
Daha çok hikaye ve şiirleriyle tanıdığımız Emin Şir bu defa romanla okurunu selamlıyor. Ela Rosa adlı bu romanda Şir, toplumsal hayatın köşeye sıkıştırdığı kadınların iç dünyalarını ve çırpınışlarını ele alarak, onların kendilerini var etme çabalarını ustalıkla işliyor.
Türk roman ve hikayelerinde mekanlar önemli yer tutarlar. Bu tip eserlerde mekanlara çeşitli anlamlar yüklenir. Mekanlar bazen bir kaçış odağı, bazen çeşitli serüvenlerin yaşandığı yerler olarak hikaye ve romanların merkezine otururlar. Kahramanlar burada yaşamı yeniden keşfederler adeta. Buradaki her obje yeni bir düşüncenin kapısını aralar gittiği yeri kendine mekan edinen roman veya hikaye kahramanına. En çok da yalnızlık, içsel çatışmalar atar kişiyi bir uçtan, bir uca. Modern yaşamın derinleştirdiği yalnızlık duyguları nedeniyle, mekan değiştirenler kaçtıkları sessiz ortamlarda her şeyi yeniden sorgular, kendilerini yenilemeye çalışırlar.
Emin Şir, daha çok şiirleriyle ve hikayeleriyle tanınan bir yazar. Yazı ve şiirlerinde daha çok toplumsal konuları ele almakta. İlk romanı olan Ela Rosa, günlük yaşamın içinde ruhsal yönden yıpranmış, yorgun düşmüş bir reklam metni yazarının bir kasabaya çekilip düşüncelerini, iç çatışmalarını, her şeyi yeniden ele alabileceği bir ortama kavuşma isteğiyle başlıyor. “Otuz yıl reklam sloganı yaza yaza beynimde dört bir yana dağılmış kelimeleri bir araya getirip içimden geçenleri yazabilecek miyim?”
KENDİNİ ARAYANLAR
Julide, bunun için bir tatil köyü olan ancak yaz mevsimi dışında çok az kişinin yaşadığı bir kasabaya gitmeye karar verir. Burada küçük bir pansiyon işleten Rozerin’le anlaşır. Rozerin’in de ilginç bir hayat hikayesi vardır ve onu da hikayesi bu kasabada bir pansiyon işletmeye mahkum etmiştir. Kasaba, bu mevsimde genellikle bir arayış için oraya sığınanların yeridir. Rozerin, Julidiye buraya geliş nedenini sorar: “genellikle kendini arayanlar gelir buraya, bu mevsimde. Kendini mi arıyorsun yoksa bir başkasının ayak izlerini mi? -“Her ikisini de” dedim, mırıldanarak.”
Rozerin’in, Julide’yi yerleştirdiği yer, daha önce benzer kaderler yaşayan kadınların gelip geçtiği bir yerdir. Burada en son yaşayan ise Ela Rosa adında bir kadındır. Julide’nin durumu tıpkı Ela Rosa’ya benzemektedir ve Rozerin, Julide’yi o nedenle buraya yerleştirmiştir. Onu burada Ela Rosa’nın tuttuğu günlükle baş başa bırakmıştır.
Ela Rosa, tıpkı Julide gibi bir arayış, bir içsel sıkışma, bir kaçış için bu kasabaya gelmiş. “ Ruhumuzu işgal edip kendi malıymış gibi orada yerleşik düzene geçen stres , üstümüze üstümüze gelen beton yığını evler, dostların en uzak yakınlıkta kazdığı siperler, beynimizi sürekli meşgul eden teknoloji, kendimize kaçacak zamanı bile çok gören zaman , günlük koşuşturmacaların hayhuyu, neden buradayım soruları ve tüm bunların yanında içimizi kemiren, bizi, düşüncelerimizi yalnız bırakmayan hep bir kendine sığınma, hep bir yollara düşme arzusu… Onca kalabalığın içinden sıyrılıp hayatla arama mesafe koymaktı aslında tek derdim…kendimi arıyorum. Belki de kendimi var ediyorum arayarak… Ben kendimi aradım bunca yıl. Buldum, dediğim anda bulunanın ben olmadığımı anladığımda yeniden aramaya başladım. Her arayışımda kendime dair yenilikler edindim… Benim içime dokunan yalnızlık iki bin parçalı, yapboz yaptığında bir türlü bir türlü bulamadığın o tek eksik parça. Tamamlayamazsın ya, işte o parça. Resim çok güzel ama tam değil…”
Günlük, içinden çıkamadığı nice sorular karşısında yeniden kendine dönemeyen Ela Rosa’nın kendini denizlerin sessizliğine teslim etmesiyle son bulur.
Ela Rosa, toplumsal hayatın köşeye sıkıştırdığı kadınların iç dünyalarını ve çırpınışlarını ele alan, onların kendilerini var etme çabalarının romanı. Modern roman örneklerinden sayılabilecek bu romanda hepimizden bir şeyler bulabilmek mümkün...