|

Başkaldırının şairi: Erdem Bayazıt

Erdem Beyazıt’ı tam 10 yıl önce kaybettik. Şair, sanat severlere unutulmaz bir miras bıraktı. Eserlerinde Müslümanların içine düştüğü bunalıma karşı başkaldırması gerektiğini anlattı. Beyazıt’ı tanıyanlar onu hisseden, düşünen, sanat üzerine çalışmayı öğütleyen, yazan yani sürekli üreten bir adam olarak hatırlıyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 11/07/2018 Çarşamba
Güncelleme: 06:34 - 11/07/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
​Erdem Beyazıt’ı tam 10 yıl önce kaybettik.
​Erdem Beyazıt’ı tam 10 yıl önce kaybettik.

“Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden

Harfler harp düzeni almıştır mısralarda…

Öyleyse ey şair sen de davranmalısın

Şiiri bir mızrak gibi kullanmalısın

Mısralarını şarjör gibi sürmelisin damarlara.”

Adil Erdem Bayazıt’ın bu şiiri onu tanıyanlar için pek çok anlam içerir. Bayazıt, düşünen, hisseden ve yazan bir şairdi. Bayazıt’ı kaybetmemizin üzerinden 10 yıl geçti. Yedi Güzel Adam’dan biri olan Bayazıt, Mavera ve Edebiyat gibi dergilerin kurucularındandı. Önce hukuk sonra edebiyat okudu. Muhabir de oldu, Kahramanmaraş milletvekili olarak TBMM’de de görev yaptı. Bayazıt, sürekli eylem içinde, üreten bir sanatçı olarak kaldı zihinlerimizde. Onun şiirlerini ‘başkaldırının’ şiirleri olarak tanımlayabiliriz.



KARA LİSE’NİN ÖĞRENCİLERİ

Bayazıt, şairlerle dolu bir arkadaş çevresinde sanatını geliştirdi. İlk gençliği, Kahramanmaraş Lisesi’nde, namıdiğer Kara Lise’de Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Alâeddin Özdenören, Ali Kutlay, Sait Zarifoğlu, Mehmet Akif İnan, Nuri Pakdil gibi isimlerle geçirdi. Bu isimlerden her birinin kendisi üzerinde önemli etkileri oldu. Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç’tan etkilendi. Özellikle Mavera ve Edebiyat dergilerindeki çalışmalarıyla dönemin en önemli sanat hareketlerinden birinin içinde yer aldı.

DOSTLARI ANLATIYOR

Bayazıt’ı, şiirini, sanatını anlayabilmemiz için biyografik bilgilere değil, onun dostluğunu tadmış insanların hatıralarına da bakmak gerekiyor. Bayazıt’ın insani yönlerini, kişisel ilişkilerini, bir öğretmen olarak tavırlarını ve tabi sanatını Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Necip Evlice, Şakir Kurtulmuş, M. Mehmet Doğan ve Hüseyin Yorulmaz’dan dinledik.


TAM BİR ‘BEY’ OĞLU
NURİ PAKDİL

Yedi Güzel Adam’dan biri olan rahmetli Erdem Beyazıt, tam bir bey oğluydu. Yaşayışıyla, tavırlarıyla, ilişkileriyle, duruşuyla bey oğlu bey olduğunu kanıtlamıştır.

Erdem, İstanbul’da Hukuk okumaya başladı ama sonra Ankara’da DTCF Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Zaman zaman aynı evi paylaştığımız, aynı evde kaldığımız olmuştur. Dost canlısı bir insandı. Yedi Güzel Adam içinde, hepimiz birbirimizi çok severdik ama Erdem’le Akif İnan bir başka severlerdi birbirlerini. Çok samimi bir dostlukları vardı.

Şairliği, destansı özellikleriyle coşku veren şiirleri bağlamında hepimizin beğenisini kazanmış, daha açık ifadeyle hakedilmiş bir şairliktir. Keşke, şiirle olan bağını zayıflatmasa ve giderek güçlendirseydi. Bazı şeyler bir arada olamıyor yazık ki; şiir ve siyaset gibi. Her zaman gayretli, çalışkan ve planlı olmuştur.

Erken denebilecek bir yaşta aramızdan ayrılan Erdem’in mezarı, Eyüp’te bulunuyor. Özlüyorum ve rahmet diliyorum.


HER ZAMAN ‘SANAT’I ÖĞÜTLEDİ NECİP EVLİCE

12 Eylül 1980 öncesi olaylarının çok yoğun yaşandığı bir dönemde, Maraş’ta, bir Kütüphaneci olarak tanımıştım Erdem Ağabeyi. Her zaman kitabı ve okumayı öğütleyen, bilinçli gençler yetiştirmeyi hedeflediği her halinden belli olan biriydi. Zaman zaman halk kütüphanesindeki yerinde ziyaretine gider sohbet ederdik arkadaşlarla. Dönemin edebiyat ürünleri konuşulurdu; dergiler, kitaplar, şiirler, öyküler, tartışmalar değerlendirilirdi.

Gün geldi, bizim de yolumuz Ankara’ya, tüm vahşiliğiyle süren kavga ortamında sanata, edebiyata, şiire, düşünceye, dostluğa, sevgiye düştü.

Nuri Pakdil’in büyük bir titizlik, dikkat ve dikkafalılıkla sürdürdüğü Edebiyat dergisi ikliminde yeşerirken, bir yandan da Mavera dergisi iklimini ve oradaki insanları da yakından takip ediyordum. Erdem Ağabeyi olsun, diğerlerini olsun dikkatle okuyor, dinliyor ve içinde bulunduğumuz boğucu süreci nasıl kazasız ve belasız atlatacağımızın hesaplarını yapıyorduk. 12 Eylül darbesi olmuş ve her türlü oluşumu temelinden sarsmış, herkesi ciddi bir umutsuzluğa sürüklemişti. Başta Edebiyat Dergisi ve yayınladığı kitaplar olmak üzere, dergiler ve kitaplar okunmaz olmuş ve kapanmıştı çoğu. Beklenmeyen bu durum, sudan çıkmış balığa döndürmüştü çoğumuzu.

PAKDİL SESSİZLİĞE, BAYAZIT SİYASETE

Kültür ve edebiyat dünyamızdaki kuraklık, Nuri Pakdil gibi ağabeyleri derin bir sessizliğe iterken, Erdem Beyazıt gibi bazı ağabeyleri de siyaset sahnesine doğru savurmuştu.

Erdem Ağabey’in milletvekili olduğu yıllarda, 1988 miydi, 1989 muydu emin değilim ama bir gün randevu alıp mecliste ziyaretine gitmiştim. Birlikte o yüksek tavanlı klasik Meclis Lokantasında öğle yemeği yemiştik. Nuri Pakdil’den, Edebiyat’tan, Mavera’dan konuşmuştuk. Milletvekili olmasının ve siyasete atılmasının tutarsızlığından, yanlışlığından, anlamsızlığından bahsetmişti uzun uzun. “Karşı olduğum ve reddettiğim bir şeyin içinde olmak duygularımı da, şairliğimi de, ruhumu da kemiriyor.” demişti. Ve, ısrarla siyasetten uzak durmamızı, sanat ve edebiyattan vazgeçmememizi istemişti. Daha sonra, aynı yakınmayı rahmetli Alaeddin Özdenören’den ve rahmetli Akif İnan’dan da sıklıkla dinlemiştim.

O kuşağın insanları olarak yaklaşık kırk yıldır siyaset mi, sanat mı sorusunun cevabını arayıp dururken, bir yandan da son sürat siyaset arenasında koşturup duruyoruz.

Erdem Ağabeyi rahmetle, minnetle ve saygıyla anıyorum.


Sıra dışı bir hoca Hüseyin Yorulmaz

1974 yılında Maraş’ta Ortaokul ikinci sınıfta okurken Türkçe dersimize alışık olduğumuz hocalardan farklı bir hoca geldi: Adil Erdem Bayazıt. Diğer derslerin hocaları önce bir yoklama yaparken ve öğrencilerle tanıştıktan sonra yıl boyunca gösterecekleri dersler hakkında bilgi verip müfredat neyse onu uygularken o öyle yapmadı.

NİÇİN GELDİNİZ BURAYA?

İri cüsseli görünüşüyle kapıdan girdi ve elindeki dosyayı sınıf masasına bıraktıktan sonra sıraların arasında dolaşmaya başladı. Şehri güney tarafından boydan boya kuşatan Ahırdağı’nın eteklerine uzun uzun baktı. Şair arkadaşlarıyla ilk gençlik yıllarının geçtiği yerleri şöyle bir süzdü. Ahırdağı’nın “ahır”la bir ilgisinin olmadığını, Toroslar’ın son ve “âhir” bir uzantısı olduğu için bu isimle anıldığını söyledi. Bununla ilgili gündelik konuşmalarımızdan örnekler verdi: Ahir zaman peygamberi dedi, ahir ömrümüzde dedi, evvel ve ahir örneklerini verdi ve bununla igili cümleler kurdu. O ilk ders boyunca genel kültürden, edebiyattan, okuma yazmanın öneminden bahsetti. Bilhassa yazmaya önem vermemiz gerektiğini anlattı. “Niçin geldiniz buraya?” dedi. Bu sözle irkildik ve kendimize geldik. Henüz 12-13 yaşında çocuklardık. “Mekteb”in sözcük anlamının yazı yazılan yer olduğunu, “muharrir”in yazı yazan kimse, “kıraathane”nin okuma evi anlamına geldiğini o gün ondan öğrendik. Bu kavramların yitik bir medeniyetin kelimeleri olduğunu, içinde bulunduğumuz Batı medeniyetinin ise kendi kavramlarını cafelerle, clüplerle, casinolarla ifade ettiğini söyledi. Gerçekten de bu isimlerin caddelerde yeni yeni gözümüze çarptığı yıllar… Hocayı dinlerken gözümüzü dört açıyorduk. Sonra Yahya Kemal’in Eski şiirin Rüzgârıyla kitabının ilk sayfalarında geçen:

Eflâkten o dem ki peyâm-ı kader gelür

Gûş-ı cihâna velvele-i bâl ü per gelür

diye başlayan uzun bir şiirin ilk beytini okudu. Bu şiir üzerinde aylarca durdu. Her ders gelir, Yahya Kemal’in Selimname şiirinden bir beyit okuduktan sonra tarihten, edebiyattan, okuma-yazmanın öneminden bahsederdi. Mehmet Akif’ten, Necip Fazıl’dan, Sezai Karakoç’tan şiirler okurdu. Öğrencilere okuma aşısı yapardı. Müdürlüğünü yaptığı İl Halk Kütüphanesi’nde farklı bir okuma grubu vardı. Orada daha farklı bir entelektüel rüzgâr estirirdi. Dostoyevski’den Fuzuli’ye, Tolstoy’dan Şehy Galib’e kadar geniş bir çerçeve çizerdi. Karamozof Kardeşler’in kahramanlarını konuşturur, ilginç tahliller yapardı. Necip Fazıl’dan Fethi Gemuhluoğlu’ndan hatıralar anlatırdı. Arkadaşları olan Yedi Güzel Adam’dan, Maraş sokaklarında yüksek sesle şiir okumalarından bahsederdi.


DÜNYANIN KALBİNİ DİNLEYEN ŞAİR
Şakir Kurtulmuş

Erdem Bayazıt’ı ilk kez Ankara’da Mavera Dergisi’nin bürosunda gördüm. Dergi yeni yayınlanmaya başlamıştı. Ankara’da bulunan yazarlar, okuyan öğrenciler ve Ankara dışından ziyaret için gelen konukların günün her saatinde doldurduğu bu şirin yer sıcacık dostlukların da başlamasına sebep oluyordu. Burada ilk kez karşılaşanlar, daha önceden ismen birbirini tanıyan fakat hiç görüşmemiş olanlar burada karşılaşabiliyor ve koyu sohbetlere dalıyorlardı. Hareketli ve heyecanlı bir mekan olarak Mavera’nın bürosunu hatırladıkça oradaki dostlarla ilgili anılarımız da tazeleniyor. Erdem ağabey resmi görevden ayrıldığı için işsizdi, derginin sorumluluğu ve resmi işlerini takip etmek için en uygun kişiydi. Mavera kurucularının hepsinin ortak düşüncesi ile yüklenmişti bu görevi. Matbaa, dizgi, baskı, kağıt, resmi müracaatlar ve reklam gibi konularda işin sorumlusu olarak ön planda görünen kişi O’ydu fakat bu işler yine imece usulü ile yürütülüyordu. Reklam ve benzeri çalışmalar için Cahit ağabey yine her zamanki gibi adres defterini karıştırıp yeni adresler buluyor, onların ilan vermeleri için çalışıyordu. Dergiye gelen okur mektuplarına Cahit ağabey cevap veriyor ama öyküleri Rasim Bey’e okutup değerlendirme alıyor, şiirleri de bazen yanında kim olursa bu Erdem ağabey de Alaeddin ağabey de olabilir onlara gösterip onların görüşlerini alarak cevaplıyordu.

ANKARA’YI ARAR YAZI İSTERDİK

Erdem Bayazıt, Yeni Devir Gazetesinde köşe yazısı yazmaya başladığında daha sık görüşmeye başladık. Çünkü gazetede sayfa sekreteri olarak çalışıyorduk ve yazarlarımızın köşe yazıları hangi sekreter arkadaşın sayfasında yayınlanacaksa o arkadaş takip ediyordu yazıları. Sayfada yazısının gelip gelmediği ve dizgisinin yapılıp yapılmadığı ile tamamen sayfa sekreteri olarak biz ilgileniyorduk. Yazı henüz gelmemişse Ankara’yı telefonla arar, yazıyı isterdik, gelir gelmez de dizgiye gönderip diğer işlerin tamamlanmasını takip ederdik.

Şiirimizin gür seslerinden biriydi Erdem Bayazıt. Şiiri, hem dış mekan hem de iç mekan olarak gür bir sese sahipti. Kendi sesi de tıpkı şiirindeki iç ses gibi gürdü. Gençliğinden bu yana o gür sesiyle çok şiir okuyordu. Yüksek sesle şiir okumayı seviyordu. Lise yıllarında Cahit Zarifoğlu, Alaeddin, Rasim Özdenören ve Akif İnan’la birlikte iken Maraş caddelerinde yürüyerek gür sesiyle çok şiir okuyordu. Cahit Zarifoğlu ile birlikte Güzlek’teki yazlık evlerine giderlerken de yolda sürekli şiir okuyordu. Bir defasında İstanbul’da öğrencilik yaptığı yıllarda Rasim Özdenören’le gezerken İstiklal Caddesi’ndeki Fransız Konsolosluğu önünde durur ve yüksek sesle Atilla İlhan’ın bir şiirini okur. Rasim Beyin elinden tutarak caddenin ortasındaki tramvay yoluna getirir ve sesi yettiğince ‘allahu ekber’ diye bağırır ve yere secdeye kapanır. Bu tavır onlara göre çağa karşı yapılmış bir eylemdir. O günkü eylemi yerine getirmiş olmanın huzuru ile yollarına devam ederler..

İstanbul’da öğrenim gördükleri sırada hem Üstad Necip Fazıl’la hem de Sezai Karakoç’la tanışırlar. Daha önce çeşitli gazetelerde hazırladıkları sanat edebiyat sayfalarında ürünleri yayınlanan Erdem Bayazıt, diğer arkadaşları Cahit Zarifoğlu, Akif İnan, Rasim Özdenören, Alaeddin Özdenören gibi artık çalışmalarını önce Büyük Doğu’da daha sonra da Diriliş’te yayınlamaya başlamışlardır. Yeni Devir’de yazmaya başladıklarında zaman zaman İstanbul’a geldiklerinde oturup sohbet ederdik. Erdem ağabeye Sezai Karakoç’la olan münasebetlerini, Diriliş’in o yıllarda başlayan tek başına ilkeli, vakur duruşunu giderek nasıl sağlamlaştırdığını merak eder, bunları anlatmasını isterdik. Sezai Karakoç’un kendi duruşunun bunda çok önemli olduğunu, Dirilişin aynı yapıda sağlam bir duruş ortaya koymasında Sezai beyin has duruşunun çok payı olduğunu, bu duruşu daha yakından tanımak için sık sık ziyaret etmemizi, kitaplarını da dikkatle okumamızı isterdi.

Erdem Bayazıt şiiri deyince benim zihnimde mümin duyarlığı güçlü bir şiir canlanıyor. Dünyanın kalbini dinleyen bir şairin yürekli sesi.. Yeryüzünde zulüm ve işkence gören tüm mazlum milletlerin acısı, derdi, onun acısı, onun kederidir. Çağın gözleri önünde yaşanılan zulme, kedere, şair duyarlığı ile ortak olma düşüncesindedir.

PROTESTO SESİ OLMAK İSTEYEN ŞİİR

Erdem Bayazıt şiiri, Müslümanların içinde yaşadıkları çalkantı, hezeyan ve bunalımlara karşı bir protesto sesi olmak isteyen bir şiirdir. O’na göre sanatkar, varoluşun hikmetini arayan kişidir. Ötesi yoksa o dünya onun dünyası değildir. Ölümü değil ölümsüzlüğü arar. Benim için edebiyat, yani gerçek budur, der.Tabiatı, hayatı okumaya çalışırken, dünya hayatını noktalayacağımız an olan ölümü okumaya, anlamaya çalışırken, şiirini var eden tek gerçekliğin bu olduğunu söyler.’Ne şiir, ne sanat, ne sanatkarlık bir araç olarak bende birinci öncelik olmamıştır.’

O’nun güzel bir cümlesiyle bitirelim: ‘Gelen bir vakit var. Yüreğimin üstünde ayak seslerini duyuyorum.’


10 yıl sonra Erdem Bayazıt’ı hatırlamak
D. MEHMET DOĞAN

Onlar gittiler/Giderken bir muştu gibiydiler (Erdem Bayazıt)

Erdem Bayazıt “bey”dir, hep öyle anılır; arkadaşı Âkif İnan “ağabey.” İkisine de rahmet diliyorum. 1970-80’ler Ankarasında onların varlığı önemliydi. Ankara merkezli bir dergi çıkarmak; sunu birbirine inanmış bir ekip olarak güçbirliği ile yapmak. Mavera buydu. İnanmış edebiyatçılar, sadece “dindar” değil; inanmış. Edebiyatla çok şey yapılabileceğine; mesela sistemin, düzenin değiştirilebileceğine, inanmışlardı. Erdem Bayazıt bunu en doğrudan ifade edenlerdendi. Şiirleri yüksek sesle okunmak için yazılmıştı adeta.

İlk Cumhuriyet kuşağının basit ideolojik kalıplarla yetinen şair ve yazarlarının ardından gelen bu yeni nesil, derinlere giden köklerinin farkında olmaları, ucuz ideolojik sloganlarla yetinmeyen kabulleri, siyasî sınırları aşma ve geniş ufuklara yönelme iradeleri ile öne çıkar. Sezai Karakoç'un erken zuhurundan sonra yetişen ve 1960'tan sonra eserlerini vermeye başlayan bu nesil edebiyatımızın sokulmak istendiği suni yatağından tabiî yatağına dönüşünün müjdeleyicisi idi.

MARAŞ’IN BEY TABİATLI ÇOCUĞU

Bir an kayboldun gibi! Yaşadım kıyameti

Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti

Hem mahallî, millî ve hem de cihanşümul olmanın ne demek olduğunu bu nesil eserleriyle ve hayatlarıyla ortaya koydu. Erdem Bayazıt'ın dünyanın bugünkü çıkmazlarını, beşeriyetin teknoloji karşısında küçük düşürülüşünü ifadede gösterdiği heyecanı, insanının ve ülkesinin sesi olmaya yönelme iradesi kadar güçlüydü.

Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma

Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma

Maraş'ın "bey" tabiatlı çocuğu, 1950'li yıllarda şehrinde alazlanmaya başlayan gençlik ateşinin içinde pişti. Hayatlarının Maraş'tan sonraki dönemlerinde de birlikte anılan arkadaş grubu, bir edebiyat çevresi oluşturacak yeteneklerini yalnızlaşarak ziyan etmediler ve edebiyatımızın 1970 sonrasında varlıklarını toplu olarak gerçek anlamda duyurdular.

Erdem Bey’in 1972'de yayınlanan ilk şiir kitabı Sebeb Ey'den itibaren muhtevasını ve sesini koruyan şiiri yanında, günlük gazetelerde veya dergilerde yayınlanan yazılarıyla da bir fikir ve hareket bütünlüğü ortaya koydu.

Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından

Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından

Mehmet Âkif'in çağımızdaki hayrülhalefi aransa, ilk akla gelecek İsimlerden biri Erdem Bayazıt olurdu. Şiirinde müslümanların kaç asırlık bunalımlı hayatı ve buna karşı geliştirilmesi gereken tepki ifadesini bulur. Erdem Bayazıt, şiirle fikri iç içe geçirmesine rağmen, lirizmi kaybetmez. Kitlelere şiiriyle hitabı, bir haykırış olarak hissedilir. Bu hitabet üslubu, duygulu arkaplanı yüzünden okuyanı rahatsız etmez. Fikir ve siyaset vurgusu şiirine yük olmaz. Milletinin inancını, ümidini, öfkesini ve sevgisini terennümde son dönemlerde pek görülmeyen Âkif’vari yüksek ses dikkati çeker. Şiiri bazan acı bir feryat halini alır, bazan bir meydan okumadır, bazan da hisli bir duaya dönüşür.

Döner döner döğünür eritir dağları yobaz kayaları

Daha der sığmaz kabına yönelir göğe teslim olur

Ve düşerken toprağa çağırır

Sebeb ey.


DÜŞÜNEN VE HİSSSEDEN BİR ADAM

Erdem Bayazıt, âdeta, batılılaşma döneminin milletinden, tarihinden, birikiminden ve medeniyetinden kopan yabancılaşmış aydınına karşı şiirle direnmiştir. Kültürsüz iktisat, iktisatsız kültür olmayacağı düşüncesini sonuna kadar savunmuştur. Edebiyatçı kişiliğinin, hareket ve siyaset adamlığından zarar görmemesi dikkat çekicidir.

Mavera 1976’da yayınlanmaya başlandı. Mutfakta Cahit Zarifoğlu vardı. Onun emeği önemli. Erdem Bey derginin görünen yüzüydü. Onun ağır fakat müşfik tavrı her zaman tesir uyandırıcı olurdu. Yazarlar Birliği’nin kuruluş çalışmalarında çeşitli çevrelerden kurucuların bulunması arzu edilmişti. Erdem Bey Mavera’daki arkadaşları adına kurucular arasında yer aldı. Yazarlar Birliği’ni, her zaman önemsedi. Faaliyetlerine katıldı, takip etti. İstişare ettiğimiz, sözünü dikkate aldığımız bir ağabeydi Erdem Bey. 1992’de ilkini Bursa’da yaptığımız Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni’nin yıldızlarındandı. 2000’de Strazburg’da Türkçenin 5. Uluslararası şiir şöleninde Yahya Kemal büyük ödülünü ona heyecan duyarak takdim ettik. Yurtiçinde ve dışında bir hayli seyahatte beraber olduk. Avrupa’da Osmanlı sonrası ilk Müslüman sesin sahibi Aliya İzzetbegoviç’in cenazesine birlikte katıldık. Mahşeri karabalık sürekli yağmurla adeta bir rahmet ordusuna dönüşüyordu.

Konuşandan çok düşünendi, hissedendi. Gerektiğinde bunları sözle ve yazıyla ifadeden de geri kalmadı. Vefat edeli 10 yıl olmuş. Gençlerimiz Erdem Bey’i keşfetmeli. Şiirleri yeniden ezbere alınmalı…

Elbet kıracağım bir gün bu ihanet kelepçesini

Çün defterler açılıp hesap soruldukta

Yetimin hakkı soruldukta yoksulun hakkı soruldukta

Milletim omuz omuza verip

Kıyama duruldukta.

#Erdem Bayazıt
#Şair
6 yıl önce