten Türkiye de nasibini, belki de diğer ülkelerden daha fazla, alıyor.



VESAYET ODAKLARININ KIRILMASI VE BATI


Eskiden, belki de daha sofistike yolları kullanabildiklerinden bazı Batılı devlet ve siyaset adamlarının bu kadar yüksek perdeden eleştirileri söz konusu olmazdı. Türkiye'deki vesayet odakları, kendilerine yakın STK'lara verdikleri destekler ve destek verdikleri aydınlar üzerinden etkin olabilirlerdi. Türkiye'nin yakın dönemde katettiği mesafe, demokrasisini güçlendirmesi, vesayet odaklarını zayıflatması ile bu ülkelerin bu yöntemleri kullanma kapasitesi azaldı. Belki de bu nedenle daha doğrudan ve daha kaba yöntemlere başvuruyorlar.



Bu ülkelerin, çoğunlukla dünya mazlumlarına kapılarını kapattığı, binlerce masum insanı katleden General Sisi ile ilişkileri, kendi ülkelerindeki insan hakları ihlallerine duyarsızlıkları (göçmenlere saldırılar, farklı yaşam biçimlerinin tehdit altında olması vb), ülkelerinde terör örgütlerinin cirit attığı, Türkiye kaçkınlarını en üst düzeyde kabul ettikleri düşünüldüğünde meselenin insan hakları, demokrasi ve özgürlükler olmadığı aşikâr. O halde mesele ne?



KURULU DÜZEN ÇATIRDIYOR


Batılı liderlerin aşırı tepkiselliklerinin nedenleri şu şekilde sıralanabilir



*

Küresel belirsizlik: ABD, Rusya, Çin, Hindistan ve Latin Amerika'daki gelişmelerle dünyada İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan düzen çatırdıyor. Bu belirsizlik bütün ülkelerde belirli oranda gerginlik ve tedirginlik yaratıyor.



*

Parçalanan devletler ve kimlikler: Doğu Avrupa, Balkanlar, Ortadoğu'da ulus-devletler çağıyla kurulan devletler ve aidiyetler adeta yeniden parçalanıyor. Buralarda 20. Yüzyıl'da kurulan devletler ve aidiyetler yönetilemeyecek kadar büyük görülüyor. Doğu Avrupa, Balkanlar ve Ortadoğu'da yeni devletler ve kimlikler/aidiyetler oluşturuldu, oluşturulmaya devam ediyor. Türkiye'de de benzer sonuçlar üretmek için yoğun bir çaba yürütüldüğü herkesçe biliniyor.



*

Batı'nın küreselleşmeden yeterince kazanamaması: Avrupa ve ABD Küreselleşme süreçlerinden yeterince kazançlı çıkan ülkeler değil. Çin, Hindistan, Brezilya, Türkiye gibi ülkeler bu süreçlerden daha fazla kazançlı çıkmaktadırlar.



*

Irkçı, faşizan ve neo-nazi akımların yükselmesi: Küreselleşme süreçleriyle farklı kimlik ve kültürlerin daha görünür olması ve Batılı ülkelerdeki ekonomik durgunlukla birlikte bu ülkelerde merkez sağ ve merkez sol partiler büyük oranda oy kaybetti. Marjinal ve aşırı partiler yükselişe geçti.



*

Vizyonsuz liderler: Avrupa'daki merkez sağ ve sol partiler, yükselen aşırı akımlara karşı sağduyuyu öne çıkarmak yerine daha fazla oy kaybına uğramamak için daha fazla marjinal söylemleri benimsemeye başladılar. Aşırı akımların, iktidara gelmediği ülkelerde bile, böylelikle söylemleri büyük oranda iktidara yerleşmiş oldu.



*

Asimile olmuş kesimlerin etkisi: Toplumsal karşılığı bulunmadığı halde siyasal alanı domine eden Türkiye kökenli asimile olmuş kesimler, ilgili ülke ile Türkiye arasındaki ilişkileri fazlası ile zehirlemektedir. Türkiye karşıtı/kaçkını bu kesimlerin negatif çalışmaları ilgili ülkelerdeki yanlış Türkiye imajının en önemli nedenlerinden birisidir. Buna karşı toplumsal tabanı daha fazla bulunan ve Türkiye'ye daha pozitif bakan kesimlerin siyaset, sanat, edebiyat, ekonomi ve akademyada daha aktif olmaları gerekir.



*

PKK, FETÖ, DHKPC vb terör örgütlerinin etkisi: Asimile olmuş legal kesimlerin etkisinin yanında Batılı ülkelerdeki Türkiye kökenli terör örgütlerinin faaliyetleri de Batı'daki Türk ve İslam karşıtlığının önemli kaynaklarından birisidir.



TÜRKİYE'NİN YÜKSELEN GÜCÜNE TEPKİ


*

Sesini ve sözünü yükselten bir Türkiye ve buna hazır olmayan Avrupa devlet adamlarının psikolojisi: Bir zamanların “uydu devleti” Türkiye'den, bugünün sesini ve sözünü yükselten bir Türkiye'ye geçişi kabullenebilmek pek çok Batılı lidere zor görünüyor. Bu konuda Batı'daki siyaset, devlet, sanat ve kültür çevrelerinin ve entelijansiyanın hazmetme kapasitesi oldukça düşük. Vamık Volkan'ı hatırlayarak, Avrupa'nın Türkiye'ye karşı bugünkü tepkiselliğinin büyük oranda psikolojik olduğu söylenebilir.



Peki bu sorunlara karşı Avrupa'daki siyasal liderler nasıl bir çözüm geliştiriyor? Türkiye'ye karşı geliştirdikleri tutum kendileri için bir sonuç üretir mi?



Avrupalı liderlerin yukarıda ifade edilen devasa sorunlardan bir kısmı ile baş edememeleri anlayışla karşılanabilir. Çünkü dünyada yeni bir düzen kuruluyor ve bu düzenin temel parametrelerini, eski düzenin kimin/neyin üzerine yıkılacağını kimse bilmiyor. Ama Avrupalı liderlerin Türkiye'ye karşı tutumlarına bakıldığında bunların çoğu kez bir rasyonalitesinin olmadığı görülüyor.



*

Türkiye'nin yanlış uygulamalara karşı çıkması, Türkiye karşıtlığını artırıyor



Avrupa'da aslında bütün göçmenlere, farklı olanlara karşı bir karşıtlık yükseliyor. Fakat Türkler, kendilerine oy hakkının da verilmesi nedeniyle daha aktif. Ortadoğu, Uzakdoğu ya da Afrikalı göçmenlerin ülkelerinin, Avrupa'daki uygulamalara, belki kendi ülkelerindeki durumların da etkisiyle, maalesef fazla bir itirazları olmuyor. Avrupa'daki özgürlük ve demokrasi kısıtlamalarını Türkler ve Türkiye daha fazla dile getirdiği için Avrupa'daki Türkiye karşıtlığı daha görünür oluyor.



Avrupalı çoğu liderlerin Türkiye'ye karşı tutumları acıkınca taptıkları putları yiyen cahiliye devri Mekkelilerini çağrıştırıyor. Almanya'da Türkiyeli Bakanlar'ın konuşmasına izin verilmemesi, Hollanda'nın “kamu alanlarını Türkiye'deki siyasi kamplaşma için kullandırmayacağız” açıklaması, Avusturya Başbakanı'nın Türkiye'nin Avrupa'daki seçim çalışmalarının AB düzeyinde yasaklanması çağrısı bu ülkelerin yeri geldiğinde, demokrasi, insan hakları, ifade hürriyeti gibi evrensel değerleri rahatlıkla hiçe sayabileceklerinin kanıtı.



AB'NİN GELECEĞİ TÜRKİYE'DEN GEÇİYOR


Avrupa'daki durum eski Türkiye'nin tepkilerini ve 28 Şubat uygulamalarını hatırlatıyor. Eski Türkiye Kürtlere, dindarlara, uluslararası topluma, farklılıklara kapalı, korkularına teslim olan bir ülkeydi. O yıllarda, Başbakan Mesut Yılmaz, Türkiye'nin AB üyeliğinin Diyarbakır'dan geçtiğini söylemişti. Türkiye'nin daha çoğulcu olması ve kendi iç sorunları ile yüzleşmesi anlamında söylenmişse bu söz doğru bir yaklaşımdı. Şimdi ise AB'nin kendi değerlerine dönmesinin yolu Türkiye'den geçiyor. Türkiye aslında Avrupa'nın geleceğini karartan, özgürlük ve insan hakları alanlarını daraltan iç sorunları ile yüzleşebilmesinin turnusol kağıdı. AB'deki demokrat, özgürlükçü ve çoğulcu kesimler için Türkiye'ye karşı izlenen politikalara karşı çıkmak, kendi özgürlük alanlarının daha da daralmaması, AB'nin daha da içe kapanmaması adına bir fırsat. Türkiye nasıl ki, Kürtler, dindarlar ve Aleviler üzerinden yürütülen içe kapanmacı politikaları bu kesimlere daha fazla özgürlük ve demokrasi vererek aşabilmişse, Avrupalı demokrat, özgürlükçü ve çoğulcu kesimler de Türkiye üzerinden AB'nin ve kendi geleceklerinin daha da kararmasını önleyebilirler.



Avrupa'da bugün Neo-Nazi akımların ve yükselen ırkçılığın yarattığı tehdit yeterince görülmüyor. Artan ırkçılık siyasileri ısıtıyor. Bazı siyasiler ateşi düşürmek yerine artan hararetle daha fazla bağırmayı tercih ediyor. Avrupa kendisi ile yüzleşmeli. Bu sorun aslında ne göçmenlere ne de Türklere ve Müslümanlara dair bir sorun. Avrupa'nın geleceğine dair bir sorun. Avrupa geleceğini arıyor. Yakın dönemde olduğu gibi AB üzerinden değerler üreten bir Avrupa mı? Yoksa siyasal genetiğinde var olan, biraz daha uzak dönemde ürettiği faşizan ve Nazi bir Avrupa mı? Meseleyi sürekli göçmenlere yansıtmak, göçmenleri sorunsallaştırmak Avrupa'nın geleceğini daha fazla karartmaktan, özgürlük, demokrasi ve insan hakları krizini daha fazla derinleştirmekten başka bir işe yaramaz. Göçmenlerin, Türklerin, Müslümanların yaşam alanlarının daha fazla kısıtlanması yeni Mussolunilere, yeni Hitlerlere kapı aralamaktan başka bir sonuç üretmez. Avrupa'nın yakın tarihi bunun şahididir.



AVRUPA SORUNLARI İLE YÜZLEŞMELİ


Türkiye'ye daha fazla saldırmak Almanya'yı da diğer Avrupa ülkelerini de kurtarmaz. Avrupa'yı içine girdiği bu girdaptan ancak sorunları ile yüzleşebilecek güçlü bir liderlik kurtarabilir. Tıpkı Tayyip Erdoğan liderliğinin Türkiye'yi korkularından kurtarıp bugünlere taşıdığı gibi. Geçmişte AB'nin, iç sorunlarını aşması için Türkiye'ye yardımcı olması gibi bugün de Türkiye AB'ye ve AB ülkelerine yardımcı olabilir (ki halihazırda zaten gerek mülteciler vb konularda Avrupa'nın yükünü büyük oranda tek başına çekmektedir). Ama bunun için önce AB liderleri neo-nazi ve faşist akımlara teslim olmak yerine, Erdoğan'ın Türkiye'de yaptığı gibi, kendi toplumundan gelebilecek eleştirileri göğüsleyebilmeliler ve toplumlarına doğru yolu gösterebilmeliler.



kudretbulbul@yahoo.com





#Avrupa
#Almanya
#FETÖ
#AB
#PKK
7 yıl önce